MAVİ YENGEÇ
Kıyıdaki adam yalnızlığın pençesinde kıvranıyordu. Çevresindeki kişi sayısı hızla azaldı. Toplum içine çıkabilmek için gerekli beceriler gözle görülür bir şekilde sönümlendi. Siz en iyisi dalgalar karşısında kayalıklara tutunmaya çalışan mavi bir yengeç hayal edin, sular çekildiğinde güneşin altında parlayan kıskaçlarıyla nasıl da yalnızdır.
İnsanların ondan kaçmak istemelerinin anlaşılmayacak bir tarafı yoktu. Ne yazık ki basit olmayı başarmasını engelleyen anlamsız tutkuları yüzünden kayalıklara tutunmaya çalışan o mavi yengeç gibi tekil bir karaktere dönüşmüştü. Her şeyi kendi akıl süzgecinden geçirmeye gayret ediyordu. Biriyle karşılaşsa ya da bir yere girse dürüstçe selam vermeyi bile bilmiyordu. Sürekli düşünüyordu. Bazı zamanlarda, o anda içinde bulundukları durumun önemine uygun olmayan şeyler söyleyebiliyordu. Söylediği şeyler nereye gidiyordu hiç bilmiyordu. Başkalarının güldüğü şeyler için üzülüyor, başkalarının üzüldüğü şeylere gülüp geçiyordu. Bambaşka bir değerler silsilesinin parçası olmuştu.
Ağzından çıkan kelimelerin hiçbiri ona inandırıcı gelmiyor gibiydi. Kesin bir gözlem ya da bulgular neticesinde doğru olduğu su götürmez şeyler bile onun ağzından çıkınca buharlaşıp uçuyordu sanki. Söylediği şeylerin pek fazla bir kıymeti yoktu.
Şimdi içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemek eğilimindeyim; doğaya döndü o. Deniz kıyısında ya da parklarda tek başına otururken gördüğünüz kişi. Ufka bakan, minibüste cam kenarına oturmuş ve dışarıyı gözleyen sabit bakışlı, arka beşlinin sağındaki. Şehir meydanlarında ıslak hamburger yerken kim bilir kaç kez gömleğini kirletti.
Göründüğü gibiydi artık. Asıl yüzünü göstermeyi bir türlü başaramıyordu. Üzerine ayağını basıp kuvvet alabileceği hiçbir dayanak noktası kalmamıştı. Düşmekte olan cisimler nasıldır bilirsiniz ya da uzaydaki astronotun ay yürüyüşünü hatırlamayan yoktur çocukluğundan kalma bir anı. O astronot öyle adımlar atar ki sanki hiç gidemiyormuş gibidir. Bu işleri bıraksa daha iyi olur dedirtir insana, sabırsız insanları neredeyse canından bezdirir. Tarihe dönüp bakıldığında koskocaman adımlar atan ama hiçbir yere gidemeyen kişidir o. O da öyle aynı onun gibidir. Tam bir iç çekiş. Hep iyi şeyler yapan ama bunu kendisi için kazanca dönüştüremeyen varlığın kırılgan gölgesi.
Ansızın irkildi. Günlük hayatta çok kullanılmayan bir kelime bu, sadece irkildi dese yeterli olmayacak mıydı sanki? O samimiyetsiz insanların arasında artık daha fazla kalamazdı. Bir şeyler ifade etmeye çalıştığı bir düzlemden başka düzlemlere aktı. Şehirler geçti, ovalar düzdü. Kendi yalnızlığının ötesine geçmeye çalışan insanlarla söyleşti ve kısa süreli dostluklar kurdu. Çünkü aralarında fazlaca kalırsa asıl yüzlerinin ortaya çıkacak olmasından korktu.
Bu hayatta insanın başına gelebilecek en berbat şeylerden biri, zaten bildiği gerçeklerin yüzüne çarpılmasıydı. Kimseye yük olmak istemedi ve bilinmeyenin içine doğru yol aldı. Uçsuz bucaksız ve süt liman bir deniz kıyısında, kayalıkların üzerinde oturup ufka baktı. Bilinmeyen iyiydi.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.