aysu (2)
Aysu Sevtekin

AŞKIMIN GÜNEYİNDE VUSLAT

Sıcak bir ağustos sabahı, nefesini sıkıştıran gecesinin aksine tüm şefkatiyle selamlıyordu onu. Soluğu Büyükada’da almıştı sabahı zor ettiği o geceden sonra. Adaya adım atar atmaz İstanbul’dan çok uzağa geldiği hissine kapıldı. Ne yapacağını kafasında tasarlamadan yürümeye başladı. Nefis mimarisi olan beyaz, otantik Ada evlerinin, begonvilli, mor çiçekli yemyeşil dar sokakların arasında alabildiğine yürüyordu. Her zaman gittiği ve ona iyi gelen otelin bahçesine gitti sonra. Denizi görmek istedi.

Maviyi görmek, Güney’i görmekti. Fiziksel olarak yanında olamasa da hep kalbinde taşıdığı aşkını hiç olmazsa denize yüzünü döndükçe görüp hissetmek istedi. İçinde tarif edemediği bir coşku ve hüzün aynı anda yükseliyordu. Hüznü nedenini kavrayabiliyordu. Adı kocaman özlem olan devasa bir hüzündü bu. Belirsizlik ve Araf duygusu da çok zorluyordu artık şüphesiz. Ancak özlem… Ona ne yapsa çare bulamıyordu.
Son iletişimlerinin üzerinden yine uzun zaman geçmişti. Aylar sonra yüz yüze görüşmüşlerdi. Kalbinin çarpıntısını ağzında hissederek, çocuklar gibi sevinerek gitmişti o görüşmeye. Çok da iyi gelmişti onu görmek, onunla konuşmak. Kısa sürdüğü için birçok şeyi ifade edememişlerdi birbirlerine. O kadar çok şeyi vardı ki anlatacak ve ondan dinlemek, duymak istediği. Zaman kısıtlıydı ama karşısında sevdiği adam olunca zaten hep su gibi akıyordu zaman. Şükretti gördüğüne, o güzel anlara. Gerçi söylediği birkaç söz kafasını çok kurcalamıştı ve o gün kendine zor gelmişti. Aylardır sezgisi, içsesinden emindi oysa. Hayatta en güvendiği özellikleriydi kendinde, onu hayat her zorladığında tüm gücüyle ayağa kaldıran o sezgileriydi ve yanılmazdı. Saatlerce düşündü, evirdi, çevirdi, kararını verdi; iç sesinden emindi, çok güçlü aldı cevaplarını dingin alanda kendiyle baş başa kaldığında. O sözlerinin başka bir anlamı olduğuna, bir açıklaması olduğuna, mutlaka çok zaman geçmeden açıklayacağına. İç sesine inanmayı seçti ayları ve her şeyi uzun uzun düşündükçe. Sonraki her iletişim nefes aldırmış ve iyi gelmişti ona. Ancak sonra yine mesafe açılmıştı. Aralarındaki uzaklığı düşündükçe göğsü sıkıştı. Kafasını önce gökyüzüne kaldırdı. Derken uzaklarda gördüğü yelkenliye takıldı gözleri.
Sonra çantasından dergisini çıkardı. Okudukça iyi hissediyordu. Saatlerce denize bakarak oturdu, okudu, hayallere daldı, derin nefesler aldı. Günün en sevdiği saati, gün batımı zamanı geldiğinde ise iskeleye doğru yürümeye başladı. Her baktığında farklı renk, ahenk ve fevkaladelik gördüğü bu enfes doğa olayı yine aklını başından almıştı. Her bir anı usta bir orkestranın enstrümanlarına basılan her tuşun notasıyla esere kattığı gibi eşsiz ve eksiksizdi. Bir notayı kaçırsa o anın güzelliğinden o kadar mahrum kalacağını hissediyordu. Deniz mavisi ve gök kızılı, moru, pembesi sayısız renkli bu sahne, aşkına kavuşacağı anın ruhundaki renklerinin evrene tezahür edişiydi adeta. Birlikte de izleyeceğiz. Biliyorum, dedi kendi kendine usulca.
Dönüş motoruna bindiğinde güneş yeni batmıştı. Doğanın sunduğu görsel şölen, Güneş batsa da tüm renkleri ve ihtişamıyla devam ediyordu. Dönüş yolunda bir martı yaklaştı onunla aynı hizada, onu yalnız bırakmadan bütün güzelliğiyle nazikçe uçuyordu. Gözleri doldu. Bugün yoldaşım oldunuz martılar dedi. Kalbimin, ruhumun yoldaşı da hep orada diye iç geçirdi. Denizin berraklığına karışan gökyüzünün bulutsuz, gölgesiz rengi huzur verdi zihnine. Köpükler beyaz beyaz çıkıp kabardıkça, rüzgârla yükselip yüzüne sıçradıkça suyun damlaları, arındığını hissetti. Sonra martının kanatlarına verdi dikkatini. O bembeyaz renkteki hareketi seyre daldı. Kimi zaman çırpıyor, kimi zaman verdiği eğimle dönmek için kullanıyor, bazen de hiç hareket ettirmeden tam bir denge ve dinginlik halinde, kendinden emin, mağrur şekilde tüm zarafetiyle süzülüyordu. Hayatın akışı gibi dedi kendi kendine. Çırpınmak da var, keskin virajlar da yoluna aynı sağlamlıkla devam etmek için, virajı atlatmak için esneklikle eğimler de, sonra tüm gücün ve inancınla, dinginlikle, dengede devam etmek de var. Dengede devam ederken martı, o huzuru içinde hissetmişti. Sonra gözlerini kapattı. Rüzgârın saçlarını dağıtmasına, yüzünü okşamasına, yol boyu eşlik eden martının sesine, ciğerlerine çektiği iyot kokusuna teslim etti kendini.
Gelen mesajın sesiyle irkildi birden. Gözlerine inanamadı. Mesaj Güney’den geliyordu. “Fenerbahçe Parkı’na gelir misin? Seni orada bekliyorum.” Heyecandan eli titremeye başladı. Bacakları tutmuyordu, ayakları buz kesti. Emindi aylardır ifade edilmeyenlerin dile geleceğinden. Bu heyecan başka hiçbir şeye benzemiyordu. “Tamam, bir saat içinde oradayım” yazdı. Kalp atışları çok hızlanmıştı. Kendini telkin etmeye çalıştı. Sakin ol Irmak. Bu şekilde gidemezsin, hareket edip o arabaya binmek ve oraya gitmek için vücut kimyanın düzelmesi lazım” dedi kendine. Sonra güldü haline. Aşk sen neler yapıyorsun bana?
Sayısız düşünce ve duyguyla geçmişti Bostancı-Fenerbahçe arasındaki o kısa yolculuk. Arabasını park etti. Güney’i parkın neresinde olduğunu sormak için aradı.
“En sonunda, denize, buruna yakın yerinde. Senin o hep sığınağım dediğin köşede. Artık sığınakta tek başına değilsin, buradayım.”
Dondu kaldı. Sevinçten ne yapacağını şaşırdı, gözlerinden akan yaşlara mani olamadı. Aylardır beklediğinin yanına gitmek için önce gözyaşlarının durmasını bekledi. Haykırmak istedi, yapamadı. Koşarak bir an önce oraya varmak istedi, bedenin kimyası izin vermedi heyecandan. Şükürler olsun. Bu defa gerçekten geldi, geldi, dedi kafasını gökyüzüne kaldırarak. Yürüdü, yürüdü. Sonunda Güney’i gördü aylarca tek başına nefes almak için gittiği o sığınaktaydı. Oradaydı. Bütün gerçekliğiyle, kanlı, canlı, sevgi dolu gözlerle ona bakıyordu. Fazla bir şey söylemeden sarıldılar. O sarılmada ağızdan çıkmayan çok fazla sözcük ruhları arasında çoktan kaynaşmıştı. Banka oturdular. Denizde dalgalar usul usul kıyıya vuruyordu, yaz sonbahar arasında hafif bir akşam meltemi saçlarına değiyordu. Hava yeni kararıyordu. Yakınlarında kimseler yoktu. Daha önce her geldiğinde coşan kuşlar, kediler, martılar sessizdi. Doğa tüm sakinliğiyle kucak açmıştı. Evren adeta susmuştu tümüyle, sahne sizin, konuşma sırası sizde diyerek büyülü bir ortam hazırlamıştı. Güney söze girdi.
“Aylardır yapamadığım, söyleyemediğim ne varsa hepsiyle buradayım. Şartları, nedenlerini anlatacağım. Ama hepsinden önemlisi ve öncelikli olanı; artık buradayım. Her şeyi konuşacak uzun uzun vaktimiz olacak. Şimdi bu anda sadece seni, bizi, bu anı yaşamak istiyorum.”
Irmak daha fazla tutamadı kendini.İki elini ağzına götürdü, gözlerinden öylece akıyordu yaşlar. Bir yandan gülüyor diğer yandan ağlıyordu.
Bankta birbirlerine daha da yaklaştılar. Güney iki avucunun arasına aldı Irmak’ın yüzünü. Gülümsüyorlardı birbirlerine.
“Başardık sevgilim. O karanlık gecelerin, günlerin hepsi bitti. Yalnız değilsin artık.”
Bir süre öylece bakıştılar
“Bir şey söylemeyecek misin?” dedi Güney.
“Bence ben cevabı çoktan verdim.”
 Elleri titriyordu Irmak’ın. Güney ellerini, ellerine aldı, kokusunu içine çekerek öptü.
İki dudağın birleştiği anda, gün batımının eşsiz haz verdiği renklerin kalplerini titretmesinden daha derindi duyguları. Park, deniz, kuşlar, kediler, hiç kimse ve hiçbir şey yoktu o anda. Var olanlar da yoktu. Sadece ikisi vardı. Güney sımsıkı sardı ince belini Irmak’ın. Aylarca sarılamadığı her anın acısını çıkarırcasına kokusunu içine çekti. Şimdi anlıyorlardı ki bedenler birbirini tanımadan çok önce ruhlar tanış olmuştu.
“Ne hissettiysen, sezdiysen hepsi doğruydu. Benim susmak zorunda olduğum, şu anda söylediklerimin çok daha fazlasını söylemek istediğim ama söyleyemediğim o anlarda sen öyle güzel tutundun ki inancına, umuduna, bize, sevgimize, aramızdaki o içsel anlaşmaya. Bu zamana kadar dolaylı da olsa hep sen ifade ettin, söyledin. Sıra bende. İçimden taşanların artık dökülme zamanı. Beni koşulsuz sevgiye inandırdın. Olamaz, böyle bir şey yoktur dedim önceleri, kalbim senin gibi emin olsa da zihnim nasıl olur diye baskı altına almaya çalıştı kalbimi. Ama emindim senin gibi, sadece inanmakta zorlandım bir süre. Hayatın tüm yaşanmışlıklarına o kadar zıttı ki her şey seninle, o kadar farklıydı ki. İyi ki bu kadar farklıydı.”
Nutku tutulmuştu Irmak’ın. Kesmeden dinledi. O kadar hasretti ve o kadar beklemişti ki bu cümleleri. “Bu anı gerçekten yaşıyoruz değil mi?” diyebildi.
“Anlatacağım çok şey var. Uzun zamandır söyleyemediklerim, söylediklerim… Hepsini konuşacağız. Çok üzüldün bu süreçte. Hiç istemedim aslında üzmeyi. Ben de çok üzüldüm her defasında. O şartların içinde o kadarını yapabildim sadece. Ama bitti, anlatacağım.”
“Anlatırsın sevgilim. Hiç kırgın değilim ki sana. Şu anda geldin ya, hepsi geçti.”
Son cümleye noktayı koyduğu anda “Bostancı motorunun kalkması için son beş dakika” anonsunu duydu. Aylar sonra içindeki güç, kalbindeki derin sevgi ve iç sesi, ilk kez aşkıyla kavuşmayı yazdırmıştı ona. Kendi kendine yüksek sesle fısıldadı.
Bu şimdilik içimden geçen bir hayaldi. Onlarcası beliriyor aylardır. Nerede, nasıl, hangi sözlerle olacağını bilmiyorum. Ama olacağını biliyorum.  Belki kaldırım taşında, belki bir parkta, belki bir kafede, belki çay bahçesinde ya da deniz kenarında. Hiçbir önemi yok. Sözlerin de önemi yok. O içinde hissettiğim sevgi bana akmanın yolunu bulur elbet. Her şey sırayla, mükemmel, kusursuz olmak zorunda değil, olmasın da. Zorluklar hiçbir zaman bitmeyecek. Yanımızda yolu yürüyeceğimiz yaşam yoldaşları olsun yeter ki, geri kalan her şeyle çok daha sağlam mücadele edilir sevginin, inancın, o güvenin verdiği güçle. Güney yanımda olsun diyorum önce, kalan her şey olur. En mükemmel an şimdi, en güzel yer senin geldiğin yer, en güzel hali senin yaptığın ve senden bana olan ne varsa. Bekliyorum sevgilim. Ruhumun bu kadar derin hissettiklerini yaşamaya, görmeye, bilmeye çok ihtiyacı var. Birbirimize çok ihtiyacımız var. Bu anları yaşamayı hak ediyoruz. Ve bugün bana bunları ilk kez yazdıran ses konuşmuyor, haykırıyor artık. Geliyor, çok az kaldı. İyi ki varsın…
Seni çok seviyorum…

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir