uc-arkadas-filmi-02
İbrahim Paşaoğlu

ÖZÜRLÜ YEŞİLÇAM

Engelli karakterlerin bolca yer aldığı Yeşilçam sinemasından, karşılıklılık ilkesi gereğince onların hatırası adına sosyal duyarlılık yaratma kabilinden bir şeyler beklemekle çok mu ayıp etmiş oluruz? Bu konuda bir film hariç neden tek bir örnek yok? Batıda Quasimodo, Cyrano de Bergerac doğdukları yüzyılın ve sonrasının yaşamına hümanist bakış açılarıyla yön verdiler. Avrupa, aşk ve özgürlük kavramlarını bu karakterler üzerinden sorguladı. Bu yapıtların etkisi büyük oldu hümanist fikirlerin doğup gelişmesinde.

Batı bu edebi eserlerin filmlerini yaptı. Daha sonra Rain ManMy Left Foot, hemen akabinde Güzel ve Çirkin, Elephant Man, yüzyılın son çeyreğine doğru evrim basamağında bir sıra daha atlayınca X Man’ler, Heroes’lar, Hell Boy’lar… Tümü birden Qasimodo’nun torunları olduğuna inandığım bu aile üyeleri, ezici çoğunlukla, normalle ya da kendileri gibi olup kötü tarafa geçenlerle savaşırken ötekileştirmeye karşı da kılıç sallamış oldular.
Batı onlarla birlikte insanlığı yeniden keşfederken Yeşilçam çoktan kasayı doldurmak için seri üretime geçmişti bile. Şimdi, nicelikler komedyasından geriye birbirinin neredeyse kopyası yüzlerce hikâye kaldı.
Fakat burada tümüyle Yeşilçam’ı suçlamayalım.
Çünkü insanların “kaza” eseri görme kabiliyetlerini ya da duyma yetilerini kaybettikleri filmlerde gördük ki bu kazalar genellikle senaryoların tıkandığı yerlerde devreye girmişler. Uzaklardan gelen bir araba, damdan düşer gibi gelip kahramanımıza çarpmış ve Yeşilçam senaristini içine düştüğü kısır ve üzücü durumdan kurtarmış.
Neyse ki haberler iyi; hasar o kadar da büyük değil. Yatakta ya da tekerlekli sandalyede oturan kimse kalmadı.  Hepsinin birden ayaklanması hayra alamet değildir. Bunlar korku filminde olsa dudağımız uçuklar.
Peki, neden böyle oldu?
Bu kara yazıyı yazmama sebep olan cevabı veriyorum:
“Özürlü Yeşilçam” tıpkı müdavimleri gibi onları o şekilde bırakmaya ve görmeye tahammül edemedi. Bu filmler saman sürüsü kadar çok olduğu halde yine de meselenin özüyle hiç ilgilenmedi. Hatta toplum nazarında utanılacak bir şeymiş gibi bazı esas kız ve oğlanların, başlarına gelen üzücü ve kahırgan kazayı saklamaya çalıştıklarını gördük. Yeşilçam filmlerinde, finalde, tekerlekli sandalyenin tavan arasına kaldırılmadığı tek bir film yoktur. Onları olduğu gibi kabul edemedik ne yazık ki.
Daha ne söylemek gerekiyor? Yeşilçam onları doğurmadı bile, ne doğuştan bir Quasimodo’muz, ne de Cyrano’muz oldu. Hep bir kaza, hep bir feleğin sillesi. Arabesk dönem, tekerlekli sandalyenin devamıdır belki de.
Yeşilçam ne yazık ki sanattaki genel ilkeyi unuttu.
 Belki de bunu hiç dert etmedi kendisine.  Popülizmin dümen suyunda debelenerek hem kitlelerin bilincinde derin tahribatlar yarattı hem de o kitleden beslendi. O kitle yani halk “güçlü” ve “sağlıklı” insanlar görmek istiyordu ve Yeşilçam onlara görmek istedikleri şeyi verdi. Tek vuruşta düşman askerlerinin dizili lobutlar gibi devrildiği, insanların mucize kabiliyetinden sağlıklarına kavuştuğu bir harikalar diyarı izletti onlara.
Özgün olmayı genellikle başaramayan Yeşilçam “özürlü” filmlerinin modasının geçmeye başlamasından sonra, batılı çizgi roman karakterlerinin etkisinde kaldığı kısa bir dönemin sonunda tarihi filmlere geçiş yaptı. Yeşilçam’ın tekerlekli sandalyeden kalkışı o kadar ani oldu ki batıdan kopya çeken kolu hızını alamayarak hücuma geçti. Malkoçoğlu gibi “güçlü ve üstün” karakterlerin düşman surları üzerinde hoplayıp zıpladıklarını gördük. Yeşilçam bir türlü insan gibi oturup kalkmasını bilemedi ve normalleşemedi.
Herhalde başka hiçbir sinema yoktur ki güç tutkusunun ve nihayetinde popülizmin oyuncağı olsun. Şimdi arada bir karşılaştığımız bu tekerlekli sandalye filmlerini hafif bir tebessümle hatırlıyorsak eğer tamamen çaresizlikten yapıyoruz bunu. Yüzümüzü maziye döndük diye kınama cezası almayız çünkü kötü zamanlardan geçiyoruz.
Üç Arkadaş gibi masumiyetinden ve samimiyetinden ötürü kült olmayı başarmış bir filmden de mi ders almadın ey Yeşilçam?
Harap bir köşkte yaşayan üç “looser”ın, evlerine aldıkları kör bir kıza kendilerini zengin olarak tanıtıp evi gezdirdikleri sahne unutulmaz. Kızın körlüğünden istifade ederek duvardaki maymun portresini Artin Efendi’nin dedesi olarak tanıttıkları sahneyi herkes hatırlar. Sanırım Yeşilçam’ın salya sümük akıtmadığı, engelli biri ile ve kendisi ile dalga geçtiği tek film budur. Pek insanca.

 

Diğer sinema yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir