KELEBEK
Hastabakıcı, kapının pervazına tutunup derin derin soluklandı.
“Buyurun” dedi, “odanız burası, ben yatmanıza yardımcı olayım, az sonra doktorunuz da gelir.”
Muazzez Hanım, altı katı yürüyerek çıkmamış gibi, sakin nefesler alarak yatağı pas geçti. Pencerenin kulpuna yapışıp hızla çevirdi. Açılmayınca bir daha denedi. Yine açılmayınca zorlamaya başladı. Nefesi sıklaşmaya başlamıştı.
“Maalesef” dedi hastabakıcı, “pencerelerimiz kilitlidir.”
Bir yandan da hastanın yanında neden bir refakatçi olmadığını merak ediyordu.
Muazzez Hanım deliye bakar gibi baktı. Kulpu zorlamaya devam etti. Göğsü körük gibi inip kalkıyordu.
Hemşire elindeki dosyayı kontrol ederek girince hastabakıcı hemen uzaklaştı.
“Muazzez Teyze, hoş geldiniz. Birkaç gün misafir edeceğiz sizi.”
Kulpla cenk halinde olan Muazzez Hanım duymadı. Hemşire omzuna dokununca irkildi.
“Çabuk” dedi, “çabuk pencereyi açın.”
“Pencerelerimiz açılmaz ama odanızda havalandırma var!”
“Anlamıyorsunuz, ben penceresi açılmayan odada kalamam!”
Sesi boğulur gibi çıkmıştı. Hemşire telaşlandı. Oda kapısını açık bırakacağını söyleyerek gözleri büyümüş Muazzez Hanım’ı yatmaya ikna etti. Yatağın sırtını kaldırıp tansiyonla nabzı ölçtü. Parmağa mandal takarken elleri titremeye başlamıştı. Makinede yanıp sönen rakamları görünce hızlıca odadan fırladı. Saturasyon çok düşüktü. Hasta boğuluyordu.
Az sonra doktoru da yanına katıp koşarak geri geldi. Bir yandan da tekerlekli bir cihazı sürüklüyordu.
Muazzez Hanım, ağzıyla burnunun aynı anda maskelenmesine direndi ama rahat nefes almaya başlayınca çırpınmaktan vazgeçti.
Doktorla hemşire, taşikardiyle kandaki oksijenin bu derece düşmesini, hastanın yedi katı asansörle değil de merdivenlerden yürüyerek çıkmasına yordular. Hemen damar yolu açıp sakinleştirici verdiler.
Doktor, diyabet hastası Muazzez Hanım’ın dosyasını inceledi. Bir süredir oldukça yüksek seyreden kan şekerini kontrol altında tutabilmek için yatışı yapılmıştı. Az önce yaşanan sıkıntılar dosyada belirtilmemişti. Hemen not aldı.
Muazzez hanım iki saat sonra uyandığında, serumu çıkarıp atmaya kalktı. Nöbetçi hemşire koştu. Yerinden kalkmaya çalışan hastayı omuzlarından tutup sakinleştirmeye çalıştı. Başaramayınca hastabakıcıya seslendi. İkisi birden denediler.
Boğuk sesle bağırışlarında ne dediğini anlamaya çalıştılar. Pencerelerin neden açılmadığını sormaya çalışıyordu.
“Çünkü” dedi hemşire sert bir sesle, “İntiharlar oluyor!”
Muazzez Hanım bağırmayı da çırpınmayı da kesiverdi. Yatağa yatırılmaya da oksijen maskesi takılmasına da itiraz etmedi. Dozu artırılan sakinleştiriciyle bütün gece derin derin uyudu. İki saatte bir kontrole gelen hemşireyi fark etmedi.
Ertesi gün pencere kulplarını zorlamadı ama oda kapısının hep açık bırakılmasını istedi. Kapalı kaplarda gelen yemeklerin kapaklarını hemen kaldırdı. Poşete konmuş çatal bıçakları çabucak çıkardı. Ters çevrilmiş bardakları alelacele düze çevirdi. Mini buzdolabının kapağını aralık bırakmaya kalkınca mecburen fişini çektiler. Tuvalette işini görürken bile kapıyı araladı. Klozetin kapağını hep açık bıraktı.
Refakatçisi yoktu. Örtüyü burnun üzerine çekip yan koltukta uyuyacak biriyle aynı odayı paylaşmak istemiyordu.
Sert sesli hemşireye o gün denk gelmedi ama bir başkasını kolundan yakaladı:
“Pencereleri açık bulurlarsa kimler intihar ediyor? Hastalar mı?”
“Hayır” dedi hemşire, “hasta yakınları!”
Başını eğerek uzaklaşan hemşirenin arkasından sessizce baktı.
Bir sonraki gün, tekerlekli serumunu da eline alıp koridorda yürüyüşe çıkarken iliksiz hastane pijaması yerine yanları ve omuz başları cırt cırtlı ameliyat önlüğü giydi. Açık bir pencere aradı ama bulamadı. Diğer hastaların oda kapılarının kapalı olmasını çok tuhaf karşıladı. İlk önüne geleni açmaya çalıştı ama hemşireler kibarca engel olunca bir daha denemedi. Açık pencereyle açık kapı bulamadıkça daha hızlı yürümeye başladı. Serumun tekerlek gürültüsünden diğer hastalar rahatsız olunca, odasına dönmesine zar zor ikna ettiler.
Daha sonraki gün, sadece giriş katındaki doktor odalarının pencerelerinin açılabildiğini öğrenince, doktorunu görmek istedi. Hastabakıcının yardım teklifini reddetti. Ameliyat önlüğünün eteklerini savura savura altı katı indi. Hızlıca doktorun odasına daldı. Kapıyı kapamadı. Açık pencerenin önüne koşup derin derin nefes aldı.
Koltuğa oturduğunda sehpada duran kar küresini dehşetle fark etti. Kürenin içinde bir gondolda birbirine sarılmış adamla kadın figürü vardı. Göğsünün orta yerindeki kelebekler aynı anda kanat çırpmaya başladılar. Nefes alışları hızlandı. Telaşla etrafına bakındı. Küreyi doktora uzatıp çekmecesine kaldırmasını istedi. Biraz rahatlayıp arkasına yaslandı.
Doktor çekmeceyi kapatıp sabırla bekledi. Son gelen raporları inceleyince hastanın kan değerlerinin normale dönmeye başladığını gördü. Bunu hastayla paylaştı. Birkaç gün içinde dâhiliyeden taburcu olabileceğini söyledi. Fakat daha sonra psikiyatri servisine sevk edilmesi gerektiği konusundaki görüşünü şimdilik dışa vurmadı.
Muazzez Hanım’ı o gece uyku tutmadı. Artık serum da takılmadığından koridorlarda sessizce yürümeye başladı. Hızını alamayıp bir üst kata çıktı. Servise giren nöbetçi hemşirenin ardında dolaşmaya başladı. Koridorun sonundaki oda kapısını ardına kadar açık görünce şaşırdı.
Usulca kafasını uzattı. Yatağın yanında arkası dönük bir kadın oturuyordu. Sessizce içeri süzüldü.
“Geçmiş olsun!” dedi; kadın duymadı.
Biraz daha yaklaşınca yatakta uyuyan hastayı fark etti. Yastığa gömülmüş başında tek tel saç görmeyince erkek olduğunu düşündü. Yüzünün rengi yastıktan daha beyazdı. Mosmor dudaklarının arasından çok hafif nefes alıyordu.
Yatağın yanından oturan kadın onu fark etti. Gülümsemeye çalıştı. Hastanın yüzünden daha da beyaz yüzünde kararmış gözaltları kırıştı.
“Kızım!” dedi, sesi içine kaçtı. Gözlerini kızından ayırmadan tekrar konuşmaya başladığında sesi bir nefesten daha hafifti.
“Onu hep kelebeğim diye sevdim, keşke…” Durdu, devam etmeye çalışıyordu, “keşke demeseydim öyle, ömrünü kısaltmasaydım!”
Muazzez Hanım, sımsıkı kapalı pencereye yaklaştı. Ayın donuk ışığıyla belli belirsiz aydınlanan hastane bahçesine baktı. Kadının yanına geldiğini fark etmedi.
“Hayat adil değil, bunu öğreneli çok oldu ama bu adaletsizliğe insan en çok evladında isyan ediyor. Bana bunca yıl verilmişken onun payına neden çok daha azı düşüyor? O zamanı da neden bu kadar acı çekerek geçiriyor?
Pencereye biraz daha yaklaştı.
“Elini tuttuğumda çektiği tüm o acıların benim bedenime geçmesini diliyorum. Benim canım yansın, onun hiç yanmasın.”
Ellerini yumruk yapıp cama dayadı.
“O giderse ben kalmaya nasıl dayanacağım?”
Alnını yumruklarının üzerine koydu.
“Ne çok hayalimiz vardı. Ben hayallerimden hemen şimdi vazgeçebilirim ama o vazgeçmek için henüz çok genç. Kalan ömrümü ona verme şansım olsa, hemen şimdi sadece hayallerimden değil tüm ömrümden vazgeçebilirim.”
Bakışlarını hastane bahçesinden alıp Muazzez Hanım’a çevirip fısıldadı.
“Sizce var mı öyle bir şansım?”
Muazzez Hanım cevap vermedi. Kadına sarıldı. Buz gibiydi.
Ertesi sabah uyandığında dün gecenin bir rüya olup olmadığından emin olamadı. Koşarak üst kata çıktı. Onkoloji tabelasının yanındaki cihaza kartını okutup kapının açılmasını sağlayan bir hemşirenin ardından içeri daldı. Koridorun sonundaki odayı buldu. Boştu.
Demek rüya görmüştü.
Önüne ilk çıkan hemşirenin kolunu yakaladı. Odanın ne zamandan beri boş olduğunu sordu.
Hemşire çok üzgündü.
“Bir kızımız kalıyordu ama maalesef sabaha karşı kaybettik.”
Muazzez Hanım kıpırdayamadı, nefes bile alamadı. Sonra birden aklına gelmiş gibi koşmaya başladı. Yedi katı koşarak indi. Bahçeye çıktı. Dün gece yukarıdan seyrettiği yeri buldu. Telaşla etrafına bakındı. Güller dimdik ayaktaydılar. Ezilmemişlerdi. Üstelik ölüme inat, kokularını etrafa saçmaya devam ediyorlardı. Dizlerinin bağı çözüldü. Oracığa çöktü kaldı.
Ameliyat önlüğünü o gün çıkardı Muazzez Hanım. İliksiz hastane pijamasını giydi. Buzdolabının kapağını kapatıp fişe taktı. Gelen yemek tabaklarının kapaklarını hiç kaldırmadı. Tüm uyarılara rağmen tek lokma yiyemediği için şekerini ilaçla düzenlediler. Göğsündeki kelebekler o gün hiç havalanmadılar.
Çocuklarına telefon edip gelmelerini rica etti. Çocuklar çok şaşırdılar, telaşlanıp hemen koştular. “Tamam” dedi onlara, “Beni artık çıkarabilirsiniz.”
Binerken gözlerini yumdu ama asansöre binmeye karşı çıkmadı. Son bir kontrol için doktorun odasına girdiğinde, sehpadaki kar küresini ters çevirip gondoldaki çiftin üzerine yağan karları seyretti.
Hastaneden çıkarken durdu. Başını kaldırıp sımsıkı kapalı pencerelere baktı.
İçeri giren herkesin ama herkesin şifa bulup çıkmasını diledi. Sonra da göğsündeki tüm kelebekleri gökyüzüne salıverdi.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.