3-27-2013 23-22-52_028oyk
Hale Koray

İYİ Kİ ÖLÜM VAR

Ölüyordu İsmail. Üstübeçli duvara bir sinek konup konup kalkıyor. Odada lizol kokusu. ”Hatçeee…” diye seslendi yırtılan kağıttan çıkan sese benzer sıyrık bir sesle. Hatice yanıbaşındaydı bütün gece. Arada başını saman yastığa koyup bir uyukluyordu. ”Burdayım Ismayıl” dedi adamının elini usulca sıkarak. İsmail duymamış gibi ”Hatçeee” dedi yine. ”Burdayım, burdayım…”

”Ayakyoluna gideyim.”
”Dur Ismayılım, sürgüyü getireyim.”
”İstemem. Sürgü istemem, ayakyoluna…”
Yürüyecek hali olmadığını biliyordu oysa.
Hatice yer yer emayesi dökülmüş sürgüyü getirdi. Ördek diyorlardı buna.
İsmail’in altına yerleştirdi. Artık içdonunu giymiyordu.
Bir süre sonra kesik kesik şırıltılar duyuldu.
Büyük abdets yapmıyordu pek. Bir şey yemediğinden herhalde.
Sonra öksürmeye başladı. Hatice alışkındı bir süredir bu nöbetlere. Küçük plastik leğeni koşturdu bu defa alışkın hareketlerle. İsmail kan tükürdü içine.
Sonra özenle götürdü, ocağın yanına koydu leğeni. Aldığı yere.
Hastaneden ”alın eve götürün” demişler.
Damat anlattı.
Hademenin eline on lira sıkıştırmış, kamyonete binmesine yardım edince.
Yastıkları kabarttı başının altındaki, bir şeyler yapmış olmak için.  Hiçbir şey yapmazsa ölüp gidecekti sanki. Onu canlı tutmak için faydasız bahanelerdi bu dönüp dolanmalar. Tek faydası, hazırlanmak. Daha önce görmüştü ölmüş birisini. Nenesini. Çoktan buz gibi olmuştu nenecik o eve geldiğinde. O günler hiç bir şey mutsuz edemiyordu insanı. İnsan değil, çocuk. Çocuk farklı bir yaratık. Kimseye benzemeyen. Aklı fikri mutlu edecek bir şeyler keşfetmekte. Kelebeğin ucuşu, akşam güneşinin soluşu. Her şey bir büyük macera. Kimseye verecek hesabı yok.
”Ah be Ismayıl, seni ilk gördüğümde sevmemiştim. Babam, bu adam seni istedi, verdim, dediğinde ne kadar kızmıştım” diye konuştu kendisiyle. Gerdek gecesini hatırladı. İsmail ”ben yerde yatayım, sen rahatsız olma” demişti. Sonra da usulca saçlarını okşamış ve ”bir cugara içsem, rahatsız olun mu?” diye sormuştu. Bir zaman ayrı yattılar.  Kaynananın ”çarşafı görecem” diye tutturmasına hiç kulak asmadı ikisi de.
Şefkatliydi İsmail. Köyde hatırı sayılırdı. Kahve işletiyordu. Kahveye gelenler arasında okula yeni atanan komünist öğretmen ile iyiydi arası. Her dediğini anlamasa bile seviyordu onunla sohbeti. Sık sık ”İsmail abi sigarayı bırak!” derdi öğretmen. İsmail de hissediyordu sigaradan pek hayır gelmeyeceğini ama n’apsındı, pek keyifliydi dumanı içine çekmek.
Akşam eve geldiğinde Hatice sofrayı kurmuş olurdu. ”İyi yemek pişiriyor bu benim Hatçem.” Fazla övücü olmak tersti ona ama bir bakış, parmakları ortada toplayıp ıhımmm diyen el işaretiyle yemeği sevdiğini belli ediyordu. Beğenmediği zaman bile. Sonra bir gece ”Kız Hatça çok sovuk bura” dedi. Hatice yorganın ucunu kaldırdı ve sadece gözleriyle ”gel o zaman, ne duruyorsun” dedi. Düşündüğünden güzel buldu o işi. İsmail’in terli ağırlığı, kesilen soluğu ve sarsılan gövdesinin onda yarattığı tad yeni bir şeydi. Müthiş bir güce sahip olduğunu hissetti.
”Ben olmasam, Ismayıl böyle bağıramazdı.”
Aynı gücü çocuklarını doğururken de hissetti sonraları.
Dört çocuk. Üçü kız. Oğlan en son doğdu. Tam herkesin ”Hatçe’nin oğlu olmayacak” dediği zamanda.  Oğlan babasına benzedi. Yumuşak sesli ama dağlar gibi sarsılmaz heybete sahip bir çocuktu. Öbür bebeler gibi saldırmazdı memeye. Sağa sola cıva tanesi gibi dağılan kıvırcık bakışlarla bakar, sonra usulca dayardı minik ağzını anasının meme başına. Kızlar büyümüştü o doğduğunda. Hatçe’nin etrafında toplaşır seyrederlerdi Korkut bebeği. Korkut ismini ortanca kız bulmuştu. Kitap okurdu çok. Dede Korkut masallarına düşkündü çok. Bir de göbek adı vardı bebeğin. Ata. Babası koymuştu. İsmail Atatürk’ü pek severdi. Orta üçe kadar okula gitmişti. Tüm iyilikleri ondan bilrdi. Sık sık ”başımıza onun gibi bir önder lazım bizim” sözünü tekrarlardı özellikle hoşuna gitmeyen bir olay olduğunda.
Atatürk olsa bütün mesele hallolacaktı.
Yollar düzelecek, kavgalar bitecek, yoksulluk sona erecekti…
Atatürk ağaç severdi.
Atatürk çocuk severdi.
Atatürk okuyun derdi.
Atatürk ”yurtta sulh, cihanda sulh” isterdi.
Var mıydı Atatürk gibisi?
”Çok erken gitti” derdi İsmail, ölmüş ustanın yarım bıraktığı bir oyma sandalyeye bakar gibi.
Dalıp gitmişti yine Hatice.
O sesle uyandı ”Hatçe kız, Hatçe diyom, duymuyon.”
”Burdayım Ismayıl.”
”Ayakyoluna… Sürgü istemem, ayakyoluna…”
Yırtık kâğıt sesi çok kararlıydı.
”Dur” dedi Hatice. ”Geline sesleneyim.”
Kapının önüne çıktı. Çivit rengi cümle kapısının dibinde hasır tabureye oturmuş dantel işleyen gelinine seslendi: ”Yuğrum, Kirazım, gel yardım et, bubanı ayakyoluna götürelim.” Kiraz ikiletmedi. Danteli, tığı, kukayı dikkatle yanındaki dibeğin üzerine yerleştirip gebe karnını sallayarak koştu. Gençti, dinçti, iyi huyluydu Kiraz.
Ve epeyce hamileydi.
Birbirine çok benzeyen bu günler birbirini takip etti.
Eve gidip gelenin hesabı yoktu.
Hatice yorgundu.
Çay pişir, kahve pişir. Sofra yay. Yemek yap.
Sonra İsmail’in başucunda uyukla.
İçinde uzak bir yerde duymak istemediği, duyulmasına asla razı olamayacağı bir ses soruyordu ”Ne zamana kadar?” Cevabı da epeyce korkutuyordu. İsmailsiz hayat??? Olabilir miydi? Bu yorgunluk biterdi belki. Başka bir yorgunluğa yer açmak için biterdi.
İyi ki ölüm var.
Bu yorgunluk dinlenmeyle biter gibi değildi.
Korkut Ata’ya telefon etsinler.
“Baban öldü” desinler.
Yok öyle demesinler.
‘’Hakkın rahmetine…’’
‘’Seni sordu.’’
Yok öyle demesinler.
‘Keşke burda olaydım’ diye üzülür çocuk.
Oğlunun doğumuna gelecek.
Oğlu olacakmış.
Artık söylüyor doktorlar. Hep maviler hazırlayıp kız doğurmuyor gelinler bizim zamanımızdaki gibi. Neydi o öyle. Haydi, hepsini at sandığa, başla pembelere.
Korkut Ata buralarda olmak istemedi hiç.
Uzakları özledi. Görmediği bilmediği uzakları.
Anası Hatice’nin kızken özlediği uzakları.
Buradan başka her yer…
Oysa herkes Hatçe’nin bu salkımsöğütlü dere kenarını çok sevdiğini sandı.
Korkut Ata epeydir sırasını bekliyor Almanya’ya gitmek için.
Ya da Belçika’ya.
Amerika olsa da olabilir ama orada tanıdık yok.
‘’Tanıdık olmayan yerin dilini, dinini anlayamam ki.
Oğlumun adını İsmail koyacağız tabii.’’
İsmail ölürken kimsenin ismini söylemedi.
Hiçbir şey demedi.
Öksürdü, öksürdü.
Sonra öksürmez oldu.
Horoz bir hayli öttü.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir