bülbülü öldürmek
Berrin Yıldırım Yelkenbiçer

BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK

1926 Alabama doğumlu Harper Lee hayatı boyunca iki roman yazmış; 1960’ da yayımlanan Bülbülü Öldürmek ve elli beş yıl sonra 2015’te yayımlanan Tespih Ağacının Gölgesinde. 

Bülbülü Öldürmek romanı, 1961’de Pulitzer Ödülü’nü almış, 1962 yılında sinemaya uyarlanmış. Romanın başkahramanı Atticus Finch’i Gregory Peck canlandırmış ve bu rolüyle en iyi oyuncu Oscar ödülünü kazanmış.
Yazar Harper Lee bu rolü önce Rock Hudson’ın oynamasını istemiş, fakat rol Gregory Peck’e gittiğinde o kadar babasına benzetmiş ki ondan kalan saati oyuncuya hediye etmiş.
Bu satırların yazarına göre de Gregory Peck harika bir seçimdir. Kitabı okuma serüveninde Atticus’u hep Gregory olarak düşünerek okuma keyfini artırmıştır.
Hikâye, yazarın 1936 yılında on yaşındayken yaşadığı gerçek bir olaydan yola çıkıyor ve 1930’ların Alabama’sında kurgusal Maycomb kasabasında geçiyor. Harper Lee kendi kasabası civarında yaşanan benzer bir olayın ailesi ve komşuları üzerindeki etkilerini çok iyi gözlemleyip yıllar sonra roman haline getirmiş. Romanda geçen isimlerin bazıları kendi ailesinden alıntılanmış. Dill karakteri de mahalleden çocukluk arkadaşı Truman Capote’dan esinlenerek oluşturulmuş.
Kitapta tüm olanlar sekiz yaşındaki Jean Louise Finch’in ağzından, bir yetişkin gözüyle ama çocuk naifliğiyle anlatılıyor. Jean Loise’e herkes Scout diyor.
Romanın neredeyse yarısında Scout, abisi Jem ve yaz tatillerini teyzesi Bayan Rachel’in yanında geçirmeye Maycomb’a gelen Dill’in sokaklarda geçen çocukluk hikâyelerini okuyoruz. Bu satırların yazarı da o yaşlarını sokaklarda benzer hikâyelerle geçirdiği için, bu kısımdaki yavaş tempodan hiç sıkılmamış, hatta inanılmaz keyif almıştır.
bulbul 2
Scout’la Jem’in babaları Atticus bir avukat. Çocuklar babalarına ismiyle hitap ediyorlar. Annelerini kaybetmişler. Atticus sakin, sesini hiç yükseltmeyen ve son derece ilkeli bir baba. Öyle ki, bütün babalar böyle olsa ne güzel yetişkinler büyürdü diye geçiyor insanın içinden.
Amerikan İç Savaşı biteli çok olmuş; Ku Klux Klan da artık yok ama ırkçılık 30’ların Alabama’sında devam ediyor. Beyaz bir kızın ırzına geçmekle suçlanan siyahi Tom Robinson’u savunma işi Atticus’a veriliyor. Atticus Finch hem kendisinin hem de çocuklarının yaşayacağını bildiği tüm sıkıntılar, dışlamalar, tehditlere rağmen davayı üstleniyor. Bu süreçteki bütün sebep ve sonuçları, çocuklarının anlayabileceği bir dille dürüstçe paylaşıyor.
Davayı aldığı için yapılan suçlamalara karşı “Başka insanların yüzlerine bakabilmek için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Başka insanların çoğunluğunun düşüncelerinden bağımsız hareket eden tek şey insanın vicdanıdır.” diyor.
Romanın ortalarında Tom Robinson’un davası başlıyor. Sadece beyazlardan oluşan tanıklar ve jüri üyeleriyle yargılanıyor. Tüm o sayfaları, beyaz ekrandan bir mahkeme sahnesi izler gibi okuyoruz.
Atticus ölüm tehditleri alıyor ama vazgeçmiyor. “İnsan hayatı pahasına, birbirimizi kibarca söylenmiş yalanlarla kandırmayı savunamam.” diyor.
Sayfalar ilerledikçe ve davranışlarına, olaylar karşısındaki tutumuna, sorunlara getirdiği çözümlere, insanlarla ilişkilerine tanıklık ettikçe Atticus’a hayranlığımız artıyor. Çocuklarının sevmediği bir adam için “Esasında iyi bir adam, hepimiz gibi onun da kör noktaları var.” diyor.
Scout babasına, Hitler’den nefret etmenin doğru olup olmadığını sorduğunda “Doğru değil.” diyor. “Hiç kimseden nefret etmek doğru değildir.”
Çocuklarının, gerçek cesaretin eli tüfekli bir adamla ilgisi olmadığını, daha başlamadan yenildiğini bile bile başlamak ve ne pahasına olursa olsun sonuna kadar devam etmek olduğunu, görmelerini istiyor.
Atticus bülbülü öldürmenin günah olduğunu söylüyor. Kasaba gazetesinde, Tom’un öldürülmesinin ötücü kuşların avcılar ve çocuklar tarafından öldürülmesi gibi saçma bir katliama benzetildiğine dair bir yazı okuyunca, Scout babasının ne demek istediğini daha iyi anlıyor.
Bir çocuğun ağzına çok yakışacak şekilde, son derece sade, yalın, net bir dille anlatılıyor her şey:
Bir nedene sığınmanın insanlara iyi geldiğinden, bazı insanların hayatlarını bazı insanların nasıl da cehenneme çevirdiğinden, pazar günlerinin o yalancı huzur havasından, gizlediği bir şeyi olanların gözleri sabit bakan ama kuyruğu titreyen kedilere benzediğinden, akrabalar geldiği zaman insanın yüreğine çöreklenen o kasvet duygusundan, bütün din adamlarının kadınların iffetsizliği konusunu takıntı haline getirmiş olmalarından, insanlarca kurulmuş bütün kurumların kusurlu olabileceğinden, bütün siyahilerin yalan söylediği ve temelde ahlaksız olduğuna dair önyargılardan, kendi hınçlarını jüri locasına taşıyanlardan bahsediliyor.
bulbul 3
Ekonomik buhranın yaşandığı ve ırkçılığın fazlasıyla devam ettiği 30’lu yılların Amerika’sında geçen ve kırktan fazla dile çevrilen roman, bir çocuğun gözünden adalet, özgürlük, eşitlik, kadın ve insan hakları kavramlarına vurgu yaparken, önyargıların, sınıf ve ırk çatışmalarının yol açabileceği felaketleri de önümüze koyuyor.
Bütün bunlardan önce vicdanlarımıza sesleniyor. Hem içimizden hem de dışımızdan iyi olmanın, iyi kalmanın, iyi bakmanın, iyi konuşmanın, sadece kendi hayatımızı değil, başkalarının hayatlarını da nasıl değiştirebileceğini anlatıyor.
Atticus Finch’in kişiliğinde, sabrın ve iyiliğin gücüne olan inancımız artıyor.
İyi söylemlere ve iyi olma hallerine en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, Bülbülü Öldürmek’i okumak, okuduysak tekrar okumak ve iyi olmaya önce kendimizden başlamak, iyiliğin bulaşıcı olabileceğini kanıtlar belki.
O zaman da dünya güzelleşir.

 

Daha fazla öykü okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir