alev turanlı
Dr. Alev Turanlı

SİNEMA SOKAĞI MİCHELANGELO ANTONİONİ

Merhaba,

Eylül ayının ikinci yarısında sizinle birlikteliğimizin altıncı buluşmasında bu kez sinema sokağımızdan Michelangelo ANTONIONI’ ni geçecek.

1912 yılı İtalya, Ferrara doğumlu, sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden olan Antonioni, 2007 yılında ölünceye dek film çekecek kadar sinema aşığı müthiş bir sinema dâhisi… Son zamanlarında Ingmar Bergman’ın bile hakkını teslim ettiği bir yönetmendir.
Bana göre; Michelangelo Antonioni modern dünyanın ve onun yol açtığı mutsuzlukları, iletişimsizliği kadın ve erkek ilişkileri açısından ele alır. İnsanın yabancılaştığını ve yalnız kaldığını düşünür. Kadınların doğaları gereği kadınsı ve güçlü duruşlarını erkeklerden daha çok takdir eder. Modern dünyanın sorunları erkekler kadar kadınları da tüketmemiştir ona göre. Kadınları tüketen, erkeklerin bu yenidünyadaki kayıtsızlıklarıdır. Yani modern dünya aşkı öldürmüştür. Kadınlar, modernitenin erkeklerde yol açtığı zaaflar ve iletişimsizlikler nedeni ile doyumsuz ve mutsuz olmuşlardır. Kadınların duygularının ve doğaya olan tutkularının çok fazla değişmediğini ancak bu yeni ve modern dünyanın kadınları yılkı atı gibi savurduğunu anlatır.
Michelangelo Antonioni’yi en çok tanıtan üçleme tarzında yaptığı, L`eclisse 1962 “Batan Güneş” ya da “Güneş Tutulması”,  L`aventurra 1959 (Macera), La Notte, 1961 (Gece) filmleridir.
Kendisinin en sevdiği film L’eclisse (Batan Güneş) adlı filmidir.  Batan Güneş’te Monica Vitti, (Vittoria) Alain Delon (Piero) ve Francisco Rabal (Ricardo) başrol oyuncularıdır. Ancak bu film üçlemenin sonuncusudur.
Michelangelo Antonioni’nin üçlemenin ilk filmi olan 1959 yılında çektiği L`aventurra (Macera), Cannes Film Festivali’nde kameraya ve sinemaya teknik olarak yeni bir tarz getirmesi ile jüri özel ödülü aldı. Dünya sinemalarında yönetmen olarak bu ödül ile parladı.  Ancak protest ve cesur adam için bu ödül çok azdı.
O gün, bugün ve gelecek zamanlar için gerek sanatçı olarak gerekse insan olarak bu zarif, sakin, oldukça zeki adam gerçekten fazla idi. Hak ettiği övgüyü ve ünü elde etmek için kimseye aldırmadan yeteneği ve birikimini sinemaya adadı. Yaşamı boyunca yorulmadan film çeken ve söylemek istediklerini hiç çekinmeden söyleyen ve bunları kendi kişisel yaşam tarihi içinde de yansıtan olağanüstü bir yönetmen.
antonioni
Üçlemesindeki ilk iki yani Macera (L’aventurra)1959 ve La Notte (Gece) 1961 filmlerinde, daha çok ekonomik gelişme ile birlikte insanlığa dayatılan modern yaşamın, insanda yarattığı iletişimsizliğin kadın ve erkekte nasıl biçimlendiğini ele alır. İnsani değerlerin nasıl erozyona uğradığını eleştirir. Ayrıca ekoloji, makineleşme, çarpık kentleşme gibi sosyal ve toplumsal sorunları da kendine has sıra dışı anlatımı ile anlatır.
 L`eclisse (Batan Güneş) ise artık yabancılaşma, yalnızlık ve toplumsal yaşamın insanı modernlik adı altında nereye götüreceğinin yer yer daha vurgulu anlatıldığı bir film olacaktır.
Sinema yönetmeni olarak kendi dönemindeki meslektaşları tarafından çok fazla benimsenmeyen bu üstün yetenekli yönetmen, onların eleştirilerine karşı “ben sadece kendim için film yapıyorum’’ diyerek onlara aldırmadığını söyleyecek daha sonra ‘film çekmezsem yaşayamam’’diyerek yaşamı boyunca film çekmeye devam edecek ve daima söyleyecek protest söylemleri olacaktır. Hayran olduğum Lars VonTrier’in ondan etkilendiğini ancak ondan ayrı olarak daha gerçeküstü anlatımlar kullandığını bu üçlemeyi izleyince anladım.
1959 yılında bugün hala hiçbir şekilde çözemediğimiz iletişim sorunlarımızın bizi yabancılaşmaya götürdüğünü haykıracak kadar ileriyi görmüş bir yönetmen.
Ayrıca teknik olarak muhteşem bir sinemacı olarak değerlendirilen bu müthiş dâhinin her dönem için geçerli çok çeşitli sorunların pek çoğuna açık, net ve duru bir tarzla itiraz ettiği sinemasının gelecekte çok uzun bir süre daha konuşulacağına inanıyorum.
Antonioni, Laventurra (Macera) filminden ödül aldığı gün gazetecilere şöyle seslenir: “Yeni dünyanın gelişen yapısı şu anda bize dayatılan ahlak anlayışına uymamaktadır. Eros artık öldü. İnsanoğlu rahatsız.
Bize dayatılan ahlak anlayışını hem kabul etmemeli hem de kabul etmediğimiz için kendimizle onur duymalıyız.
Neden? Çünkü erotizm günümüzde abartılı bir şekilde ve yaygın olarak kullanılıyor. Bu bizim çağın duygusal hastalığının belirtilerini işaret ediyor. Eğer Eros sağlıklı olsaydı erotizme karşı bu kadar takıntılı olmazdık.
Eros bizi hasta ettiyse bir kadın ve bir erkek, bir aşk ilişkisinden yapabilirliklerini yitirmiş bir şekilde çıkıyorsa bunun nedeni onun içeriğinin sadece eskimiş olması değil önceden belirlenmiş bir geçmişle ucu kapalı bir gelecek arasındaki saf bir zaman formunda yani arafta sıkışıp kalmasıdır.
antonioni kapak
Benim filmim duygusallık filmi değil bir patlama filmi. Ben ahlakçı olmadığım gibi ihbarcı hiç değilim. Bu erotik dürtü L`aventurra filminin içinde bir trajedi olarak mutsuz, acınası, süfli bir tiple karşımıza çıkar. Laventurra bu acınası nafile tiple baş etme yollarını göstermez. Böyle bir amacı da yoktur zaten. Bizim kendimizin tanıklığında bilinçle, kendi gerçeklerimizle ve komplekslerimizle yüzleşmemizi, kendi kişiliğimiz içinde hepsi ile karşı karşıya kalmamızı sağlar. Bu farkındalık sadece küçük bir adımdır. Her gün her duygusal muhasebe yeni yolculukları doğurur. Biz ahlakın eskimiş kodlarından kolay kurtulamayacağımızı biliyoruz. Biz inatla bu acınası ve inatçı duygudan ironik olarak kurtulmak için ısrarlı olmaya devam edeceğiz. Böyle olursa adam ahlaki bilinmezlikten korktuğu kadar bilimin bilinmezliğinden korkmaz. Bu noktadan başladığımızda korku ve endişe o’nun yolculuğundaki çıkmazın sonu olur.”
Antonioni, Güneş Tutulması’nda (L’eclisse ) Monica Vitti’nin oynadığı Vittoria’nın kendisine aşık olan nişanlısına artık onu mutlu edemediğini öne sürerek ayrılma kararını açıklaması ile başlar. Kadın altmışlı yılların saç modası ve giysileri içinde taze bahar gibidir. Antonioni bir kadının asil gizli güzelliğini erotik olmadan nasıl gösterileceğini planları ve çekimleri ile büyük bir ustalıkla verir. Kadınlarının bu üçlemelerin hepsinde epik hatta varoluşçu, güçlü bir duruşları bulunmaktadır. Kendilerini asla bırakmazlar. Hatta L`eclisse’de (Batan Güneş) Monica Vitti yine kendisini tam olarak bırakmaz.  Güçlü ve sakindir. Ancak duygusal duruşu yoktur. Neden? Kadınlar nedenini kendileri de bilmez gibi görünürler. Sürekli “aşk bitti “der dururlar?  Hatta ikinci film Gece’de (La Notte),  Lidia (Jean Monreo),  baş başa bir gece geçirmek için gittikleri gece kulübünde yarı çıplak dans eden bir siyah kadından gözünü ayıramayan, kendisi ile ilgilenmeyen kocasının  dikkatini çekmek için konuşmaya başlar, kendinden söz eder. Küçük kızlar gibi düşünüyorum diye konuşmaya başlar aslında bana bak, beni gör, benim de beynim var düşünüyorum ben de” demektedir kocasına, oysa adam onun ne demek istediğinin farkında bile olmayacaktır hiç bir zaman… Ta ki kadın ayrılmaya kalktığı zamana kadar.
Antonioni’nin erkekleri, sevdikleri zaman kadınlarını mutlu etmek istiyorlar. Ancak “bir kadın daha ne ister ki” modundalar. Erkekler ince, zarif, sessiz ilişkiyi görev gibi görüyorlar. Kadınlarını duymuyorlar, onların sesleri, sessiz çığlıkları uğultu gibi bile gelmiyor. Hiç yerine ulaşmıyor bumerang gibi geri tepiyor, elbette biz filmlerde bu ayrıntıyı çok net göremiyoruz. Çünkü Antonioni sürece değil sonuca bakıyor. Erkekler kendi anlayışlarına göre kadına karşı görevlerini yaptıklarını sanıp, Fareler ve İnsanlar‘daki Lenny gibi “…ama kötü niyetim yoktu ki George” diyerek onları mutlu etmek isterken, boğuntuya sokuyorlar, daha sonra kadınların neden bitirmek istediklerini bir türlü anlayamıyorlar.
Antonioni kadın ve erkek arasındaki iletişimsizliği, kadın erkek sorununu bu kadar zeki bir biçimde sorgulamasının çok iyi bir gözlem yeteneği olmasından kaynaklandığını kendisi de çeşitli konuşmalarında belirtir.
Antonioni bu üç filmde de kahraman olarak güçlü, ekonomik bağımsızlığı olan zeki kadın ve erkekleri seçer.  Bu kadın ve erkekler temel ihtiyaçlarını karşılamış, işleri güçleri olan ve belli bir ekonomik seviyede olan insanlardır. İletişimsizliğin anlatılması için başka faktörlerin sabitlenmesi gerekmektedir çünkü. Bunaltıyı en çok kadın gözü ile vermek ister. Bunu yapmasının nedeni kendi söylediği gibi müthiş bir gözlem yeteneği ve bilgisidir. Kadınların erkeklerden daha karmaşık ve duyarlı olduklarını anlamıştır. Doyumsuzluk kadınlarda daha ağır seyreder. Ortanın biraz üstünde insan tipi seçmesinin nedeni temel gereksinimlerde sorun varsa insan önce onunla boğuşur. Aydın, entelektüel, düşünen, insanlardır.
Antonioni’nin kadınları bu üçlemede sokaklardadır. ilk filmi L`aventurra da Anna (Virna Lissi adada gezerken kaybolur. Hep bir aylak madundadır, bir ayağı dışardadır. Anna da o küçücük bakir adada kendini nereye atar bilinmez ve aniden kaybolur… Herkes Anna’yı  ararken sevgilisi Anna’nın yakın arkadaşı ile birlikte olma peşindedir.
Gece’de (La Nott) ise Jeanne Monroe gündüz çıkar. Esrik esrik eski mahallesine gider, roket oynayan insanlara takılır, kavgaları ayırır, gece yarısına kadar dolaşıp durur.
Ancak L`eclisse filminde (Batan Güneş), Vittoria (Monica Vitti) ilk kez dışarı çıkıyormuş gibi dünyayı yeni keşfetmeye çalışan bir küçük bir çocuk şaşkınlığı ile kendini sokaklara atar. Sokaktaki her şeyle ilgilidir. Bu kadınların hepsinin, aslında sokağa kendini atış biçimi bir arayış ya da nihilist bir avarelik gibi görünür.
Antonioni aslında bir taşla iki kuş vurur. Film karelerinde çevresel kirliliklere, çirkin yapılara kentleşirken mimari güzelliği bozan her şeye tepkisi vardır. Onları mutlaka esas kahramanlarının karesinin arkalarına bir yerlere sığdırır, ayrıntıları bize gösterir. Kadınların gözleri daima gökyüzündedir, gökyüzünden gelen bütün seslere duyarlıdırlar. Batan Güneş’te tekne turu yaptıkları grubun içindeki bir kadın sürekli güneşli ve güzel havalardan sözedip gökyüzü ve doğa ile ilgili konuşmalar yaptığında kocası tarafından azarlanır. “Hep böyle kalıplarla konuşma” der kocası. Adam başka bir yerde kadın bambaşka yerlerdedir sanki, kadınlar Mars’tan dünyaya inmişlerdir. Uçakları, jetleri, hiç kaçırmazlar. Le Notte’de (Gece) helikopter gelir ve hastane penceresinden içeri girer gibi olur.  L`eclesse (Batan Güneş) filminde, Vittoria (Monica Vitti) arkadaşının kocasının kullandığı uçağa biner. Onları beklerken oldukça küçük bir yerde insanlardan uzak sanki bir uzaylıymış gibi izler çevreyi.
Hiç kimsenin giremeyeceği izbe yerlerde dolaşır. Sokaklarda, kuytu köşelerde ayaküstü yiyecek bulmuş gizli gizli yiyen yoksul insanları, fakirliği, işçileri, insanların sıradan eğlencelerini, çarpık yapılaşmayı, bu kadınların esrik dolaşmaları sırasında işlemek istediği her şeyi arka planda karenin içine sığdırır. Kadın sinema karesinin önünde, daha yakın planda olur. Yönetmenin bize göstermek istediği dünya aynı kare içindedir ancak kadın ile arkadaki dünya asla birbirine yakın değildir. Çok yabancı iki ayrı dünyayı tek kare içinde algılamamızı sağlar. Arkada olanlar kadına da bize de yabancıdır ama orada vardır. Kadınlar çok şık, çok bakımlı, güzel, zengin görünüşlü ve ortama çok yabancıdır. Arka planlarlar ve kahramanlarımız her karede iki ayrı dünya oluştururlar. İşte bu teknik sadece Antonioni’ye aittir.
(L`eclesse) Batan Güneş filminde, Yurttaş Kane`deki gibi ferforje, çit, duvar, engel teşkil edecek parmaklıklılar, parmaklığa benzeyen nesneler de hep özgürlüğü ihlal gibi gösterilir. Kadınların sokaklarda topuk sesleri duyulduğunda ise gezdikleri yerlerdeki boğuntu vurgulanmak isteniyordur. Bu objeler sanki özgürlük, gidiş ve karar aşamalarındaki geçişleri belirlemek için öne çıkarılıyor. Kendine daha çok  topuk sesleri gibi bir leitmotif yapmaktadır. Antonioni hafif esen rüzgarda önünde çit ya da engel olmayan özgür ağaçları gösterir. İç mekanlarda ise vantilatör bu işi görür. Bazen vantilatörler karelerdeki anlatımlara çok güç katar. Ortamlardaki duygusal ağırlığı anlatırken genellikle perdeler kapalı olur ve odadaki tek hareket kadın kahramanın saçının dalgalanmasıdır. Bu etkiyi vantilatör esintisi ile yapar. Ya da beyaz uzun kollu bir erkek gömleğinin kumaşı rüzgardan hareket ettiğinde ortam gergin, sorunlu, boğuntulu ve ağırdır, esinti durumun ağırlığını vurgular. Nuri Bilge Ceylan da “Üç Maymun” filminde intihar etmeyi düşünen kadının canlı dünya ile bağı olan tek şeyi perçeminin  esintiden dalgalanması ile vurgulamıştır.
Duvar, özellikle üçlemenin son ikisinde çok vurgulanır. Beton duvarlardan, bitmemiş beton inşaatlardan, çarpık şehirleşmeden nefret eder. Salvador Dali’nin çatal değnek desteği metaforu gibi kahramanlar karenin solunda ya da sağında ya da duvar ortada olarak kareyi oluştururlar. Bazen de duvara tutunarak dururlar.  Gece ve Batan Güneş filmlerindeki çocuklar, özellikle erkek çocuklar ya da bakıcısı ile gezen bebek, ya da ağlayan çocuk, sabahın köründe otoyolda karşıdan karşıya geçmekte olan bir çocuk gibi.
Batan Güneş (L`eclesse) filminde iletişimsizlik sadece eşler arasında değil anne ile kız arasında da görülür. Anne o kadar meşguldür ki bütün birikimini borsaya yatırmıştır. Sevgilisi Piero (Alain Delon) ise parasını borsada kullanan bir brokerdir. Annenin aklı fikri borsadaki parası ve sevgilisidir. Öyle ki kızı annesine nişanlısından ayrıldığını bile söyleyemez. Annesi ile kopuk bir iletişimi vardır. Kendini sokaklara atar topuklarını vurarak avare dolaşır.  Vittoria (Monica Vitti) kendi içine dönük ve kendine yabancılaşmıştır. O dereceki yanında yürüyen yakışıklı ve çok güzel bir yüzü olan yeni sevgilisine sokakta karşılaştıkları herhangi bir adam için “yüzü ne kadar güzeldi değil mi?” diye sevgilisine soracak kadar uzak ve kopuktur sevgilisinden.
Filmde oldukça uzun süre ile ısrarla gösterilen dehşet derecede gürültülü, hızlı, baş döndürücü borsa görüntüleri vardır. Kalabalık, hiçbir şeye vakti olamayan, hırslı ve korkunç bir canavar gibidir borsa.  Oysa Vittoria (Monica Vitti) borsanın içinde hiçbir şeyden, hiçbir kalabalıktan, gürültüden, temaşadan rahatsız olmadan;  arka sokaklarında yaşayan Venedikli insanların gelen binlerce turistin yaptığı kalabalığı ve gürültüyü yok saydığı gibi sakin ve yabancıdır her şeye. Hatta artık bir çocuk masumluğuna bürümüştür sanki. Borsa görüntülerinin arasında annesinin sevgilisi broker Piero (Alain Delon)’un ahlaklı insanların bin bir emek ile   kazandıkları parayı her gün   borsaya getirip hiç bir emek harcamadan ‘bu kadar parayı nasıl elde ettik? diye, sorgulamadan bir kaç katı ile gözü dönmüş bir şekilde evlerine giderken, bir gün kaybettiklerinde kendisini   suçlamalarına   şaşırması olayı, bence filmin en trajikomik noktalarından biriydi.
antonioni film
Antonioni’nin üçlemenin son filmi olan Batan Güneş, o dönemdeki ekonomik sisteme, onun getirdiği her yeniliğe savaş açar ve değinmediği konu yoktur. Kenya’dan gelen kadının ağzından makinelerin doğadaki tehlikeli canlılardan daha tehlikeli olduğunu söyler. Ona göre insan, sonunda iletişimsizlikten yabancılaşmaya geçecek ve aşk bile konuşulmayacaktır…
Vittoria’nın geldiği nokta bu mudur?
Antonioni, gerçek bir aydın ve üçlemenin son filminde yani Batan Güneş’ te bir aydının söyleyebileceği her şeyi cesurca söyler. Filmin sekiz dakikalık muhteşem finalinde, kameralar insanların yerine geçecek ve geçmişe göndermeler yaparak sokakta hareket edeceklerdir. İnsanı koltuğa yapıştıran müthiş bir son. Bu üçlemeyi lütfen izleyin.
ANTONIONI’yi tanıyın. Filmler oldukça uzun, ancak o kadar etkileyici ve o kadar güzel ki…
Bu üçlemeyi izlenecekler listesine  ekleyin lütfen.  İyi ki…diyeceksiniz.
Sevgiler …

Yazarımıza alevturanli@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

3 thoughts on “SİNEMA SOKAĞI MİCHELANGELO ANTONİONİ / Dr. Alev Turanlı

  1. Taner Çamsarı dedi ki:

    Yorum da Antonioni ve Filmleri kadar derinlikli olmuş.teşekkürler hemen bir kez daha izleyecegim bu yorumların keyfini çıkarmak için.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgil Hocam Taner Çamsarı

      Antonioni’yi birlikte tanımıştık. Beğendiğinize çok teşekkür ederim.
      Sevgi ve saygılarımla

  2. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Yönetmenden ve filmlerinden yazınız sayesinde haberdar oldum. Benim gibi vizyon filmlerini avm salonlarında izleyen birinin bu üçlemeden haberdar olmasıdoğrusu pek mümkün görünmüyor. Metninizi okurken şöyle düşündüm: “Bir gün bu filmlere denk gelirsem, bu metnin rehberliği sayesinde filmin kalp atışlaarınıı duymam mümkün olabilecek.”

    Sinemayı seven ama sinema dilinden haberdar olmayanları aydınlatmaya devam etmenizi rica ediyorum. Yazılarınız ağır, durgun, puslu, çok katmanlı anlatılara projektör tutmakta. Teşekkür ederiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir