YAZI, YAZAR VE OLUP BİTENLERİN BÜYÜSÜ
Edebiyat Bir Masaya Oturma İşi Değildir Sadece.
20.yy’ın benim için en büyük birkaç romancısından biri olsa da Dostoyevski üzerine yaptığı konuşmalarda (Rus Edebiyatı adlı eserinde yerden yere vurduğu bu Rus dehasını yazardan bile saymaz) pek de haklı bulamadığım Nabokov, karısının yanında, dikiş makinesinin kenarında yazdı romanlarının bir kısmını.
Müthiş bir cümle yazdığına inandığı zaman devamını yarına bırakan Hemingway oldukça takıntılı bir adamdı ve yazılarını çoğu zaman ayakta yazmayı tercih ederdi. Hemingway oldukça sosyaldi, yazmanın yanı sıra hızlı bir hayatı tercih ederdi.
Dostoyevski sadece Gogol’un paltosundan çıkmadı.
Aynı zamanda -Turgenyev’e kızdığı bir günün gecesi- sırtına sağlam da bir palto almıştı yazarken. Malum, Rusya çoğu zaman yeterinden daha soğuktur ve Dostoyevski biyografisine hâkim olanlar bilir ki askerlik zamanından beri cebinde pek parası olmamıştır.
Tolstoy yazma konusunda oldukça rahatken aynı dönemde ülkelerin ülkesi diyebileceğimiz İngiltere’de bile kadınlar yazdıklarını utançlarından yatak altlarında saklarlardı. 19.yy İngiltere’sinde kadın yazarın konumu budur demek istiyorum.
Borges’in sorunu ise yazma aşamasında değil, hemen ardında başlıyor.
Çizgili dev kaplanları saatlerce izlemekten çocukluğundan beri hiç sıkılmamış ve vaktinin büyük çoğunluğunu Buenos Aires’teki il kütüphanesinin sessizliğinde geçirmiş olan yazar, yazdığı metinleri tekrar okumaktan utanırdı.
İtalo Calvino’nun küçük bir kutusu vardı.
Düşünce yazısı olsun, kısa hikâyeler olsun her ne yazarsa bu kutuya atardı. Kitap yayımlamayı düşündüğünde ise hazinesini açar, içinden seçerdi.
Umberto Eco bir güverte boyu konuşturacağı kahramanları için gidip güvertenin boyunu ölçerdi.
Büyük romancıların hazırlık aşamaları ve bu aşamada tuttukları notlar çoğunlukla ortaya çıkardıkları romanlardan kalındır.
Bu büyük Dostoyevski, Tolstoy, Flaubert, Thomas Mann geleneğine Orhan Pamuk’u da hiç çekinmeden eklememiz gerekir. Pamuk’un yazması ve okuması en kolay romanları bile büyük bir işçiliğin, düşüncenin ve araştırmanın ürünüdür.
Yazmaktan tek veya büyük ölçüde anladığımız şey masaya ne zaman ve nasıl oturduğumuz olursa, bu şey aynı zamanda yazarın olmasa da büyük yazarın henüz doğmadan ölümünün ilanı anlamına da gelir.
Benim Yazarlarım
Benim için iyi kitaplar ikiye ayrılır. Birinciler keyifle okuduğum, belli ölçüde etkilendiğim ama tekrar dönme ihtiyacı duymadığım için bir kenara ayırdıklarımdır.
İkincilerse tekrar tekrar dönme ihtiyacı duyup bu nedenle kendi tarafıma ayırdıklarımdır.
Yukarıda bahsini ettiğim yazarlar kendi tarafıma ayırdığım havuzun bir kısmını işaret eder ve bu nedenle -yani onları kendi tarafıma ayırdığım için- onların sadece romanlarını, öykülerini, şiirlerini bilmekle yetinmem kendi kişisel maceralarına da elimden geldiğince hâkim olmaya çalışırım.
Dostoyevski eşine bir daha asla rastlamayacağımıza inandığım ve 19.yy’da, Rusya’da meydana gelen özel bir cinnettir. Tolstoy benim için gelmiş geçmiş en büyük sanatçıdır. Eğer bir ressam olsaydım ömrümün tamamını inatla ve ısrarla Tolstoy’un odalarını resmetmekle geçirebilirdim. Bu da bana daima Tolstoy’daki eşya ve ilişki zenginliğini hatırlatır.
Son bin yılın bu en büyük iki yazarından büyük sanatçı olan Tolstoy’dur, büyük peygamberse Dostoyevski.
Yıllar önce İtalo Calvino’yu ilk defa okuduğumda bu İtalyan yazar bana hayatın zannettiğimizin aksine iki kapısı olduğunu, birinin güne diğerininse çocukluğa açıldığını öğretti. Bu alternatif yaşam kapısı beni hem hayata hem de edebiyata bağladı diyebilirim. Televizyonun sesini kısıp Calvino’nun zekice tasarlanmış kentlerinde dolaşmak edebiyat dediğimiz büyünün ulaşacağımız zirvelerindendir.
Borges’i okutturan şey orijinalliğidir.
Her iyi yazar bir parça birbirine benzer ama Borges için böyle bir şeyi söylemek mümkün değildir. Borges kendinden öncekilere benzemez, kendinden sonra gelenlerse Borges gibi yazmayı asla beceremez. Bu Borges’in hem üslup tarafı hem de yaşama bakış açısıdır. Konuyu nereden seçerse seçsin ona daha önce hiçbir yazarın bakmadığı bir taraftan bakar Borges. Bu nedenle herhangi bir iyi yazarı edebiyattan çıkardığımızda onun yine de bir telafisi vardır, ama Borges’i edebiyattan çıkarmanın telafisi yoktur.
Umberto Eco beni sadece romanlarıyla etkilemedi, hayat ve edebiyat üzerine yaptığı konuşmalar bana kurgusal metinler üzerine akademik bir derinlik kazandırdı diyebilirim. Eco’dan kötü bir metni nasıl anlayabileceğimizi, bir kurgusal karakterin gerçek bir kişiden neden daha gerçek olduğunu, yaşamın, insanın ve edebiyatın taşıdığı büyüsel sınırları öğrenebiliriz.
Bu yazıda kendi tarafıma ayırdığım yazarlardan 19 ve 20.yy’a ait olanların bir kısmına değindim.
Kendi tarafıma ayırdığım yazarlara benim için ilk ve en büyük yazar olan Homeros’tan başlayıp günümüze kadar gelen onlarca isim daha ekleyebiliriz. Okuduğum, etkilendiğim ama bir tarafa ayırdığım yazarlar yüzlerce, binlercedir; kendi tarafıma ayırdıklarımsa onlarca.
Şimdilik bu kadar.
Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Diğer mitoloji yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
Sayin Nihat Kopuz iyi bir okur olduğum söylenebilir. Okur olmanın yanında yazar ve niteliklerini yazma koşullarını, karakterlerini kalemlerinin gücünü kısacası her şeyi merak ederim. Evet tüm hepsi ilginçti. Daha çok anlatılacak yazar var. Devamını dilerim. Teşekkürler.
Hülya Hanım teşekkür ediyorum, sevgiler..
Tadımlık bir yazı. Bir kahve molasında okunuveren hoş bir yazı. Yazıdan tat alınabilmesi için adı geçen yazarlarla biraz “tanışık” olmak gerekir diye düşünüyorum.
Borges’i hiç okumadım. Üzerinde çok konuşular “kimi yazarları” okumama konusunda sanki biraz “ukalayım.”
Nihat Kopuz arkadaşıma teşekkürler.
Sevgili Hülya arkadaşıma da bir merhaba demeden geçmeyeyim.
Esen Yel teşekkür ediyorum güzel sözlerinize. Beğenmeniz, ilginiz memnun etti beni. Sevgiler..
Esen Yel Hocam sevgi ve saygımla teşekkür ederim