OLDUKÇA TUHAF BİR CİNAYET
Sabaha yakın, bir el kapıyı hızlıca dövüyor. Yataktan fırlayıp usulca kapıya gidiyorum. Korkuyorum. “Kim o?” diyorum. Kendim bile zor işitiyorum sesimi.
“Bizler polisiz” diyor ses.
İyice tedirgin oluyorum. Biz dediğine göre en az iki kişi olmalılar. “Bekleyin” deyip tekrar salona dönüyorum. Elime bir vazo alıp kapıya yanaşıyorum. Eğer iki kişilerse ve polis falan değillerse birinin kafasına vazoyu geçirip onu bayıltacağım, diğeriyle de yumruk yumruğa bir kavgaya tutuşacağım. Dövmeye devam ediyor kapıyı el. Açmadan soruyorum:
“Kaç kişisiniz?”
“Açsana kapıyı! Çok kişiyiz biz.”
“Ne istiyorsunuz benden?”
“Kötü bir şey yok. Alıp götüreceğiz seni hepsi bu.”
“Nereye?”
“Hadi aç kapıyı. Yoksa kırarız. Bu zor olmaz bizim için.”
“Kırın o zaman. Tehlikeyi bile bile açacak değilim kapıyı.”
“Güzellikle olsun istiyoruz. Ortada bir tehlike yok. Aç kapıyı hadi. Bak sen de göreceksin. Yalanımız yok. Aç ve yanıldığını anla.”
Adamın sesi içimi bir hoş ediyor. Niye bilmem ama ona güvenmeye başlıyorum. Anahtarı çeviriyorum. Kapı gıcırdayarak açılıyor. İki adam var karşımda. Biri uzun boylu ve kalıplı. Diğeri cılız mı cılız. Üflesen devrilecek cinsten. Elimde vazo adamlara bakıyorum.
“O elindeki de ne? Yoksa vazoyla bize mi saldıracaktın? Ne ayıp ama.”
“Kimsiniz, ne istiyorsunuz?”
“Korkma. Biz iyi kişileriz. Ama seni polis merkezine götürmemiz lazım. İfadeni alacağız.”
“Niye? Ben bir şey yapmadım.”
“Onu bilemeyiz. Yani bir şey yapıp yapmadığını sana soramayız demek istiyorum. Bunu araştırmamız lazım. Bir şey yapmadıysan korkmana da gerek yok, değil mi?”
Konuşan kalıplı olandı. Diğerine bakıyorum. Cılız adam halinden bezmiş gibi yüzüme bakıyor. Şu iş bir bitse de eve gidip uyusam der gibi bir hali var.
“Tamam” diyorum kalıplı adama. “Üstümü değiştirip geliyorum.”
“Süslenmene gerek yok. Dışarısı karanlık. İn cin top oynuyor bu saatlerde. Sırtına bir şeyler geçirip gel hemen.”
Kısa cümlelerle konuşup durması sinirimi bozuyor. Cevap vermeden ayrılıyorum yanlarından. Pantolon kazak giyip tekrar dönüyorum kapıya. Cılız adam bir sigara yakmış dertli dertli içiyor.
“Kapımda sigara içilmesini uygun bulmuyorum” diyorum adama. O da umursamaz bir tavırla sigarayı yere atıp ayağıyla eziyor.
“Hadi” diyor kalıplı olan “bir an önce gidelim ki işimiz erken bitsin.”
Merdivenleri inip polis aracına biniyoruz. Hafif bir yağmur var dışarıda. Sırtıma bir palto almamakla kötü ettiğimi düşünüyorum aracın içinde.
***
Dar ara sokaklara girip çıkıyor polis aracı. Tümseklerde sekiyor lastikler. Midem kalkıp iniyor. Hafif yağmurlu gecede sileceklerin hareketlerine bakıyorum yol boyu. Hiç konuşmuyoruz. Yarım saat böylece geçip gidiyor. Sonunda karakola varıyoruz.
“Getirdiniz mi sonunda?” diyor yaşlıca bir polis, diğerlerine.
Yine kalıplı olan konuşuyor: “Kusura bakmayın amirim. Evi bulması falan uzun sürdü. Uzakmış da üstelik.”
Kafa sallıyor amir dediği adam. Sonra, “İçeri götürün,” diyor.
Ne hoş geldin var ne bir çay ikramı. Bunlar benim suçlu olduğumu düşünüyor olmalı, diyorum içimden. Yoksa gülen bir yüzle en azından bir hoş geldin derlerdi. Hele şu cılız adamı niye polis teşkilatında tutarlar anlamış değilim. Ne cüssesi var ne de iki çift laf ediyor.
Ben böyle düşünüp dururken bir sandalyeye oturtuyorlar beni. Önüme bir bardak su koyuyorlar. Sonra beni evden alan iki adam odadan çıkıyor. Bir süre tek başıma oturuyorum odada. Ne süre tek başıma kaldım kestirmesi zor. Amir dedikleri odaya dalıyor sonunda. Bir sandalye çekip oturuyor karşıma.
“Sorguya başlamadan önce sormak isterim, bir avukata ihtiyacın var mı?”
“Yok.”
“Neden?”
“Çünkü suçlu değilim.”
“Ama avukat sadece suçlulara gerekmez ki!”
“Olsun, yine de istemiyorum.”
“Peki. Sana sorular soracağım. Verdiğin cevaplar aleyhinde delil olarak kullanılabilir. Dikkatle cevaplamaya çalış lütfen.”
Peki anlamında kafamı sallıyorum. Sudan bir yudum alıp adama bakıyorum. Korkum bir anda geçmiş. Cesurca, adamın sorularını bekliyorum. Önüme birkaç fotoğraf koyuyor. Parmağıyla işaret ederek soruyor:
“Tanıyor musun?”
Fotoğraflara eğilip bakıyorum. Dün gece rüyamda seviştiğim kadın değil mi bu? Kırmızı ojeli parmaklarıyla, kocaman memeleriyle, kalın dudaklarıyla, iri baldırlarıyla ve geniş kalçalarıyla beni mest eden o kadın.
“Hayır” diyorum amire.
“Emin misin?”
“Evet, eminim. Tanımıyorum.”
“Gece, evinde ölü bulundu.”
“Bu kadını ilk defa görüyorum. Ölmesine üzüldüm tabii. Yani bir insanın ölmesi üzücü bir şeydir. Yalnız dediğim gibi kendisini daha önce hiç görmedim.”
“Ya demek öyle. Ne ilginçtir ki telefonunda senin numaran kayıtlı. Dahası akşam sekiz civarı seni aramış.”
“Bu imkânsız. Tanımam etmem.”
“Aramış işte. Bir hayat kadını olduğunu biliyorsun değil mi?”
“Fotoğraflardan tahmin ettim. Dediğim gibi kendisini hiç görmedim.”
“Hayat kadınlarıyla ilişkin olur mu?”
“Yalan diyemem. Birkaç sefer oldu.”
“Ne zaman?”
“Hatırlamıyorum. Yani son birkaç yılda birkaç sefer olmuştur.”
“İçki kullanır mısın?”
“Evet.”
“Sarhoş olana dek içer misin?”
“Ne demeye getiriyorsunuz lafı anlamış değilim. İçkiyle bu işin ne ilgisi var.”
“Bak, aslında sana inanmak istiyorum. Kafamda bir şeyler oluştu. Mesela sen sarhoş olduğun gecelerin birinde bununla yatmış olabilir misin? Dün akşam da seni yanlışlıkla ya da birden hatırlayarak aramış olabilir mi?”
“Bakın, beni yabancı bir numara aramadı. Arasaydı hatırlardım.”
“Neredeydin akşam?”
Bir süre düşündüm. Önümdeki bardaktan bir yudum daha alıp boğazımı temizledim.
“Hava kararmak üzere barların birinde bira içtim. İki bira ve iki bardak da votka içtiğimi hatırlıyorum. Ardından eve geldim. Sanırım eve vardığımda saat sekiz gibiydi.”
“Evde ne yaptın?”
“Kitap okudum.”
“Hangi kitap?”
“Bunun ne önemi var?!”
“Önemli olup olmamasına biz karar veririz. Size söylenen her şeyi cevaplayın.”
“Poe öyküleri okudum dün akşam. Tanıyor musunuz bilmem. Morg Sokağı Cinayeti’ni okudum. Harika bir Poe öyküsüdür.
“Ardından?”
“Uyudum.”
Amir sandalyesinde doğruldu. “Şimdi sizi bırakacağız” dedi. “Ama unutmayın ara ara çağırıp sorular sormamız lazım. Bu nedenle şehri terk etmeseniz iyi olur. Yani çok acil değilse terk etmeyin. Aksi halde şüphe uyandırırsınız. Az çok bilirsiniz bu işleri. Ne de olsa film milim çağında yaşıyoruz.”
Düğmelerin birine bastı ardından. Kapı açıldı. Beni evden alan polisler başımda belirdi. Bana yol gösterdiler ve polis aracına koyup eve bıraktılar.
“Bak, korkacak bir şey yokmuş,” dedi kalıplı olan ben arabadan inip eve yönelirken.
Cılız olansa yan koltukta bir sigara yakıp dumanı dışarı üfledi. “Ben arabamda sigara içerim, içilmesine de izin veririm” dedi.
İkisine de cevap vermeyip apartmana girdim.
***
Salona girince hayatımın en büyük şokuyla karşılaştım. Kitap okuma koltuğuma başka birisi oturuyordu. Birisi demek de doğru değil. Çünkü koltukta oturan bir insan değildi. Hayret ve korkuyla ona yaklaştım.
“Şaşırdın mı?” dedi.
“Üstelik konuşuyorsun!” dedim.
“Evet, konuşmayı biliyorum. Öğrenmesi zor olmadı. Okumayı ve yazmayı da biliyorum. Sen gelmeden kitaplığını biraz karıştırdım da. Güzel kitaplar. Zevkin gelişmiş sanatsal açıdan.”
Gözlerime inanamıyordum. Karşımda konuşan bir maymun vardı. Neredeyse ben boyutundaydı. Kendimi toplamaya çalışarak sordum:
“Peki, burada ne işin var? Benden ne istiyorsun?”
“Dün gece ölen kadın için geldim.”
“Onu sen mi öldürdün yoksa?”
“Kimin öldürdüğünün ne önemi var ki! Ölmüş bir kişi ölmüş bir kişidir işte ve öleni tanıyorsanız ve onu seviyorsanız bir kayıptır da aynı zamanda.
Ne diyeceğimi şaşırmış, maymuna bakıyordum. Devam etti:
“Ayrıca siz insanları anlıyor da değilim. Tuhaf halleriniz, tuhaf sınırlarınız ve içinden çıkılması güç dertleriniz var. Bana sorarsan yaşamayı falan bildiğiniz yok. Sadece takıntılı yaşamlarınız var ve günün birinde bu takıntılı yaşamlarınızın sona ermesini bekliyorsunuz. Oldukça saçma ve boş. Kısacası aptalca! Ama neyse. Konumuz bu değil. Sana o kadından bahsedeceğim. Koltuğuna teklifsizce kurulup sana nutuk çekmeye başladığım için özür dilerim. Biraz gevezeyim. Bunu kabul ediyorum. Gördüğün üzere kafam da az çok çalışır.”
Rahatlamıştım. Maymun konuştukça bütün bu yaşananlar doğalmış gibi gelmeye başlamıştı. Ona içki içip içmeyeceğini sordum. O da eğer viski varsa alabileceğini söyledi. Ben de mutfağa geçip birer kadeh viski doldurdum. Şimdi bir maymunla karşılıklı viski içmekteydim. Bunu kime anlatsam elbette bana inanmazdı.
“Anlat o halde” dedim maymuna “oldukça merak ediyorum söyleyeceklerini.”
Viskisinden bir yudum daha alıp söze girdi:
“Kadının berbat bir yaşamı vardı. Önüne gelen erkekle düşüp kalkmak sonra da hamburgerle karnını doyurup sürekli sigara içmek, işe çıkmadığın gecelerdeyse yatağında kıvrılıp tek başına ağlayıp durmak boktan bir hayattır. Onu ilk defa geçen yıl gördüm. Caddede ardından yürüyüp adresini öğrendim. Ertesi gece zilini çaldım. Kapıyı açınca çirkinliğim karşısında dili tutuldu. Ona merhaba deyince de bayılıp yere düştü. Hemen onu koltuklardan birine yatırıp kendine gelmesini bekledim. Mutfaktan bir bardak su getirip hemen başucundaki masaya koydum.
Ayıldığında beni görür görmez tekrar bayıldı. İkinci uyanışında ise inanılmaz bir çığlık attı. Ona sakin olmasını, hayatta her bir şeyin mümkün olabileceğini, gördüğü şeyin gerçek olduğunu ama korkmasına bir gerek olmadığını, çünkü ona bir zararımın dokunmayacağını anlatmaya çalıştım. Birkaç derin inlemenin ardından beni psikolojik olarak kabul etmeye başladı. Susmuştu artık ve ona uzattığım sudan birkaç yudum alıp daha da kendine geldi. Kim olduğumu, niçin evinde bulunduğumu kuşkuyla sordu. Ben de, onu sokağın birinde gördüğümü, ondan çok hoşlandığımı ve beraber vakit geçirmek istediğimi söyledim. Bunun imkânsız olduğunu, bir maymunla asla birlikte olamayacağını ve evinden hemen gitmem gerektiğini, aksi halde polisi arayacağını söyledi.
Bunun benim için ne kadar acı bir tecrübe olduğuna hak verirsin. İlk defa bir kadına ilgi duymuş ve ilk defa bir insana normal bir maymun olmadığımı belli etmiştim. O gün üzülerek, kafam yerde evinden ayrıldım. Ama içimdeki coşkuyu, ona karşı olan ilgimi bir türlü bastıramadım. Onu sürekli takip etmeye devam ettim. Ona asla yakıştıramadığım hayat kadınlığını icra ettiği her an onu takip ettim. Geceleri müşterileriyle buluştuğu apartmanların girişlerinde nöbet tuttum. Girdiği kafelerde hamburger yerken, çay veya kahve içerken çaktırmadan camdan onu izledim. Bir maymun için bu takip işinin ne denli zor olduğunu anlarsın. Bazen bir çocuk benden korkup ağlamaya başlıyordu, bazen de bir yetişkin beni kovalayıp yakalamaya çalışıyordu. Polislerin bile beni kovaladığı zamanlar oldu.”
“Bir yıl boyunca takip mi ettin kadını?”
“Sözümü kesme” dedi maymun ve devam etti:
“Dün akşam saat dokuz civarında, cesaretimi toplayıp tekrar evine gitmeye ve ona aşkımı ilan etmeye karar verdim. Olamaz mı yani, bir maymun bir kadınla birlikte olamaz mı? Bu bana oldukça mantıklı geliyordu. Şu an sorsan halen çok mantıklı olduğunu söyleyebilirim. Neyse. Issız sokakların birinde, bir çiçekçi dükkânının önünde fırsat kollamaya başladım ve dükkân sahibinin bir anlık dalgınlığından yararlanıp bir tek gülü çalmayı başardım. Sonra bu kırmızı gülle tekrar zilini çaldım. “Kim o?” diye seslendi. Ben de “Size kırmızı güzel bir gül getiren bir erkek” dedim. Kadınlar çiçeklere gerçekten bayılırlar. Yani erkeklerin onlara çiçek almasını severler ama çiçeklerin kendilerini de aynı zamanda severler demek istiyorum.
“Şimdi müsait değilim, daha sonra gelmeniz mümkün mü?” dedi nazikçe. Bunun üzerine, “Beni içeri almayın ama en azından çiçeği kabul buyurun” dedim. Kapıyı aralayıp beni karşısında görünce sendeleyip yine yere düştü. Onu oturma odasına taşıdığımdaysa senle karşılaştım. İnanılmaz derecede sarhoştun. Beni görünce gülmeye başladın. Ama ben konuşup da sana merhaba deyince şaşaladın ve masanın üzerinde duran portakal dolu kaptan bir bıçak çekip üzerime yürüdün. Kendimi korumak için ben de senin üzerine yürüyüp seni omuz darbemle savurdum. Zaten sarhoş olduğundan ayakta zor duruyordun. Aksilik bu ya savrulduğun yer kadının yanı oldu. Elindeki bıçak da kadının böğrüne saplanıp kaldı. Tuhaf bir şekilde orada öylece durup bir süre bana baktın. Ben de bu durgunluğundan yararlanıp gözüme ilişen ilk eşyayı elime alıp sana savurdum. Bu bir vazoydu ve vazo kafana çarpıp kırılmadan yere sekti. Bir süre kafanı ovalar gibi yaptın ve ardından gözlerini kapayıp sessizliğe büründün. Sızmış mıydın, yoksa darbenin etkisiyle kendinden mi geçmiştin, bilmiyorum. Hemen oradan ayrılıp polise cinayet mahallini bildirdim. Niyetim orada suçüstü yakalanmandı ama görüldüğü üzere bir şekilde polislerden önce olay yerinden ayrılmışsın.”
Maymun anlatımını burada kesip bir bardak daha viski istedi. Mutfağa gidip kadehleri tekrar doldurdum. Salona döndüğümde maymunun ortalıktan kaybolduğunu gördüm. Gitmişti. Çaresizce koltuğa oturup olan biteni düşünmeye başladım. Maymun gerçek miydi? Eğer maymun gerçekse -şu an için öyle gözüküyor- bütün anlattıkları da gerçek miydi? Rüyayı ve Morg Sokağı Cinayeti’ni bilincim hazırlamış olabilir miydi? Viskimden birkaç yudum alınca güçlü bir acı hissettim ve elimi saç diplerimde gezdirince üzeri kabuk tutmaya başlamış bir yaraya tesadüf ettim.
Aceleyle cebimden telefonumu çıkarıp rehbere girdim. Görüştüğüm son kişinin adını görünce zihnim berraklaşmaya başladı, kadınla olan geçmişimi, onunla birkaç defa sevişmiş olduğumu hatırladım. Dün geceye dairse halen hiçbir şey hatırlamıyordum.
***
Günlerdir sokaklarda dolaşıp maymunu arıyorum. Ona kafama vazo savurduğu için hesap falan soracak değilim elbette, belki birer kadeh daha viski içmek niyetim, belki de olayı bana tekrar tekrar anlatsın istiyorum. Hepsinden önemlisi de böyle bir maymunun gerçekten var olup olmadığını anlamaya çalışıyorum.
Az önce o iki polisten şişman olanı aradı, bu akşam polis merkezine uğramam gerekecek.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.