KAPAK (27)
Sülbiye Yıldırım

Flaubert'in Burjuva Nefreti; “MADAM BOVARY”

 

“Yeryüzünün tanrısı paradır.”

Hans Sachs

Madam Bovary’yi okumayan hatta ana karakterinden yola çıkılarak isimlendirilen ‘bovarizm’ terimini ve bu terimin psikolojiyle olan ilişkisini bilmeyen pek azdır ama romanın neredeyse unutulan ‘Taşra Adetleri’ alt başlığını çoğunluk bilmez. Oysa romanın yazılış amacının ya da daha doğru bir yaklaşımla yazılmasını sağlayan itici gücün Gustave Flaubert’in taşra burjuvazisine olan nefreti olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunu romanı yazarken mektuplaştığı sevgilisi Luise Colet’e açıkça yazmaktan çekinmemiştir.

“İki şey bana devam etme gücü veriyor, edebiyat aşkı ve burjuvazi nefreti.”

Taşra burjuvazisi ona göre ortalamanın üstüne çıkamayan, daha çok sıradan, ortalama insanlardan oluşmaktadır ve bu onun için korkunç bir durumdur. Kendisi de burjuvazinin bir üyesi olan Gustave Flaubert para, soy ve kafa bakımından kent burjuvasına dâhildir, ötekilerden daha yukarıdadır.

Burjuva sözcüğünde “kentte yaşayan” anlamına gelen terimsel tanımının dışında Flaubert’in yüklediği, yaşamın maddi yönüyle ilgili ve yalnızca yerleşik, geleneksel değerlere bağlı, estetik anlayış ve zevkten yoksun kimse “philistine” (kültür düşmanı burjuva) anlamı vardır. Marksist anlamda, üretim ilişkilerinin yarattığı sınıf anlamında burjuva değildir Flaubert’in burjuvaları. O yüzden de Madam Bovary’nin karakterleri birer philistine, diğer anlamıyla kaba, cahil taşra burjuvalarıdır. Hayatlarında paradan başka önemli hiçbir şey yoktur. Erasmus’un dediği gibi; “Pecunioeobediunt omnia”; yani philistine için “Para her şeyin efendisidir.
19. yüzyılın Fransa’sına ve Fransız Devrimi sonrası Avrupa’ya baktığımızda görünüm hiç de iç açıcı değildir.
Burjuvaziye karşı hissedilmeye başlanıp gitgide bir öfkeye dönüşen güvensizlik, kapitalistleşmenin yerle bir ettiği toplum yapısı, restorasyon ve gericilik dönemi, yeni bir sınıfın doğuşunun sancıları, bilimsel sosyalizmin gelişimi, 1871 Paris Komünü gibi dünyayı değiştiren olaylardır yaşananlar. Fransa bundan sonrasını çalkantılar, tedirginlik, yokluk, daha güçlü bir hükümete duyulan isteğin tetiklediği halk hareketleri ve iç savaşlarla yaşamaya başlayacaktır.
Geçiş dönemi olarak adlandırılan bu karmaşa ve kargaşa döneminde yüksek mevkilerde yolsuzluk, rüşvet, yalan ve talan almış yürümüştür.
Çürümüşlük her yandadır. Üstüne 1870 Fransa-Prusya Savaşı, savaş sırasında çekilen onca açlık, sefalete rağmen yenilgi sonrası Prusya’nın Fransa’yı işgali gelir. İşgale ve yetersiz yönetime başkaldıran Paris Komünü onu takip eder. Geleceğe yön veren olayların şekillendirdiği bir ortamın devamına doğmuştur Gustave Flaubert. Kıta Avrupası’ndaki çifte devrimin (1789-1848) ilkini görememiştir ama 1848 işçi devrimleri ile 1871 Paris Komünü’ne tanık olmuştur.
Madam Bovary romanı, Gustave Flaubert’in 19. yüzyılın Fransa’sında kendi tanıklıklarından yola çıkarak burjuva sınıfına ait değerlere bakış açısını yansıtmaktadır.
Bu sınıfı her zaman küçümsemekte ve bu topluma ait kişileri, maddi değerlere olan tutkuları ve sosyal statüye olan bağlılıkları nedeniyle eleştirmektedir. Romanında philistine olarak nitelediği taşra burjuvazisine duyduğu nefret aslında kapitalizmin dünyayı yozlaştıran, insan ilişkilerini bozan, insani değerleri alt üst eden gücüne duyduğu nefrettir. Kapitalizmin değerleri “Para”ya göre yeniden yapılandırdığı bir dünyanın yazarı olan Flaubert, yakın dostu Guy de Maupassant’ın söylediğine göre, burjuvayı şöyle tanımlar:
“Alçakça düşünen her hangi biri, burjuva sayılır…”
“Ah! Bu soysuz işçilerden, yeteneksiz burjuvalardan, ahmak köylülerden, iğrenç kilise adamlarından nasıl bıkkınlık duymaktayım!”* (s.366)
Flaubert aynı bıkkınlığı ve iğrençliği kendinde de görmektedir.
“Ben mi ‘anlaşılmaz bir kişiyim’ sevgili üstat? Hadi canım… Tersine; kimi zaman kendimde iğrenç derecede sıradan bir görünüm görür, kanımdaki burjuvalıktan tedirgin olurum.”* (s.66)
19. yüzyılda bilimsel ve düşünsel alandaki pozitivist gelişim edebiyatı da etkiler, realizm akımı doğar. Bir edebiyat akımı olarak realizmin uygulamasında Fransa öncüdür. Sert bir toplum eleştirisi, burjuva karşıtı tutumu Fransa realizminin önemli özelliğidir. Gustave Flaubert tam da bu dönemin yazarı, 1856 yılında yazımı biten Madam Bovary tam da bu dönemin romanıdır.
Gustave Flaubert romanını, görüşlerini almak üzere önce arkadaşı Du Camp’a gönderir, onun istediği düzeltmeleri yapar ve Madam Bovary 1 Ekim’den 15 Aralığa kadar Revue De Fara’de yayınlanır.

 

Roman tefrika edilmeye başladığından itibaren maceralı bir yolculuk seyri izler. Bu yayımlanma sırasında bazı pasajlar kendisine sorulmadan çıkarılır. Flaubert çok kızar. 15 Aralık fasikülüne bir protesto notu iliştirerek durumu okurlara iletir.
Bu protesto notuyla dikkatleri üzerine çeken romanın yazarına ve dergi yönetimine soruşturma açılır.
“Dava, 29 Ocak 1857’de, Paris’te 6’ıncı ceza mahkemesinde başlar, 7 Şubat’ta bir ödeme ile son bulur; en sonunda nisan ayında roman, yayımcı Michel Levy tarafından yayımlanır. Okuyucular üzerinde müthiş sükse yapar; ama yine de Saint Beuve ve Baudelaire dışında, genellikle eleştiri acımasızdır.”* (s.28)
Açılan davanın iddiası romanın genel ahlak anlayışına aykırılığıdır. Burjuva ikiyüzlülüğü hukuk vasıtasıyla sahnededir yani ama para cezasıyla kurtulur.
Roman teknik açıdan Nabokov’un sözleriyle “karşıtlıklar” üzerine kurulmuştur. Bölümler arasında hiç kesintiye uğramadan akıp giden bir hareket vardır. Madam Bovary’yi ölümsüz kılan Flaubert’in kullandığı roman tekniğinin yanında yarattığı burjuva karakterleridir. Flaubert burjuva ahlâksızlığının ve onun paraya tutkusunun yarattığı toplumsal çürümelerin eleştirisini yapar. Emma’nın romantizmin etkisindeki “trivial” (değersiz, saçma, içeriksiz) romanlardan kapıldığı hayallerden kendisine kurduğu dünyada, gerçek hayatla çatışırken acı ve çöküşle yüz yüze kalmasını da anlatmıştır. Gerçek hayatın acımasızlığında; zenginle yoksul arasındaki fark, Paris’le taşranın karşıtlığı, ahlaksızlığın yaşam biçimine dönüşmesine karşın toplumda hoşgörüsüz tavrın ikiyüzlülüğü, kısaca pırıltılı burjuvazinin yıkıcılığının, toplumdaki çürümeyi pekiştirmesidir işlenen.
Sıkı bir burjuvazi eleştirisidir Flaubert’in yaptığı ve bunu yaparken philistineyi cahil, kaba, kültürsüz burjuva olarak betimler. Kendisinin dâhil olduğu sınıfı ise “aydın” olarak niteler.
“Açıkçası, burjuvalara olan kin, erdemliliğin başlangıcı sayılır. Ben bu ‘burjuva’ sözcüğüyle gömlekli burjuvalar kadar, redingotlu burjuvaları da kastediyorum. İnsanlığı temsil eden, sadece bizleriz; yani biz aydınlarız. Daha iyi bir deyimle, insanlığın geleneğiyiz bizler…”* (s.132)
Madam Bovary romanındaki en önemli karakter Emma Bovary ise de en az onun kadar önemli olan ve romanın ana omurgasını taşıyan üç önemli philistine (taşra burjuvası) karakter daha vardır; Dr. Charles Bovary, eczacı Homais ve tefeci Lheureux.
Flaubert romanında bu karakterlerin temsil ettiği sınıfın değerlerini ve bunlara eleştirileri dile getirmektedir. Bunların yanında ortalıkta çok görünmese de ortaya çıkış zamanlarını ve temsil ettiği sınıfın gerileyişini ve zaman ayak uydurmaktaki yetersizliğini vurgulayan papaz Bournisien de önemli karakterlerdendir.
Dr. Charles Bovary’nin babası orduda cerrah başı yardımcılığı yapmış, adı yolsuzluklara karışınca istifa etmek zorunda kalmış birisidir.
Annesi zengin bir tuhafiyecinin kızıdır. Evlenirken altmış bin drahomalık çeyiz getirmiştir. İşten ayrılan baba bu çeyiz sayesinde çalışmaya gerek duymadan tam bir işe yaramaz adam yaşantısı sürer. Flaubert’in philistine tipi olarak; kısa yoldan zengin olma isteğinin getirdiği tutarsızlık ve dolandırıcılık özelliğinden dolayı, girdiği işlerde başarılı olamayan biridir.
Annesi ise Charles’ın yaşamını denetim altında tutarak onu yönlendirmeye, kendince zenginleştirmeye çalışmaktadır.
Evlenmesi için paralı kızları seçip oğlunun kısa zamanda sınıf atlamasına yardım etme çabası içindedir. Bu yüzden Charles Bovary, kişilik gelişimini tamamlayamamış, sürekli annesi tarafından yönlendirilen pasif bir karakterdir. İçinde yetiştiği sosyal çevrenin belirli kalıpları içinde sıkışıp kalmış sıradan bir ahlak anlayışının ve bayağılığın dışına çıkamaz. Bu nedenle de Charles’ın kişisel gelişimine katkıda bulunabilecek, öz bilincini geliştirecek ve dünya görüşünü genişletecek hiçbir imkân sunmaz ona.
Charles Bovary tipik bir taşra burjuvasıdır. Kültürsüzlüğün, maddiyatçılığın ve konformizmin hüküm sürdüğü bir çevrede yetişmiş birinin prototipidir.
Rouen’da tıp tahsili yaparken de toplumsal ve kültürel hayatın dışındadır. Hatta kültürsüzlüğünü zenginlik görecek kadar da cahildir. Yaşam biçimi ve burjuva toplumunun maddiyata dayalı çıkar evliliği anlayışıyla tam bir philistinedir.
Flaubert’in yapıtın ilk sayfasından başlayarak giyimi, davranışları ile tuhaf, gülünç, bayağı, itici, kaba bir fiziksel görünümle çizdiği Charles, bu görüntüsüyle yansıttığı ruhsal yapısı, sanattan, estetikten ve entelektüel kültürden uzak bütünlüğü ile sağlam çizilmiş bir karakterdir ve bu durumuyla karısının da gözünde de bir taşra burjuvasıdır.
Emma Bovary ise; varlıklı bir ailenin, sosyal ve dini alışkanlıkları açısından eğitim görmüş,  entelektüel hiçbir edinime sahip olmayan, üretime ve yaratıma sosyal anlamda katkıda bulunmayan, yaşadığı çevrenin sorunlarından çok nimetlerinden yararlanmaya önem veren bir kadındır.
Genç kızlığında eğitim gördüğü manastırda dünyevî hayattan öyle uzak yetiştirilmiştir ki, okuduğu saçma romanlarla oluşan duygu dünyasında kendini beğenmiş, sevme ve mutlu olma duygularından yoksun, ne istediğini bilemeyen doyumsuz bir kadın olmuştur. Hayaller dünyasına saplanıp kalmıştır.
Emma’nın gündelik hayatına, yaşadığı hayatın gereği olan burjuva duyarsızlığı hâkimdir.
Sadece görülmek, beğenilmek, sevilmek istemektedir. En doyumsuz yanlarından biri de, sevdiklerine hükmetmek isteğidir. Emma eğitiminden evliliğine kadar, etrafını saran yozluğun kurbanıdır. Yaşadığı monoton hayattan sıkılıp gözünü diktiği burjuva yaşantısına ulaşmak için erkekleri kullanmayı hak gören bir kadındır. Yaşadığı dönemin edebiyatına hâkim olan romantizm akımında yazılmış romanlar okuyarak, hayallere ve romanlardaki olaylara kapılıp kahramanlarla özdeşleşen, duyduğu tatminsizlikle aldatmaya meyilli hale gelen bir kadındır. Hayallerinin içinde boğulan, erişemeyeceği zengin hayatı borçla yaşamaya çalışıp tefecinin elinde, düştüğü borç batağından çıkamamanın verdiği çaresizlikle intihar eden bir kadın karakterdir.
Nabokov Edebiyat Dersleri’nde Emma’yı şöyle tanımlar:
“Emma yaratılış olarak yalancı, bayağı, sahtedir. Charles’ı ta başında evlenmeden önce aldatır. Emma’nın kendisi de philistineler arasında yaşayan philistinedir. Bütün bu olumsuz yanlarını gözlerden gizleyen kurnazlığı, güzelliği, onu kâh oraya kâh buraya sürükleyen zekâsı, idealize etme gücü, sevecenlik ve anlayış anları ve tabii bir de o kısacık, kuş kadar ömrünün çok insanca bir felaketle sona ermesidir.”
“Kurduğu egzotik düşler içten içe genel geçer yargılara dört elle sarılan, ‘geleneksel’i çiğnemek için en geleneksel yollara başvuran, (gelenekseli çiğnemek için en geleneksel biçim evlilik dışı ilişkidir çünkü.) bir taşra burjuvası olmasını engelleyemez.”** (S.28-29)
Gelelim Flaubert’in yarattığı diğer philistinelere.
Leon, Rodolphe, Homais ve Leutreux tiplerinde hayat verilen diğer karakterler, yeni oluşan burjuva düzeninin genel özelliğini taşıyan, burjuva toplumunu oluşturan temel sınıfların üyesidirler. Leon ve Rodolphe, sıradan orta sınıf erkeklerdir. Gelir seviyeleri toplumun orta düzeyi ve üstüdür. Emma gözünü diktiği burjuva sınıfı için basamak olarak kullanır onları.
Eczacı Homais burjuva görgüsüzlüğünün, fırsatçılığının, kendini beğenmişliğinin, kurnazlığının aynı zamanda da mesleğinin bilime yakınlığından dolayı yeniliğe açık olanın protipidir.
Burjuva yaşamının her oluşumdan övünme payı çıkarmada usta, olayları kendi çıkarları doğrultusunda yönetme ve yönlendirme becerisine sahip üçkâğıtçı tiptir. Eczacıdır ama hem bilim adamı, hem gazeteci, hem doktor, hem kasabanın yöneticisidir. En büyük hayali devlet nişanı almaktır. Gazeteye yazdığı makaleler ve yanlış yalan haberlerle kendini sürekli gündemde tutan, kasabanın yönetici aklı olma sevdasındaki her şeyden anlayan, ahkâm kesen bilgicidir.
“O başarılı bir philistine’dir.”** (S.30)
Her faaliyetini paraya çevirme konusunda sınır tanımayan, doktorla iyi geçinmenin hatta onu etkisi altına almanın kendisine getireceği yararların bilincinde olan tam bir çıkar adamıdır. Burjuva düzenin en tehlikeli adamıdır. Çünkü düzgün yaşamı, akıllı konuşmaları ve herkesin iyiliğine görünen, aslında sadece kendi iyiliği için çalışan beyniyle, toplumcu görünüşünün altında her şeyi kendi çıkarına kullanmaktan başka bir şey düşünmeyen tipik bir çıkarcıdır.
“Kendini beğenmiş bir eşşek, züppe bir hilekâr, müthiş bir philistine’dir. Çoğu philistine’ler gibi de toplumun temel direklerinden biridir.”** (S.32)
Leutreux içinse uzun uzun konuşmaya hiç gerek yoktur. Flaubert’in sevmediği burjuva yaşamının tanrısı paranın tam da kendisidir.
Her türlü olumsuz sıfatlar onun için kullanılabilir. Toplumun kural tanımayan, ahlaksız esnaf yüzüdür. Çıkarının nerede olduğunu iyi bilir ve ona göre hareket eder, onlar için insanları acımasızca harcamaktan çekinmez. Kişilerini en iyi tanıyan, zaaflarını en yakından bilen kişidir. Yöntemini iyi belirler ve bu yönde hareket eder. Lheureux de taşra burjuva toplumunun kişilerine en iyi örnek olarak yaratılmış Flaubert karakteridir.
Çok karışık hesapları zihinden yapabilen, kurnaz bir zekâya sahip olan Lheureux, Emma’nın açgözlülüğünü ve doyumsuzluğunu körükleyerek onu kandırmak için elinden geleni yapar. Takındığı tavırlar sadece karşısındakini aldatıp ondan çıkar sağlamaya yöneliktir. Bu yönünden en fazla faydayı sağlamak için Emma’ya kredili satış olanağı sunar. Gerçekte yaptığı iş esnaflıktan, ticaretten çok tefeciliktir. Mal satma uğruna hiç düşünmeden Emma’yı felakete ve ölüme sürekler. Emma borçlarını ödeyemeyecek noktaya geldiğinde bile hiçbir merhamet duygusu göstermez. Lheureux insana hiç değer vermez. Temel kaygısı para kazanmaktır. Tümüyle maddi değerlere indirgenmiş bu taşra düzeninde, bir kişinin bencilce mutluluğunu, refahını bir diğerinin mahvoluşunun üzerine kurmakta bir sakınca görmemektedir.
Lheureux Emma’nın zayıflıklarını çok iyi gördüğünden, en fazla faydayı sağlamak için onu bir gölge gibi izler.
Gustave Flaubert; Charles, Homais ve Lheureux aracılığıyla taşra burjuvasını niteleyen bayağılık, budalalık, maddiyatçılık gibi kavramları, romanın ana kahramanı Emma Bovary ile olan ilişkileri kadar kendi içlerinde de ele alarak, içinden çıktığı taşra burjuvazisine ağır bir eleştiri getirir. Flaubert burjuvazinin ideolojik sığlığını ve paraya verilen önemi eleştirirken, sıradanlığın, bayağılığın egemen olduğu, tutkuların parasal gücün insafına kaldığı bir toplumda mutluluğun pek de mümkün olmadığını göstermiştir.
Şunları der Viladimir Nabokov:
“… ancak Flaubert ayarında sanatsal gücü olan bir usta, sahtekârlar, philistine’ler, vasatlıklar, insan kılıklı hayvanlar ve yolunu şaşırmış hanımkızlarla dolu olarak algıladığı, çirkef bir dünyayı alıp başka bir şeye dönüştürebiliyor. Bunu da bu dünyayı oluşturan parçaları, biçemin içten zorlamasıyla uyuma kavuşturarak başarıyor; bir izlekten ötekine geçerken karşıses (counterpoint) tekniğini kullanmak, gelecekteki olayları önceden sezdirmek ya da ileride yansılatmak gibi çözümlere başvuruyor. Flaubert olmadan Fransa’da Marcel Proust, İrlanda’da James Joyce olamazdı.”** (S.36)
Son sözü Flaubert’e bırakıyorum.
“Olayları bana göründüğü gibi ortaya koymakla, bana doğru görüneni ifade etmekle yetiniyorum.”

 

 

(Bu yazı 2020 yılında Günizi Dergisi’nde yayımlanmıştır.)

Yararlanılan Kaynaklar

*Mektuplar / Gustave Flaubert, Gorge Sand – Anahtar Kitaplar 1992

**Edebiyat Dersleri / Nabokov – Ada Yayınları

 

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Diğer kitap, analiz yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir