“DÜŞÜŞ” RÜYA ÂLEMİ GİBİ AŞK HİKÂYESİ
Seda Ünsar’ın Düşüş: “siyaset ve felsefe odasında aşk hikâyeleri” kitabı son zamanlarda okuduğum en sıra dışı ve dünya edebiyatına en yakın bulduğum roman diyebilirim.
Roman boyunca Amerika’dan Avrupa’ya, Türkiye’den Tayland’a savrulan mekânda, Mo Yan’ın, Joseph Conrad’ın, Tolstoy’un ağdalı, uzun tasvirleri, Dostoyevski’nin psikolojik çözümlemeleri, Çehov’un insan doğası üzerine tiratları, Virginia Woolf’un kendi etrafında dönen düşünce girdapları ve varoluşçu felsefenin hayatın anlamı ve anlamsızlığı üzerine kavramları arasında gidip gelirken, hem modern hem post modern bir hikâyenin içinde olduğumu düşündüm. Ne demek istediğimi şöyle anlatayım.
Roman bir rüya âlemi gibi açılan bir aşk hikâyesi ve bu hikâyenin kadın başkahramanının kaleme aldığı bir başka hikâyeyle açılmışken; sanki okyanus manzaralı bir yolda sakince ve manzaranın tadını çıkararak ilerlerken, birden direksiyon kırıp bir ormana dalan bir otomobil gibi, iki ana karakterin oldukça üst düzey bir akademik tartışma üzerinden şekillenen diyaloğuna dönüşüyor. Henüz karakterler ve kurgu oturmamışken böyle bir giriş, okuyucuya meydan okuyan, sarsıcı bir giriş.
Öte yandan, romanda ilk algıladığımız şeylerden biri, iki ana karakterin (gizemli bir S ve Ali) gerçek hayatta sıklıkla rastlanamayacak entelektüellikte ve hayatı pratikten ziyade teoride, romanlardaki ve filmlerdeki gibi yaşayan (ve yaşamayı arzulayan) karakterler olduğu. Bu açıdan bakıldığında, okuyucunun böyle bir diyaloğun içine direkt olarak sokulması aslında bir aykırılık ya da meydan okuma değil, romanın sıradanlığın dışındaki doğasına çok uygun bir durum (ki sıradanlık da roman boyunca karakterlerin savaştığı yel değirmenlerinden biri). Yani aslında okuyucu bu iki ana karakterle tam da hayatın içinde en oldukları gibi halleriyle tanıştırılmış oluyor. Üstelik yazar karakterlerin entelektüel dünyalarındaki düşünceleri monologlar ve diyaloglarla tüm romana yaydığı için, bu açılışa, genel gidişata bir ön sunuş da diyebiliriz.
Litera Edebiyat Dergisi’ndeki bir inceleme yazısında, romanın düşünce ağının yoğunluğu Thomas Mann’ın Doktor Faustus’una benzetilirken, Ali’nin hayatına girip çıkan karakterler arasında Murakami’nin sıra dışılık ve yalnızlıkla örülmüş karakterleri arasında gördüğümüz ve sözle çok da ifade edilemeyen fakat netlikle hissedilen bağ gibi bir bağ hissedildiği yazılmış. Bu tespit, bize, işte tıpkı yukarıda anlattığım sıra dışı girişi gibi, romanın, yine alışılagelmişin dışında, bir yanda modern edebiyatın başat özelliklerini sergilerken, bir yanda post modern edebiyata göz kırptığını gösteriyor. Örneğin, Ali’nin rüyaları ve geçmişi hatırlamalarında yarı sürreal bir anlatım kullanılırken veya S karakteri metaforlarla kaplı bir kapitalizm ve emperyalizm eleştirisi olan bir hikâye yazarken post modern edebiyat nitelikleri sergileyen roman; özellikle Ali’nin yazdığı “roman içinde roman” kısmında klasik dünya edebiyatı, modern edebiyat tarzı bir dille karşımıza çıkıyor.
Kitabın açılışında T. S. Eliot’ın “Düşünceyle gerçek arasına, devinimle eylem arasına, düşer gölge” dizelerinin ithaf edildiği karakter olduğunu düşündüğüm gölge karakter Ali, romanda varoluş sancısını bir roman yazarak yaşıyor. Bu roman, bir 19. yüzyıl Rus hikâyesi. Ana karakter Sergey Andreyev Kuruzkov da tıpkı Ali gibi iflah olmaz bir romantik; çağının tipik bir idealisti. Ali ile Sergey’in en temel farkı belki Ali’nin ideallerin öldüğü çağda yaşadığını sık sık düşünüyor ve bunu hayıflanarak dile getiriyor oluşu. En azından Ali’nin gözünde Sergey devrim umudunun hala var olduğu bir dönemi, kahramanlık çağını temsil ediyor. Ya da Sergey Ali’nin üst benliği gibi karşımıza çıkıyor.
Varoluşçuluğun olmazsa olmazı özgürlük metaforuna, yazarın ontolojik olarak bağlı olduğunu sıklıkla vurguladığı erdem ve bilgi metaforlarıyla, roman boyunca, birçok başka metafor da eşlik ediyor: Ölümsüzlük, sıradanlık, aşk, “mutlu olma baskısı”, “onurlu bir yaşam için ödenecek bedel”, “gerçeğin peşine düşme” ve kayıp zaman beni en çok sarsan konular. Tüm bu konulara yazar karakterlerin rüyaları, başlarına gelen olaylar, diğer karakterlerle girdikleri diyaloglar kadar filmler aracılığıyla da temas ediyor. Hem mekan, hem metafor olarak Mulholland Drive filmi ile mekan ve özgürlük konusunda Heat filmi ve aşk ve özgürlük konusunda Eyes Wide Shut filmi bence romanın içinden geçen filmlerden en önemlileri. Yazar Birgün Gazetesi’nin Pazar Eki’nde “Maske, Kapitalizm ve Bilinçaltı” başlığıyla Eyes Wide Shut’ı ve “Amerikan Rüyası, Rüyanın Ölümü ve Amerikan Kâbusu” başlığıyla Mulholland Drive’ı ele almış. Varlık Dergisi’nde David Lynch’ten bahsetmiş. Romanda politik içeriğiyle derin bir kapitalizm kritiğinin parçası olan Snowpiercer ya da LA’de hayatın sıradanlığına dokunmak için Pulp Fiction bahsi ve özellikle Ali karakterinin melankolisinde başka eski Amerikan, Asya ve Avrupa filmlerinin ve Afife ile Ali arasındaki bağda Yeşilçam’ın tuttuğu yer de hayli önemli.
Fakat hepsi bu değil. Romanın en ilginç yanlarından biri de Braudel, Wallerstein, Marks, Althusser, Horkheimer, Marcus, Weber, Holbach, Diderot, Voltaire, İbni Rüşd, Gazali, İbni Sina, Ömer Hayyam, Farabi, Hume, Descartes, Spinoza, Schopenhaur, Buffon, D’Alembert, Hobbes, Plato, St Augustinus, St Aquinas, Marsilius, Dante, Rousseau, Foucault, Gramsci, Derrida, Hannah Arendt, Simone Weil, Saint-Simon, Franz Fanon, Fukuyama, Douglass North, Bakunin, Proudhon, Slavoj Zizek, Ayn Rand, Bernard Shaw gibi onlarca düşünürü, tarihçiyi yoğuran olağanüstü zengin ve hatta akademik kaynak olabilecek nitelikteki entelektüel soyağacı ve her birinin açıklayıcı dipnotlarla anlatımı diyebilirim. Tüm bunlara sinema ve edebiyat künyesini de eklersek, neredeyse sırf bu soyağacı üzerine bir yazı yazmamız gerekebilir. Bu noktada yazarın NTV Radyo Köşedeki Kitapçı programında Adnan Bostancıoğlu’nun vurguladığı gibi bir ÖYS Türkiye derecesi, Amerika’da burslu doktora ve Avrupa’da postdoktora gibi Türkiye’de eşine zor rastlanacak, başarılı akademik geçmişinin izlerinin farkına varıyoruz.
Seda Ünsar Düşüş’te üst kurmaca tekniğiyle roman içinde romanı ve montajlama tekniğiyle bilimsel bilgiyi ana roman kurgusuyla ustalıkla harmanlayarak çok katmanlı ve dikkatle okunması gereken, özgün ve farklı bir eser ortaya koymuş.
Diğer kitap, analiz yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
https://www.literaedebiyat.com/post/dusus-seda-unsar-inceleme-hakan-tarman