GILGAMIŞ KAPAK
Sülbiye Yıldırım

VE İNSAN UYGARLIĞI YARATTI

Ateşi kontrol altına almayı öğrenip pişirmeyi keşfetmek insanlaşma yolundaki büyük adımlardan biriydi. Bu adımlara zaman içinde suya, toprağa hükmetmeyi de ekledi insan. Fırat ve Dicle gibi iki azgın akarsuyu, kanal ve bentlerle uysallaştırıp Mezopotamya’nın toprağını bereketli hale getirdi.

 

Ekti, suladı, biçti. Bol ürün elde etti. Sonuçta yiyecek aramanın peşinde çeşitli tehlikelerle karşılaşıp hayatını kaybeden edilgen bir varlıkken, doğaya yaptığı müdahalelerle ihtiyacından fazlasını üretebilen, etken bir varlık haline geldi. Elde ettiği fazlanın büyüsündeki bu etken varlık ‘sahip olma’nın hırsında, mülkiyeti keşfetti. Ürettiği fazlayı depolamak için görkemli tapınaklar yapıp rahipler, koruyucular yerleştirdi. Farklılaşan yaşamında yepyeni organizasyonlar oluşturdu.
Bütün bunlar olurken takvimler milattan önce kaçı gösteriyordu bilinmez ama 3200’lü yılları gösterdiğinde Sümerler çoktan yazıyı icat edip ürettikleriyle ilgili her şeyi kayıt altına almaya başlamışlardı bile. Tarlada çalışanlar, kanal kazanlar, ekenler, biçenler, yıllık döngü içinde üretilenler, üretime emek koyanlarla üretime el koyanlar. İşçiler, krallar ve rahipler, askerler, zanaatkârlar, kâtipler ve edebiyatçılar. Günlük yaşama dair her şey bir bir kayıt altına aldı Sümerler. Gelinen noktada artık devasa bir işgücünün yarattığı yeni ekonomik düzen, gereksindiği büyük organizasyonu barındıran kent yaşamını ortaya çıkardı ve Sümerler uygarlığı yarattı!
Yazıyı bulma ayrıcalıklarının sonucu olarak tarihi de başlattığı varsayılan Sümerlerin bıraktığı tabletlerin tanıklığında, insanın uygarlaşma yolundaki yürüyüşünü adım adım izleyebiliyoruz. Uygarlaşmanın insana kazandırdıklarıyla kaybettirdiklerinin muhasebesini yapabiliyoruz. Bu muhasebe bin yıllardır bize aynı soruyu sorduruyor:
“Uygarlaşmayla birlikte kazandıklarımız kaybettiklerimize değdi mi?”
Bu sorunun yanıtını tarihin ilk kitabı olma ayrıcalığını taşıyan Gılgamış Destanı’nda buluyoruz. Bu eşsiz kitabın sayfalarında gezinirken, gözümüzü kamaştıran Gılgamış’tan kendimizi kurtarabilirsek, pikaro Enkidu’nun bizden önce cevabı bulduğunu görüyoruz. Bu yanıtı büyük kurgu ustası Sümerli edebiyatçı, yapıtında çok anlamlı cümlelerle yüzümüze çarpıyor.
Gökboğası’nı öldürdüğü için cezalandırmayı düşündükleri Gılgamış’a, yarı tanrı olduğu için kıyamayan tanrılar, onun yerine Enkidu’nun canını almaya karar veriyorlar. İşte o zaman Enkidu anlıyor ki uygarlık denen olgu öfke, kaygı, yok etme, savaş, yağma, gasp ve daha birçok yok edici kötülükle birlikte eşitsizliği ve adaletsizliği de içinde taşıyor. Uygarlığın yarattığı insanlaşmanın nelere mal olduğunu görünce dayanamıyor Enkidu ve önce, doğal dünyasında yaşamasını engellediği, öz benliğine yabancılaşmasına sebep olduğu için, varlığını bütün bir Uruk’a ve Gılgamış’a haber veren avcıya ileniyor. Sonrasında da insanlaşmasını sağlayan, kendisini kadın kokusuyla, biranın ve ekmeğin vazgeçilmezliğiyle tanıştıran yosma Şamhat’a ileniyor.
Sümerli edebiyatçı Enkidu’nun kendini ne kadar büyük yıkım içinde hissettiğinin göstergesi olan ilenme cümleleri kurarken, acımasızlığımızı da tokat gibi yüzümüze çarpıyor.
Şamhat’a ilenirken de kurduğu cümlelerin yorumunu da size bırakıyorum:
Tanyeri ağardığında Enkidu başını Şamaş’a doğru [kaldırarak]
Ağla[maya] başladı: Gözyaşlar[ı] parlıyordu Şa[ma]ş’ın güneş ışın[larında]
“[Sana yakarıyorum Şamaş], [Çün]kü Kader bana <düş>man!
(Bu) sözümona (?) Avcı Ve Tuzakçı (Eski) dostlarım gibi olmamı önledi!
Dostlarına benzemesin (o da), Ka[za]nc[ı] eksilsin!
Geliri azalsın! [ ]den başka bir şeyi kalmasın!
(Kurduğu tuzaklara) düşmesin, kaçıp kurtulsun bir bulut gibi (?) [Avlamak istediği hayvanlar!]”
***
[Yos]ma’ya [da] ilenmek Geldi içinden.
“[Sana gel]ince Yosma, Sonsuza dek sürüp gidecek
Bir alın yazısı biçeceğim sana, Karşı konulmaz bir alın yazısı olacak bu.
Ve kurtulamayacaksın bundan. [(Asla)] mutlu bir yuva[n Ol]mayacak,
[(Asla) sevip okşanmayacaksın (?) [(Asla) giremeyeceksin
Genç kadınların  [haremine1! [İçkinin tortusuyla1 Kirlenecek [gü1zel [göğüslerin,
[ Sarhoşların kusmukları Bulaşacak [giysilerine!
(Bir dize zedelenmiş.)
Asla güzel kokular sürünemeyeceksin
Yitireceksin ne varsa elinde avucunda,
Kapı önlerinde sevişeceksin Meskenin Kaldırımlar olacak!*(sf:142)
Enkidu ‘uygarlaşma’yı algılamanın çaresizliğinde kavrulup gitti ama uygarlığın insana nelere mal olacağını sezmek ve göstermek Sümerli edebiyatçının büyük öngörüsü oldu. Bu büyük edebiyatçının Gılgamış Destanı’nı yaratırken içine serpiştirdiği ögeler; tarımsal devrimle ortaya çıkan ve bugünkü ekonominin de ilkel biçimi olan sistemde, insanın geldiği yeri anlamamız bakımından oldukça gerçekçi göstergelere sahip.
Sümerli büyük kurgu ustası, Enkidu’nun şahsında hepimizi binyıllar ötesinden uyarıyor:
Ey insan! Doğadan ve doğandan uzaklaştıkça kendinden de uzaklaşıyorsun! Yaşama yabancılaşıyorsun. Dilini, düşünceni, kendi bedenini, kendi duygularını anlayamıyorsun. Enkidu’yu unutma! İlenmek çözüm değil!”
Biz ne yaptık?
Gılgamış’ın peşine takılıp ölümsüzlüğü aramaya, mülkiyet tutkumuzu doyurmaya devam ettik. Yaktık, yıktık, yok ettik. Yıkıcılığımızda kendi varoluşumuzu inşa etmeye çalıştık. Sümerler’de de günümüzde de bizi doğadan koparan, kendimize yabancılaştıran “uygarlık” aldatmacasıyla dünyayı kendimize dar edip yaşamımızı zehrettik. Geç kalmış sayılmayız. Hâlâ “Edebiyat” var, öyleyse daha güzel bir dünya mümkün!
 

*Jean Bottero, Gılgamış Destanı

 

 

Diğer mitoloji yazılarına  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir