SANAT ETKİLEŞİMDİR 2- DANSIN TANRIÇASI “ISADORA DUNCAN”
Son zamanlarda peş peşe okuduğum iki kitaptan birisi, ne tesadüf ki yine sanat-sanatçı etkileşimini içermekteydi ve daha önce Rodin ile Rilke hakkında yazdığım “Sanat Etkileşimdir” başlıklı yazının ikincisini yazmama vesile oldu. Neden mi? Çünkü Isadora Duncan’ın yaşam öyküsü, Rodin’in ve başka sanatçıların etkileşimleri, bu konuya devam kararı aldırdı bana.
Siz de okuyunca, benzerlikleri fark edeceksiniz. İki kitabı arka arkaya okumak, daha iyi analiz yapmak açısından çok faydalı oldu.
Agora Kitaplığı’ndan çıkan, Maurice Lever’in yazdığı, Türkçeye çevirisini de çok değerli dostum İlkay Kurdak’ın yaptığı ve bizzat tarafıma imzalı olarak hediye ettiği bu kitap benim için çok ama çok kıymetli.
1877 yılında San Fransisco’da doğan İrlanda kökenli Isadora Duncan, yaşamı süresince hep özgürlüğünün peşinden koşmuş. Hatta o kadar ki; evlenmeden iki çocuk doğurarak o yıllara göre sıra dışı bir hayatı seçen ve zoru başaran cesur bir kadın o.
Dansında, ilişkilerinde hep özgürlüğü benimseyen, her şeye ve herkese meydan okuyan tam bir feministtir Isadora Duncan. Tıpkı 20. yüzyılın ünlü modacısı Coco Chanel gibi marjinal olmayı seçerken, döneminin toplumuna ve erkek hegemonyasına âdeta meydan okumuştur.
“Sanat insanın vatanından da önemlidir! Hatta yaşamdan da!” diyen ünlü dansçı ABD’den ayrılmış, şehir şehir dolaşarak hem hayatı anlamış hem de sanatını icra ederken tıpkı şair Rainer Maria Rilke gibi seyahatlere çıkarak ufkunu genişletmiştir.
Antik Yunan Hayranlığı
Isadora Duncan sanat yaşamına aile üyelerinin etkisiyle (ailenin beşli çete üyesi annesi dâhil) adım attı. Erkek kardeşi Raymond’un Yunan metinleri üzerine çalışması ve Bizans müzikleriyle ilgilenmesi sayesinde bu stil, onun dansına ve hatta kıyafetlerine kadar yansımış oldu. Aile boyu kültür gezileri yaparlardı. Londra’dayken Raymond ile çoğu zaman British Museum’u ziyaret eder, Parthenon’un fresklerinin bulunduğu bölüme gelir ve onları izleyerek tüm gün kalırlardı.
Dansına ve giyimine Antik Yunan tarzını yansıtmasıyla ve çıplak ayak dans etmesiyle yaşadığı döneme damgasını vurur Isadora Duncan.
Rodin-Isadora Buluşması
“Yaşamı kavramak, burun buruna, göz göze yaşamaktır. Evet, dostum, işte bu Rodin ekolüdür” sözüyle Isadora, aslında Rodin’de kendini görmüştür. Paris’te, Rodin’in atölyesinde dansıyla onu büyülemiştir. Atölyede öğrencileriyle dans çalışmaları yaparken dans eden gençleri izleyen Rodin, sıkça onların eskizlerini çizmiştir. Ne de olsa beden ve bedenin dansla kullanımı Rodin’in sanatında çok önemlidir. Dolayısıyla Isadora Rodin’den, Rodin de Isadora’dan tam anlamıyla etkilenmiştir.
Gelelim sahne, dekor ve perdelerdeki renk seçimine.
Dansçı Isadora’nın tam bir mavi tutkunu olduğunu, gittiği bütün şehirler dâhil dekor için hep mavi rengi seçmesi de bir etkileşimden başka nedir ki?
Aşk, Sanat, Empati
Isadora Duncan 1922 yılında Moskova’da, Sovyet şair Sergey Yesenin ile evlenir. “Aşkta asla rastlantı olamazdı” diye düşünen Duncan, aşklarına da tıpkı sanatına bağlandığı tutkuyla bağlanır. Aslında hayatı boyunca hiç evlenmeyeceğine söz veren Duncan, bu sözünü son sevgilisi Yesenin için tutamaz ve ilk kez onunla evlenir. Yesenin ile birlikte artık o da bir Rus olmuştur. Sovyet rejimini benimser.
Duncan fikirlerini ve politik görüşlerini açıkça ortaya koyar.
Paris’e girişi yasaklanmasına, dans gösterilerine bile engel konmasına rağmen aşkı için her ödünü vermeye razıdır. Ne var ki çift evlilikleri süresince hep seyahat etmiştir ve Yesenin’in vatan özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. İlişkileri de artık bu hasreti kaldıramamaktadır. Ve çift boşanır, herkes kendi yolunu seçer. Sanatçı Duncan, genç şair olan kocası için empati yapar ve onu yeni yaşamında serbest bırakarak doğru kararı verir.
Anlaşıldığı gibi sanat ve aşk öyle iç içe geçmiştir ki, duygular doruk noktasına varır ama özgürlük tutkusu insana empati yapmayı da öğretir. İşte, bu üç olgu daima etkileşim halindedir yaşamımızda. Tabii, kim ne kadarını hayatına katabilir ya da katamaz, bunu bilemeyiz.
Şu bir gerçek ki sanat, sanatçı ve şehir; şehrin etkisiyle birlikte, özgürlük ve yaratıcılık aynı anda kesişirler. Tam da bu noktada sanat ortaya çıkar. Çünkü ikisi de etkileştiklerinde sanatçı hazzını ve eserini yaratmış olur.
Hayatını Değiştirmelisin ve Dansın Tanrıçası… İki kitap da sanat soluduğumuz şehirlerde bu üçlünün varlığını her daim hissettiriyor okuyanlara. Doğrusu, her ikisini de aynı dönemde okuduğum için çok mutluyum.
Serinin ilk yazısına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
Dergimizin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.