olmuş
Hülya Duman

TARIK SOLMUŞ'LA KUŞ UÇUŞU* SÖYLEŞTİK

 

                                                                          “Eşiğinde dururum kendimin 

                                                                                     Ha bire çarpıp durur 

İçimdeki kapılar”

Karin Karakaşlı

 

Bir süredir tanık olduğum veya duyduğum şeyler hepiniz gibi hepimiz gibi beni de derinden sarsmakta. Yakınınızda, yörenizde olanlar, ne yapacağınızı bilemedikleriniz hani… Hayatın içinden, gerisinden, berisinden; şaşırarak izlediklerinizden, az ya da çok etkilendiklerimiz. Tüm bu olagelenlerle örtüşen, öyle ki “Bizi de üzdüler sabah kalktık işe gittik” cümlesiyle kendini duvarlara bile yazdıran, duyguya ortak olan *“Kuş Uçuşu” isimli diziyi izlediğimde daha önce “Sinemada Bağlanma Türleri ve Travmaları” üzerine keyifli bir söyleşi yaptığımız Uzman Psikolog Tarık Solmuş ile duygu, düşüncelerimi paylaşmadan edemedim.  Ve o da yine tüm zarafeti ile kabul etti söyleşi isteğimi.

Hoş geldiniz, Tarık Solmuş.
Hoş bulduk. Herkes için keyifli ve verimli bir röportaj olması dileğiyle de tüm okuyucularına sevgilerimi sunmak isterim…
Öncelikle, diziyi izlemeyenler için kısa bir özet: Özgüvenli, deneyimli, kariyerinin en üstlerinde olan ve bunu da yıllardır korumayı becerebilen haber spikeri Lale; kendi yeteneği ve birikimi ile geldiği yerde üzerinde olan gözlerden, hesaplardan uzak işini yapmakta. Lale uzun zamandır, etik değerleri ve de çabasıyla üstüne koya koya yarattığı yolunda ilerlerken; daha genç, -kuşak farkı olacak kadar genç- donanımı olmasa da çokça hırsı, entrikası ve oyunlarıyla Lale’nin koltuğuna göz koyan Aslı ile karşılaşacak. Durumun farkında olamayacak kadar kendine, işine dönük bir Lale. Yılları, deneyimi, gelişimi ve kendi zamanını bekleyemeyecek kadar da acelesi olan bir Aslı. Hem de her ne pahasına olursa olsun Lale’nin koltuğuna kuş uçuşu gelmeyi kafasına koymuş biri. Dizinin ismi tam da buradan geliyor: “Hedefe en kolay ve kısa yoldan gitme.” Ama ne gitme!
Bu küçük kuşların uçtuğu gökyüzü bize yabancı olsa da kuş uçuşu gelip, hayatınızın içine güm diye oturanlar var artık işyerlerinde -özel şirketlerde hatta kurumlarda-, manavda, otobüste, sokakta bile.
İlk soruya şöyle başlayayım: Dizide anlatıcı sürekli hayvanlar üzerinden örneklemeler yapıyor; kuş-aslan, av-avcı gibi. Gündelik hayatta da kişisel kaygılardan, aşırı rekabetçilikten kaynaklanan hani diyelim ki “kirli, basit” oyunların oynandığını görüyoruz. Bunun nedeni ne olabilir?
Tabii ki kişisel kaygılar, korkular, tatmin edilememiş ihtiyaçlar, yetersizlik, çaresizlik ya da değersizlik duyguları gibi sorunlar baş rol oynuyor. Bir de bunun üzerine mesela ülkenin genel ekonomik sorunları var olan kaygıları daha da arttırıyor. Böylelikle de ortaya daha endişeli, hatta panik insanlar çıkıyor. Bunlar da elbette öfkeye ve saldırganlığa dönüşüyor. Kişi çevresinde kendisinden daha başarılı birini yani ona bir anlamda ayna olanı görünce onu değersizleştirmek için uğraşıyor. Onu ne kadar değersiz kılarsa kendisini de o kadar “değerli, güçlü” hissediyor mesela ki bu bütün narsisistiklerin temel özelliğidir…
Aslı ile Lale arasında olan gerilime gelirsek. Benim kavrayış biçimim, şimdiye kadar olan doğrularım, baktığım yer: Kuşaklar arası iş ilişkileri usta- çırak ilişkisi şeklindeydi. Çırak olan ustasının yanında, önderliğinde öğrenir, deneyimler, model alır ve günü geldiğinde de usta çırağına el sonra da yerini verir ki Lale bunu daha sonraki süreçte, erkek olan asistanı Yusuf ile gayet hazımlıca gerçekleştirecek. Ancak Aslı’nın kendi kurallarını bile isteye çok farklı işlettiğini görüyoruz. Minik kuş Aslı’nın sonu gelmez manevralarına, dehşet verici manipülasyonlarına ve neden bunlara gerekçe duyduğunu anlamak istiyoruz. Daha da ürkütücü olan, Lale’nin yani dizideki betimiyle ormanın sahibi aslanın elde ettiği zirve için çok çalışması, yeteneği, emeği ve işinin hayatının önüne geçtiği zahmetli bir süreç vardır. Hiçbir başarısı kuş uçuşu şeklinde olmadığı gibi bir başkasını da basamak yapmamıştır kendine. Adil olmak, erdemli olmak, etik ve dürüst haberciliği şiar etmiştir kendisine. Örnek alınacak, saygı duyulacak, danışan olacak bir yerdeyken süreç niye böyle işledi dersin?  
Her insanın iki kişiliği, benliği vardır. İlki; hayatının o anı itibariyle onu o yapan gerçek benliğidir yani tüm kaygıları, mutlulukları, acıları, tutumlarıyla o olma halidir. Bir de ideal benliği vardır yani hep olmayı istediği, olmanın hayalini kurduğu, idealindeki Aslı olmak gibi. Bu ikisi arasında ne kadar farklılık varsa yani makas ne kadar açıksa kişi o kadar endişe, gerginlik, başkalarına karşı öfke, haset, nefret, mutsuzluk yaşar. Diyelim ki bir gün karşısına tam da böyle biri; Lale çıktı. Hep sahip olmayı istediği bütün özelliklere sahip bir insan. Kendisi ‘Hep itilmiş, dışlanmış, reddedilmiş, hiç sevilmeyip, değer görmemişken’ çok başarılı, her açıdan çekici, etkileyici, karizmatik, güçlü, olgun, herkesin hayran olduğu, kendini gerçekleştirmiş, zengin, çok iyi eğitimli, geleceği parlak vb. özelliklere sahip biri. Bu durumda Aslı Lale’ye karşı ikilemli bir duygu karmaşası yaşayacaktır; bir yandan ona karşı bilinçüstüsel olarak haset, öfke, nefret duyarken bir yandan da bilinçaltısal olarak yani ‘içten içe, gizliden gizliye’ ona karşı yoğun bir hayranlık, sevgi yaşayacaktır. Bunların sonucunda da iki davranıştan birini gösterecektir; ya Lale ona kendisini ‘değersiz, yetersiz, beceriksiz’ vb. hissettirdiği için her an, her türlü saldıracaktır ya da saldırmanın da ötesinde onun yerine geçip onun gibi olmak için çabalayacaktır. Çünkü Aslı evet bir yandan Lale’den nefret etmektedir ama bir yandan da ona hayrandır ve onunla özdeşim kurmuştur. Böylelikle kendisini ‘değerli, özel, anlamlı, başarılı’ vb. hissedecektir. Onun gibi olmak örneğin en çok izlenen haber programı sunucusu olan Lale’nin ayağını kaydırıp onun yerine geçmek biçiminde de olabilir, eşiyle arasını bozup sonra da onunla tek gecelik birliktelik yaşamak şeklinde de…
Yeri gelmişken yine dizi de şöyle bir replik vardı. “Kuş aslanla kapışmak ister, sürekli onu kışkırtır, oyuna çekmek ister. Eğer aslan oyuna gelirse kendini eşitlenmiş hisseder.” Bu bölüm bana inanılmaz bir aydınlanma yaşattı. İş yerlerinde, yaşamın içinde, orada, burada yaşarız benzer şeyi. Tahrik fabrikası gibi olan, aynı ortamı paylaştığın kişi ya da kişiler vardır hani; diliyle yani üslubuyla, tavırlarıyla sanki özellikle başkalarını rahatsız etmeye çabalayan, tüm enerjisini buna yatıran ve bazen de ne yazık ki başarılı ola kişilerdir. Bu tür insanların duygusal manipülasyonlarına yani oyunlarına gelmemeniz gerektiğini bilirsiniz ama ‘nedenler’ de ararsınız bir taraftan.  Ne dersin?
Ona kendisini “yetersiz, beceriksiz, değersiz, bir hiçmiş gibi” vb. hissettirene karşı pek çok insan ne yapar? Tabii ki “eline bir çekiç alıp o aynayı kırmak” ister. Sanki aynayı kırınca tüm sorunlarının çözüleceğine inanır. Haset ya da mobbingci dediğimiz tüm insanlar böyledir. Mutlaka kendilerine bir hedef hatta kurban seçerler ve onu kurbanlaştırmaya çalışırlar. Kurbanın ne kadar canının yandığını, acı çektiğini gördükçe de bundan mutlu olurlar. Aslı da böyleydi zaten. Bir mobbingci de değildi çünkü Aslı’nın belirgin bir hedefi yoktu. Bir kişilik bozukluğu olarak da kendisinden daha akıllı, bilgili, zarif, çekici, güçlü, başarılı vb. olduğuna inandığı her kim varsa ona hayatı zehir etmek için uğraştı. Peki neden? Böylelikle kendisiyle yüzleşmesine gerek kalmıyordu çünkü. Nihayetinde ortada bir sorun varsa eğer bu hep başkalarındaydı, başkalarından kaynaklanıyordu…
Kuşun (Aslı) aslanın (Lale) yerini almak için yapamayacağı şey yoktur. Zafere giden her yol mübahtır!   Dizi repliklerini aynen alırsam: “Kuş olmak zor görünür. Beğenilmek ya da rezil olmak yoktur kuşlar için, görülmek vardır. Daha çok görülmek. Kuş etik bir savaş hedeflemez, ahlak dışı numaralara kadar her yolu dener.” Peki kimdir Aslı? Nasıl bir kişiliği vardır?
Aslı’nın daha doğrusu Aslı gibilerin başkalarınca ‘reddedilmek; onay görmemek, istenmemek’ vb. en büyük tahammülsüzlüğüdür ki bu da çocukluğunun, ergenliğinin hep reddedilişlerle geçmesinin sonucudur. Sevilmediğini, önemsenmediğini, hak ettiği değeri görmediğini düşündüğü her an karşı atağa, saldırıya geçer. Koşulsuzca kabul edilme, mutlaka beğenilme, hep ilgi çekme arzusu içindeki tüm o yarım kalmış sevgi, şefkat, ilgi ihtiyacının sonucudur…
 Çok başarılı, becerikli bir duygusal manipülasyon ustasıdır. Öyle ki kendi aleyhine olan bir durumu rahatlıkla kazanıma çevirebilir…
 ‘…mış gibi yapmak’ belirgin bir yeteneğidir; kolaylıkla sanki çok empatikmiş, merhametliymiş, duyarlıymış gibi davranabilir…
 Hep şüpheci, sorgulayıcıdır. Bu da onun hem kendisine hem de hiç kimseye güvenmemesiyle ilgilidir. Muhtemel çocukluğundan kalan yarım kalmışlıklarla, hayal kırıklıklarıyla, sevilmemişlikle, travmalarla ilgilidir…
İçindeki aşırı hırs, rekabetçilik, başkalarıyla sonu gelmez kıyasıya mücadele, hep en iyisi, mükemmeli olma saplantısı aslında kendini hayata, herkese ispat etmek içindir. ‘Onu hep reddeden, bir kenara fırlatan, hak ettiği sevgiden, şefkatten, yardımdan alıkoyan, onu hiç umursamayan, yok sayan, korumayan herkese’ karşı “Bakın! İşte buradayım!” deme çabasıdır…
Birinin örneğin Lale’nin ayağını kaydırmış, ona zarar vermiş olmakla bilir ki bir gün bir başkası da aynı şeyi ona yapabilir. Bu nedenle de ‘her an her yerden gelecek saldırılara’ karşı tetiktedir, bunun bir gün mutlaka gerçekleşeceği beklentisindedir. Sorun; o saldırıları kimlerin ve ne zaman yapacaklarını bilmemesidir. Bütün o aşırı kuşkuculuğu, tedirginliği, stresi, gerginliği, öfke patlamaları bu nedenledir. “Avcı kuş kendisi de buralara öldüre öldüre geldiği için bilir artık ölmekte olduğunu.” Herkesi aşağılar, yargılar, küçümser ki bu da onun hayattan intikam alma çabasıdır… Duygusal ve cinsel açıdan çok manipülatiftir; herkesi kendi çıkarları için kullanır, kullanmaya çalışır ve bu nedenle de ortam, durum neyi gerektiriyorsa onu yapar… Rahatlıkla flört eder, amacına ulaşmak için bedenini kullanmaktan çekinmez ki ‘işi’ çok kolaydır. Ne de olsa ‘her erkek aynıdır’ ve ‘sadece hormonlarıyla düşünen’ bu cinsiyeti istediği her an nasıl elde edeceğini de kontrol edip yöneteceğini de iyi bilir… ‘Hak ettiği değeri’ görmediğini hissettiği her an öfke duyar, etrafa saldırır; aslında o anlarda yaşadığı durum geçmişinden bugüne kadar gelen bütün o reddedilmişliklerin bir yansımasıdır. Bir birikimin patlak verişidir…
‘Hep savaşçıdır, savaşmak zorundadır.’ Çünkü ‘daha başkaları onu ezmeden önce o ezmelidir ki ayakta kalabilsin.’
Kendi adıma söyleyeyim ki beni dizide Aslı’dan daha çok alaşağı eden Müge karakteriydi. Lale’nin samimi arkadaşıydı güya, ortak hayalleri vardı, birlikte haber spikerliği yapacaklardı. Müge’nin kırgınlığını Lale’yle paylaşmak yerine haset ve öfkeyle davrandığına tanıklık ettik. Hırslı, aslında kendisiyle ilgili ciddi yetersizlik duyguları olan, hani diyelim ki rüzgâr nereden eserse oraya yönelen, duygusal manipülatif biriydi. Müge için neler söylenebilir?
Örtük, gizli ve hatta Aslı’dan çok daha tehlikeli, diyebiliriz. Evet, böyle özetleyebiliriz. Dizi boyunca içindeki öfkeyi, şiddeti her an her yerde kusan, kusmaya hazır olan bir Aslı gördük. İster bastıramayan diyelim ister kontrol edemeyen. Oysaki dikkat edelim; Müge tam da kendisine davranılmasını istediği anlarda, mesela söylediklerinin aynen kabul edildiği hatta otoritesine itaat edildiği anlarda hiç şiddet göstermedi. Ne zamanki reddedildiğini, onaylanmadığını, kabul edilmediğini, istenmediğini hissetti; o zaman Aslı’dan bile daha saldırgan, acımasız, merhametten ve ahlaki değerlerden uzak bir Müge gördük. Bu nedenle de Müge’nin Aslı’dan hem çok daha tehlikeli hem de öngörülemez olduğunu söyleyebiliriz. Elbette ki çok daha kırılgan olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü bütün saldırgan davranışların kökeninde ruhun çok derinliklerinde yatan çok ciddi bir acı, kırgınlık yatar. Bir insan ne kadar saldırgansa bilin ki aslında o kadar kırılgandır, kırılmıştır…
İki sezonda da dikkatimi çeken ama son sezonda dikkatimi doğrulayan bir şey daha var. Kuşkusuz ki Lale, insani değerleri olan bunu da hiçbir şekilde bozmayan biri olduğu kadar kuralcı ve kalıpları olan kalıpların arasına da sıkışmış biri. Aslı’nın düştüğü yerlerde ya da öfkeyle kapısını çaldığı yerlerde onu öfkesini kontrol ederek dinliyor hatta yardımcı bile oluyor. Aslı hiç buralarda biri değil üstelik. Ancak ilerleyen zamanlarda bu ikilinin ama öfke ile ama hesaplaşma ile sık sık yan yana geldiğini görüyoruz. Sen de katılacak mısın bana acaba? Bu taban tabana iki zıt karakter birbirine aynalama yapıyor ve bundan da fayda sağlıyorlardı sanki. Kuşak farkının birbirlerine öğretici ve geliştirici yanları oldu. Birbirlerinin baktıkları yerden bakabilme olanağı buldular. Bu hoşuma gitti benim doğrusu. Ayrıştırmak ve ötelemek yerine kavrama çabası değerliydi. Ne dersin?   
Belki de Lale Aslı’da kendisini görüyordu. Yani Lale de geçmişte bir Aslı’ydı, bunu bilemiyoruz. Şu noktayı unutmamak gerekir; anormal bir insanla ister dost, arkadaş ister sevgili, eş olan bir insan bunu neden yapar? Merhamet, yardım severlik, koruyuculuk mudur? Sebep yoksa mesela Lale Aslı’yı ‘iyileştirirken’ aslında kendi geçmiş yaralarını mı iyileştirmeye çabalamaktadır? Belki de bu onun anneliğiyle ve Aslı’yı masum, zavallı bir acımasız hayat kurbanı olarak görmesinin sonucudur. Belki de Lale de bir zamanlar Aslı gibi olmak istemişti, Aslı’nın başına buyruk, içinden gelen her şeyi yapan bir insan olması gibi kendisi de öyle olmak istemişti ama olamamıştı. Olasılıklar çok fazla tabii ki…
Önemli olan şudur; Aslı ile Lale arasındaki bu bağdan kim ne kazandı, kim ne kaybetti ya da kaybeder? Evet, Aslı belki de hayatında ilk kez bu kadar sevgi, şefkat, koruma gördü ve bu ona çok iyi geldi gibi görünüyor. Peki ya Lale? Mesela neden bu kadar şefkat ve korumacılık? Bundan ne kazanıyor, kazanacak? Belli ki Aslı Lale’nin hayatında bir boşluğu dolduruyor, eksiği gideriyor. Peki ya bir gün o boşluk dolduğunda, eksik giderildiğinde yani Lale ‘tedavi olduğunda, iyileştiğinde’ ne olacak? Aslı’yı hayatından tamamen çıkaracak ki bu da Aslı için en büyük travma olacak çünkü ilk defa bu kadar sevilmişken, güvenmişken bu kadar canı yanacak…
Kim bilir, tüm olasılıklarımız burada dursun o vakit.
Ben yine çok keyif aldım Tarık Solmuş. İyi ki geldin.
Bitirirken Lale’den bir kapanış cümlesi ödünç alarak veda edelim. 
“Bir amaca, bir davaya hizmet eden bir çalışma hayatınız olsun.”

* Kuş Uçuşu isimli dizinin: Senaristliğini Meriç Acemi yaparken, yönetmenliğini Deniz Yorulmazer ve Koray Kerimoğlu üstlenmiştir.

 

 

Daha fazla Panzehir Söyleşiye  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir