BİR HİKÂYE ANLATICISI; ERCAN KESAL
Geçtiğimiz ocak ayında yayımlanan “İki Yazar; Ercan Kesal ve Tolga Binbay” yazısında, anımsayacağınız gibi yazarlarımız ve kitapları üzerine yazmıştım.
Sizleri bu ilk söyleşide çok sevip saydığım Ercan Kesal’la, önümüzdeki günlerde de Tolga Binbay ile buluşturacağım.
Bildiğiniz üzere şu sıralar yaşam hiçbirimiz için pek kolay değil. Akşamdan sabaha tüm akış değişebiliyor. Hâl bu iken sorduğum soruları cevaplama nezaketi gösterdikleri için öncelikle bu iki yazarımıza teşekkür ederim.
Ne var ki çok heyecanlı, hakeza telaşlıyım. Nereden başlayacağım?
Hayatı evlere sığdırdığımızdan beridir sporu dahi evde yapar oldum. Beraberinde de ilgimi çeken söyleşiler, programlar, filmler seçiyorum. Doğrusu çok da kârdayım. Yaşam bir şekilde dengelenebiliyor. Evet, işte o anlardan birinde denk geldiğim programda Ursula K Le Guin anlatılıyor.
Güzel şeyler tesadüfler ile olur değil mi?
*Le Guin’e kulak kesiliyorum. Durun sesi açayım, yaklaşın siz de.
“- Bir dergiye yazı yazmam istendi.
– Okurlara kendinden söz et, diyordu editör.
– Nasıl, neden dedim ben de.
İletişim karmaşık bir sorundur ve benim gibi bazı içe dönük kişiler bu sorunu tuhaf ve ilginç bir yolla çözmüşlerdir. Biz yazarak iletişim kurarız, sanki sağır ve
dilsizmişiz gibi. Hayalimizden hikâyeler yazar, yayımlatırız.
Sonra insanlar bunları okurlar ve aramızda şu diyalog başlar:
– Ama sen de kimsin? Bana kendini anlat! Bunu istiyordum senden.
– Anlattım ya! İşte önemli olan her şey, hepsi orada, kitabın içinde.
– Peki ama sen onları uydurmuştun hani!
-Evet, ama nerden?”
Öncelikle hoş geldiniz, Sayın Ercan Kesal.
Hikâyeler anlatıyorsunuz sizler de, güzel hikâyeler. Evet, ama nereden? Ursula Le Guin’ in cevabını ben size soru olarak yönlendirsem.
İnsan deneyimlerinden başka bir şey değildir. Deneyimlerimi yazıyorum. Başımdan geçenleri, şahit olduklarımı, duyduklarımı, okuduklarımı yeniden icat edip kendi meşrebimle bir kez daha üretiyorum. ‘’Başkalarının yaşadıklarını kendim yaşamış gibi, kendi başımdan geçenleri de başkaları yaşamış gibi yazıyorum!’’
“Bu dünyaya sessiz kalmak, bu dünyaya kötülük yapmaktır ” cümleniz ile irkildiğimi hatırlıyorum. Bir söyleşinizde rastlayıp kaydettim. Avanos’ta doğan bir çocuk buralara nasıl getirdi kendini?
Avanos Anadolu’nun ortasında bir bozkır kasabası. Kalabalık bir ailenin en küçük çocuğu olarak doğdum ve büyüdüm. Zorlu bir çocukluktu. Sıkıntılar, yoksunluklar ve mecburiyetler erkenden olgunlaştırıyor sanki. 1959 doğumluyum, öğrenciliğim ve ilk gençliğim ülkenin en sıkıntılı politik dönemlerine denk geldi. Sorumluluk alma, inisiyatif gösterme ve her koşulda ayakta kalma çabası dünyaya bakışınızı ve duruşunuzu da belirliyor kuşkusuz.
Hayatı çok sıkı çalışmış birisiniz, biliyorum. Kaygan zamana bunca şeyi nasıl sığdırıyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçer mesela? “
Çalışma odam, evin en güzel odasıdır, mutfaktan bile önce gelir. Kitaplarımın elimin altında olduğu, tek başıma, sessiz, kendimle kaldığım istediğim gibi durabildiğim bir odadır.
Akşam, saat 22.00- 23.00 gibi yatarım. Başkalarının uyuduğu saatlerde, gece 2- 2.30 gibi uyanırım. En sessiz ve en verimli saatlerdir benim için, saat 7’ ye kadar okur, yazarım. Sonra bir saat yürüyüş yapar, kahvaltıdan sonra eğer hastaneye ya da dışarı çıkmayacaksam yeniden bu odaya dönerim.
Bir anlatı geleneğinin çocuğuyum” diyorsunuz. Dengbêjlik mi bu? “Gömülü bir ruh” derken kolektif bilinç mi kastettiğiniz?
Dünyanın hafızasına inanırım. Coğrafya önemlidir. Bu topraklarda çok şey yaşandı geldi geçti. Tüm bunların ruhumuza sindiğini biliyorum. Farkında olmasak da ortak bir hafızanın ayrılmaz parçasıyız.
Babanıza sorduğunuz bir soru var Sayın Kesal;
“Sence hayat nedir baba? Ne yaşadın?”
“Gece yarısı karanlık ve ıssız bir tarladan tek başıma geçmiş gibiyim oğlum”
Biliyor musunuz babanızın verdiği cevabı günlerce sırtımda taşımışlığım var.
Ah! Evet. Peri Gazozu bunlarla dolu… Babam enteresan bir adamdı. Son dönemlerinde hastaydı ve elimden kayıp gitmeye başladığını fark ettiğim zamanlardaki sohbetimizde, tüyo almak için sormuştum.
Aynı soruyu sormak isterim. Hayat nedir, nasıl yaşamalı, hatta varoluş kaygısı ile nasıl baş edebiliriz?
İran masalında yırtıcı bir aslanla karşılaşan adamın hikâyesi anlatılır. Adam canını kurtarmak için arkasını dönüp kaçmaya başlar. Aslan da peşinde tabii ki. Bir süre sonra bir uçurumun kenarına gelir. Aşağıya atlasa parçalanacak, beklese aslan yiyecek. Tercihini uçurumdan kullanır ve aşağıya atlar. Tesadüf bu ya, bir dala tutunur ve öylece asılı kalır. Canımı kurtardım diye düşünürken tutunduğu dalı kemiren bir fare görür. Birazdan dal kırılacak ve çaresiz düşecektir. Hayal kırıklığı ile etrafa bakınırken biraz ilerde yeni meyve vermiş bir dağ çileği görür, uzanır ve çileği yer. Masalın sonunda önerilen şu: Yukarda aslan var, çıkarsam beni parçalar, aşağıda uçurum var, düşeceğim ve öleceğim. Kaygılarıyla boğuşmak yerine, uzanın o çileği yiyin! Dünyanın ömrü bizim kaderimizden uzundur. Dünya bizden önce de vardı bizden sonra da devam edecek, tekrarı mümkün olmayan bir hayatı hak ederek yaşamalıyız.
Hekimlik ve sanat ilişkisi için ne söylemek istersiniz?
Hekimlik mesleği bir zanaat gibi düşünülse de esasında kendisi bizatihi bir sanattır. Hastayı iyi dinleme sanatıdır hekimlik.
Daha önceki röportajlarınızdan birinde “Dört Kemalim var benim; Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir bir de Benim Kemal Tahir’im” demiştiniz. Ben sizin Kemal ‘ı merak ettim.
Kemaller içinde öne çıkan elbette Kemal Tahir’dir. Dili sinemasaldır. Senaryoya yatkındır. Diyalogları sahici ve güçlüdür. Karakterlerinin hepsi de yaşayan kanlı canlı insanlardır. Kemal Tahir de yazdıkları gibi bir adamdır bence. Kahramanlarına söylettikleri gibi düşünen, tartışan, kendine dert eden birisi.
İlk okuduğunuz kitap ve sizin yaşamınızda açtığı yer?
Babamın ilk aldığı kitap İvo Andriç’in Drina Köprüsü. Kayseri’den bir kitapçıdan aldığını biliyorum. O yıllarda Andriç Nobel almıştı, belli ki o yüzden tavsiye etmiştir kitapçı. Yıllar sonra Emir Kusturica’nın davetlisi olarak Sırbistan’a Kustendorf’a gitmiştik. Konukluk bitip ayrılık vakti geldiğinde Kusturica bir kitap hediye etmişti. Kitap İvo Andriç’in Drina Köprüsü’nün İngilizce baskısıydı. ‘’Babam 40 yıl önce beni buralara göndermeyi aklına koymuştu demek!’’ diye düşünmüştüm.
Bir kitap kurdu olduğunuzu, kendinize çok emek verdiğinizi biliyorum. Sizden en çok etkilendiğiniz kitap isimlerini de alabilir miyim?
Tabiî ki pek çok kitap var ama aklıma ilk gelenler:
Şiir rafımın önünde duranlar; her kütüphanede olması gereken, Turgut Uyar Büyük Saat, Cemal Süreya Sevda Sözleri, Ahmet Erhan, Ergin Günçe Türkiye Kadar Bir Çiçek ve ilk okuduğumda adeta çarpıldığım Füruğ Ferruhzad Yaralarım Aşktandır.
Elbette ki Rus Klasikleri Karamozov Kardeşler’in ve Ecinniler’in olmadığı bir kütüphane olamaz. Ve yine Cervantes…
Anı kitaplarını severim. Cemil Meriç ve Ahmet Hamdi Tanpınar iki büyük isim. Onları kütüphanemde yan yana görmek kendimi daha iyi hissetmeme neden oluyor.
Kıymetinin yeterince bilinmediğini düşündüğüm, Türkçeyi en iyi kullanan ve her kütüphanede olmasını önerdiğim Refik Halit Karay külliyatı. Kemal Tahir’i zaten konuştuk.
Yazma ile uğraşanlar için çok önemli bir isim, Eduardo Galeno. Çok iyi bir yazı diline sahip, vicdanlı dürüst bir yazar. Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri’ne mutlaka dikkat kesilmeli.
Sinema külliyatımda ise ilk sırada duran başucu kitabım, Mühürlenmiş Zaman ile Andrey Tarkovski’dir. Yine Bergman Büyülü Fener, Luis Bunuel Son Nefesim, Akira Kurosawa Kurbağa Yağı Satıcısı, Haneke Haneke’yi Anlatıyor’u sıralayabilirim. Doktora için ayırdığım bir bölüm antropoloji üzerine.
Çok kitap var…
Sinema ve edebiyat ilişkisi için ne dersiniz?
Senaryo edebi bir metindir. İyi bir film olmak için hikâye ya da roman olmaktan vazgeçen bir metin ama. Bir kılavuz. Bunun dışında bütün iyi filmlerdeki kahramanların edebiyat ürünlerinde, roman ve hikâyelerde bir benzeri ve karşılığı vardır. Sinema için edebiyatın besleyen, ilham veren ve yol gösteren bir gücü vardır.
501 numaralı oda desem?
Hastanemin bir odası, biraz torpilli… Ama sonuçta bir hastane odası. Babamın, Erksan’ın, Ahmet Erhan’ın, başka dostlarımın hastalıklarının son anını geçirdikleri ve onlarla vedalaştığım bir oda.
Ercan Bey, sanatın her alanında yolculuk etmeyi seviyorsunuz. Çok kıymetli şairler ile aynı masada, aynı ortamlarda olmuşsunuz. Hal böyle iken şiiri biraz güdük bırakmışsınız. Neden?
Etrafımda çok iyi şiirler yazan dostlarım vardı. Yazmak yerine onları okumayı yeğledim.
“Hekim olmasaydım, mecburi hizmete gitmeseydim Bir Zamanlar Anadolu’da filmi çıkmazdı.”
Bu ödüllü şaheserde yaklaşık 25 yıl öncesinin senaristliğini yapmışsınız. İlk öğrendiğimde “ne hafıza ama” demiştim. Aynı hayret, kitaplarınızda da yakalamıştı beni. Güncel bir olayı yıllar öncesindeki bir olay ve anı ile ulama. O nasıl bir bellekti öyle! Sonrasında yazılarınızın arkeolojisini yaparken cevabı buldum. Şimdi işin sırrını sizden alalım.
1984’de hekim olup mecburi hizmete gittiğimde disiplinli bir şekilde günce tutmaya da başlamıştım. Bu alışkanlığımı epeyce sürdürdüm. Bir Zamanlar Anadoluda’nın senaryosunu yazarken o dönem kaleme aldığım güncemden çok faydalandım.
Yazma eyleminiz neye karşılık gelmekte?
Yazmak içinizdeki tortulardan temizler sizi. Bir de hiç tanımadığınız ruh arkadaşlarınıza adressiz mektuplar gönderirsiniz ve elbette birlikte kurtulmayı ümit ettiğiniz için yazarsınız.
Önümüzdeki günler için planlarınız nelerdir?
Okumaya yazmaya ve en uygun zamanda yeni filmler çekmeye devam!
Şimdi biraz da bizi sıkan, kederlere sokan, kaygı kuyusuna iten gerçeklere dönersek, ülke ve dünya olarak çok ağır zamanlardan geçiyoruz. Pandemi bir yandan, yoksulluk ve yönetim şekilleri öte yandan. Bunun sizlere, bizlere topluma yansımaları nasıl oldu, oluyor, olacak? Buradan çıkış yolu var mı? Ne yapacağız?
Yeryüzü sofrasının tesadüfen bu çağda misafiri olmuş fanileriyiz. Edebimizle sofraya oturup nasiplendikten sonra dağıtıp tüketip bozmadan kalkıp gitmeli, bizden sonrakilere bırakabilmenin sorumluluğunu taşımalıyız.
Çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız, hep olun!
Çok teşekkürler, elinize sağlık.
*”Rüyalar Kendilerini Açıklamalı”/ Ursula K. Le Guin
https://www.panzehirdergi.com/iki-yazar-ercan-kesal-ve-tolga-binbay-hulya-duman/
Daha fazla Panzehir Söyleşiye buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
Çok güzel verimli bir söyleşi emeginize sağlık herkes kendine çıkarım sağlamalı
Sezer Hanım çok teşekkür ederim. Sevgiler
Çok güzel bir yazı olmuş Hülyacım. Kalemine sağlık.
Çok güzel bir yazı. Kalemine sağlık Hülya.
Çok etkileyici bir yazı. Yüreğine sağlık arkadaşım.
Meralim çok teşekkür ederim canım arkadaşım
elinize sağlık sorular çok güzeldi. emek verilmiş bir hazırlık aşaması olduğu çok belli. keyifle okudum.
Kıymet verip ayrıntılı okuma için asıl ben teşekkür ederim. Sevgiler
İLETİŞİM KARMAŞIK BİR SORUN ANLATIM DA ÖYLE, EMEĞİNİZE SAĞLIK…
Nercivan bu ne güzel yorum:))). Çok teşekkür ederim:))
“Yanı başımdan geçiyor/yorgun sabahlar/ovuştururken gözlerini/sabahı bulmuş.”NKA.Hülya’nın yüreğiyle okuduğu tarafa bakmak,sevgiyle ilgilendiği,özlemlerine yönelmek,dünyayı tanımakla eşdeğerdir.İstanbul boğazını yakamozlarını, parıltılarını ,iyi yakalar.Varolsun, güzel yürek.
Kıymetli Nihat abi. Övgü dolu sözlerin için nasıl teşekkür etsem ki! Şairin deyimi ile içimde bir çakıltaşı ısındı. Var ol. Üzerimden elini çekmeyesin sakın ha…
Izmır den Brüksel’ e çok sevgi, çok özlem bol selam ile
Kıymetli Nihat abi. Övgü dolu sözlerin için nasıl teşekkür etsem ki! Şairin deyimi ile içimde bir çakıltaşı ısındı. Var ol. Üzerimden elini çekmeyesin sakın ha…
Izmır den Brüksel’ e çok sevgi, çok özlem bol selam ile
çok güzel bir röportaj olmuş,sorular çok ince çok özel seçilmiş ellerine sağlık.
Gülce cim canım benim sevindim okumana
Gülcem mis kokum çok teşekkür ederim