KAPAK (55)
Asuman Gül Biçen

DOSTOYEVSKİ’NİN NOTLARINDAN DEMİRKUBUZ’UN YERALTI’SINA

Dostoyevski’nin yer altı insanının yaşadığı kent, Petersburg… İtalyan mimar Domenico Trezzini, Neva’nın deltasına serpiştirilmiş adalar üzerine kenti kurarken caddeleri cetvelle çizmişti. Sarayların yüksekliğini Petro’nun bizzat kendisi saptamış, granitten rıhtımlar Avrupa kentleri -özellikle de Amsterdam- örnek alınarak mümkün olan en rasyonel biçimde inşa edilmişti. Petro Pavel Kalesi’nin ilk taşını çar kendi elleriyle yerleştirmişti bataklık araziye.

 

Temelleri su basmasın diye milyonlarca tahta kazık teker teker çamura çakılmış olan bu şehri Puşkin şu dizelerle övüyor:
Ey kent hayranım sana !
Petro’nun şaheseri seni seviyorum
Yapıların uyumuyla ırmağın akışını
granit taşından rıhtımlarını
dövme demirden parmaklıkları
aysız ama aydınlık gecelerinde gördüğüm düşleri
gece lambamı yakmadan okuyup yazdığım odamı
ve penceremden görülen ıssız sokaklarla
Amirallik Binası’nın altın okunu seviyorum,
Dostoyevski; Petersburg’un arka sokaklarında, bodrum katlarında, yoksulluğun belini büktüğü, mutsuz, yılgın, görünmeyen insanları yazmaktadır Ataol Behramoğlu’na göre. Dostoyevski’nin Vaktiyle Bir Yazarın Günlüğü’nde “Avrupa’da anlaşmalar ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, önümüzdeki yüzyıl da olsa, İstanbul eninde sonunda bizim olacaktır. Yolumuzdan sapmadan, kararlıkla yürümeli ve aklımızdan hiç çıkarmamalıyız” dediği İstanbul’da yaşayan Zeki Demirkubuz, 2012 yılında Muharrem karakteri ile Petersburg’un yer altı adamının izdüşümünü Ankara’da tasvir edecektir.
Ama önce Yeraltından Notlar
Yeraltı adamı, notları yazdığında kırk yaşındadır. İkinci kısım ise karakterin 24 yaşında başından geçen olaylarla ilgilidir. Bu gencin hissettikleri Dostoyevski’nin Petraşevski Grubunun toplantılarına katıldığı yıllara denk düşer. O kuşağın bir üyesi olarak kendisiyle ilgili kaynaklardan beslenir Dostoyevski, Josefh Frank’e göre. Dostoyevski şöyle yazar bir mektubunda:
“Kurumlara ve ütopyalara inanıyordum… Kuruntular içindeydim. Sağlıksız bir alınganlık yüzünden aşırı sinirliydim. En basit olgulara çarpıtıyor, o olgulara başka bir görünüş kazandırıyor, başka boyutlar ekliyordum.”
Öteki romanında Golyadkin öteki Golyadkin’e nasıl benziyorsa Yeraltı Adamı da yazarın kendisine benzemektedir.
Bu yeraltı adamı kendi kabuğu olan karanlık, iç bulandırıcı bir odada oturmaktadır. Yalnız yaşar, dostları yoktur.  Dostoyevski Yeraltından Notlar’ı yazdığı yıl 1864’tür, hayatının en büyük sınavlarından birini vermektedir yine. Yan odada öksürüklere boğulan, hayatının son günlerini yaşayan ilk karısı Marya, Fransa’da onu aldatmış olan sevgilisi Polina, Petersburg’da yeteneklerini hiçe sayan, ahlaksız üvey oğul Pavel ve de oturmasına, ayakta durmasına izin vermeyen sara nöbetleri. Bunların yanı sıra uzayan kış günleri, gecikmiş bahar… Tüm bu zorluklara rağmen Dostoyevski Epoha dergisinde Yeraltından Notları yayımlar, ancak kitap eleştirmenlerin ilgisini çekmez. Bir tek Miyayloviç’in bu sözleri onun için unutulmaz olacaktır: “Bundan böyle hep bu türden yazmalısın.”
Beri yandan birçok problem bir araya gelmiş çözüm beklemektedir. Epoha düzensiz çıkmakta, aboneler yakınmakta, satışlar düşmektedir. Kardeşi Mihail kendini içkiye vermiş, dergiye yeterince özen göstermemektedir. Marya’nın sağlığı için Moskova’dadır. 15 Nisan’da karısı korkunç bir kriz geçirir. Kan kusmakta, öksürük nöbetleri ile adeta boğulmaktadır.  Hayırsız üvey oğlunu -paşa diye seslenmektedir- annesinin son günlerinde yanında olması için Moskova’ya göndermesini yazar abisi Mihail’e. Karısını aldattığı, ihmal ettiği, ona yeterince ilgi göstermediği için çok pişmandır ve derin bir kedere gömülmüştür. Dostoyevski’nin sınavı henüz bitmemiştir. Aynı yılın 10 Temmuz’unda bu kez abisi Mihail’i karaciğer iltihabından kaybeder. Kendisini cezaevinde olduğundan Sibirya’daki sürgünden daha yalnız hisseder Henri Troyat’a göre. Bu iki yüreğin yerine kimseyi koyamayacağını düşünür. Abisinin ailesi, üvey oğlu, kız kardeşlerinin sorumluluğu, dergi işleri, edebi çalışmalar, ekonomik zorluklar sık sık sara nöbetlerine neden olacaktır.
 Tam da bu dönemde yazılan Yeraltından Notlar Dostoyevski için bir dönüm noktasıdır.
O dönem Rozanov -eski sevgilisi Polina’nın kocası- şöyle yazacaktır: “Eğer bir gün Dostoyevski’nin heykeli dikilecekse, bu heykelin, okuyucuya dilini çıkarması gerekir.” Carr göreyse çıkan bu dil yalnızca okura değil bütün dünyaya hatta kendisine olmalıdır. İnsancılıktan ve hoşgörüden yoksun olan bu metin, yazıldığı ortamın acısını ve rahatsızlığını yansıtmaktadır çünkü.  Felsefi olarak inşa edilen bir roman olmasıyla birlikte gelecekteki büyük romanlarının da habercisidir aynı zamanda.
Dostoyevski’nin bu romanı, bir yıl önce yayımlanan Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı’sına bir cevaptır. Makul istekler doyurularak mutlu bir toplum yaratmanın mümkün olduğunu söyleyen bu ütopik romanın aksine Dostoyevski bu savı çürütme gayreti içinde yeraltını inşa edecektir. İnsanın iyi olduğu düşüncesinin karşısında o, insanda kötülüğün de var olduğunu hatta insanın bile isteye kötülüğü tercih edebileceğini işaret edecektir. İnsan yapıcı olduğu kadar yıkıcıdır da. Akla güvenin olduğu iyimserlik çağının bitmesi gerektiğini düşünür. Komaroviç 1921 yılında ilginç bir tespitte bulunur. Nasıl Yapmalı adlı romanın Yeraltından Notlar’ın yapısal anlamda gerisinde bulunduğunu işaret eder.
İkinci kısımdaki olaylar Çernişevski’deki öykücükler örnek alınarak yazılmıştır. Öykücüklerin asıl bağlamlarının anlamları tersine çevrilerek parodi durumuna getirilir. Yeraltı adamı akla karşı çıkar, yararlı olana yönelir. Bencil olmakla birlikte sevimli oluşu ve girişkenliğiyle çelişik bir yapı içinde resmedilir. İyi yanlarını kötü yanlarının lehine sürekli bastırmaktadır. Bir iç uyuşmazlığından dolayı insan normal davranışta bulunamaz Josefh Frank’e göre. Yeraltı adamının aklı ona suçun ya da öfkenin akıl dışı ve anlamsız olduğunu söyler ama vicdan ve onur duygusu onu var eden unsurlardır. Yeraltı adamı kibrinden, kötücül duygulardan bir yolla kurtulacaktır. Özellikle bir hayat kadını olan Liza’nın yeraltı adamı tarafından aşağılanmasını önemsemeyerek bütün ruhuyla acısını paylaşması, kendi benini düşünmeden birine sevgi duyması benmerkezciliğin büyüsünü bozmaktadır. Sevgi yoluyla gönüllü olarak kendini feda etme bunun anahtarı olacaktır. Yabancı batı ideolojilerini bırakıp Hristiyanlığın bencillikten uzak insan sevgisine yönelmek gerekmektedir.
Sıra Yeraltı filminde…
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ının serbest bir uyarlaması olan Yeraltı filmi, Ankaralı bir memurun yalnızlığı üzerinden insanoğlunun çelişkilerine bakıyor. Zeki Demirkubuz bir röportajında şöyle diyor:
“Yeraltından Notlar’a insanlığın el kitabı, sözlüğü gibi bir anlam yüklüyorum. Dolayısıyla film yapma konusundaki bütün riskleri de barındıran bir şeydi bu. Çünkü Yeraltından Notlar’ın her cümlesi ayrı bir kitap konusudur. (…) Sinemanın edebiyata ve yazıya göre sorumlulukları daha nettir, açıktır ve risklidir. Bir şeyi göstererek anlatmaya çalıştığında gerçeklik duygusu, inandırıcılık meselesi daha acımasızlaşır. Aslında herkesteki ilk fikir şu, ’Yeraltından Notlar’ Dostoyevski’nin filmleştirilmesi en zor kitabıdır. Bu ilk açıdan bakıldığında doğru fakat çok derinine girdikten sonra ben tam tersi bir şey gördüm. Kitabın ikinci bölümünde iki tane çok sinematik olay var: Omuz çarpma ile başlayan aşağılanma hikâyesi ve yemekteki aşağılanma hikâyesi. Birinci bölümde ise bu olayların anlam ve içeriğine dair inanılmaz önemli bir yazı var. Bütün bunları düşündükçe o küçücük kitap dev bir olanak haline geldi. Bu kadar felsefi ve tanımlayıcı bir metni sinemaya yansıtmanın handikaplarından kurtulmak için bir tek şunu yaptım; son beş altı ay tamamen unuttum kitabı, hiç bakmadım ve inanılmaz bir eliminasyona tabi tuttum. Bütün büyük lafları yavaş yavaş atıp, onlara karşı soğuyup, yabancılaşıp tamamen kendi gözlemlerime, gündelik hayatıma, bende bir duygu uyandıran, empati kurabildiğim olaylara yoğunlaştım. Muharrem’i insan kılacak, gerçek kılacak şeylere ağırlık vermeye başladım. İşte o kül hikâyeleri, televizyonla konuşma, yumurta yapma, akşam işten çıkınca ne yapayım kaygısı…”
Film Muharrem karakterinin kendi yalnızlığı ile kendini sorgulaması üzerine kuruludur.
Aynı zamanda “aydın” sorgulaması da yapılmaktadır. Muharremin masa sahnesinde yüzleştiği ödüllü yazar, hikâyelerini başkalarından çalan ve kendi fikriymiş gibi kitaplaştıran aşağılık, ikiyüzlü bir karakterdir. Üstelik bu durum yakın arkadaşları tarafından bilindiği halde Muharrem kadar problematik değildir. Aksine ödülle gelen popülerliğe yalakalık ve yancılık yapmaktadırlar. Muharrem karakteri, yüzleşmek için gittiği -davet edilmediği halde gururunun kırılması pahasına- yemekte arkadaşları tarafından aşağılanmıştır. Üstelik bu tek değildir. Evine temizliğe gelen Türkan karakteri de kerelerce Muharrem’den yardım almış ancak çıkarlarına uygun bir statüye yükselince de hiç beklenmedik şekilde onu küçümser. Muharrem sinir krizi geçirir. Samimiyetsizliğe, ikiyüzlülüğe, çıkarcılığa daha fazla dayanamaz ve evdeki her şeyi kırmaya, parçalamaya başlar. Bu kırılma anı Muharrem’in hem içsel olarak hem de toplumla çatışmasının en somut işaretlerinin biri olacaktır.
Arkadaşlarının peşinden intikam için gittiği otelde onları bulamaz, orada birlikte olduğu fahişeyle karşılaşır. Bu sahne ile tıpkı yeraltı adamının Liza ile olan yüzleşmesi gibi Muharrem de buna benzer bir uyanış yaşar. “İyi olmak istiyorum ama bırakmıyorlar” sözüyle en samimi düşüncesini birkaç dakika önce aşağıladığı kadının kucağında ağlayarak söyler ve ardından hırlamaya başlar.
Demirkubuz’a göre Muharrem’in kötücül olana tutkusu vardır. 
Kapıcıyla olan ilişkisi bu duygusunu güçlendirmektedir. Apartmanın en dibinde yaşayan bir kadın bile ihanet ederek, üst kata çıkar. Yalnızlıktan ve hastalıktan uluyan bir adam kendisine yeni bir hayat kurmayı becerir. Muharrem topluma göre büyük becerileri olan, üniversite okumuş, bir dönem yazar bile olabilecek, kafası oldukça iyi çalışan bir adamdır ve çamura batmaya karşı bir düşkünlük taşımaktadır. Akıl dışı olma hali Dostoyevski’nin yeraltı adamının en temel duygusudur ki bu anlamda Muharrem ile birleştiğini söyleyebiliriz.
Zeki Demirkubuz filmi kaleme alırken Muharrem’in bu tarz yanlarını kendi hayatından esinlendiğini ifade eder. Zamanında yaşadığı bütün kötü olayların, felaketlerin, insanların ona acıyarak baktığı durumların, kendisini gerçekleştirmedeki en büyük gücü olduğunu söylemekten çekinmez.
Karakteri yaratırken çelişkiler yaşamadım. Bu filmin en büyük temalarından biri de gerçeğe duyulması gereken sadakat. Gerçeği, her şeyin, zavallı egolarımızın bile üstünde tutabilme gücünden ve sorumluluğundan bahseden bir film bu.”
 Demirkubuz Muharrem karakterinin oluşumunda Nietzsche’den de etkilendiğini söyler. Kanımca bu açıklama, filmdeki o umutlu bitişi daha iyi dile getiremezdi:
Aslında bu filmin en büyük esin kaynağı ve temeli Dostoyevski’den de öte Nietzsche’dir. Onun üst insanı. Acı çekme, çile çekme iradesini sonuna kadar zorlayarak ulaşılabilen üst insan mertebesi. Muharrem bu gidişatın prototipidir. Bu nedenle finaldeki durum, bir yok oluş değil, belki de yeniden dirilişin başlangıcındaki bir yerdir. Nietzsche’nin bu üst insan tanımı konusundaki esin kaynaklarından bir tanesinin, Dostoyevski’nin ‘Tanrıya ulaşmanın yegâne yolu aşağılık da olsa bir tutkudur’ fikirleri olduğunu düşünüyorum. İnsan olmanın sınırlarını bu kadar zorlamasının bir sonucu olarak, Muharrem, üst insana doğru giden yolda… O yolun başlangıcında ya da bir aşamasında.”

 

Diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

1 thoughts on “DOSTOYEVSKİ’NİN NOTLARINDAN DEMİRKUBUZ’UN YERALTI’SINA / Asuman Gül Biçen

  1. Asuman Gül Biçen dedi ki:

    Joseph Frank olacak doğrusu. Bu tamamen benim hatam. Kusura bakmayın. (Yazıda Josefh Frank diye geçiyor.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir