HAKAN ALTINER İLE TİYATRO ÜZERİNE
Değerli oyuncuları ve oyunları Panzehir Dergi, Tiyatro sayfamıza taşıyan yazarımız Müge Süzek bu sefer de duayen oyuncu-yönetmen Hakan Altıner’le söyleşti.
Müge Süzek: Kenter Tiyatrosu, İBB Şehir Tiyatrosu, AKM sanat yönetmenliğinden sonra, (şimdilerde) uzun zaman önce kurmuş olduğunuz Tiyatro Kedi’ de sanat yönetmenliği, rejisörlük ve oyunculuk yaptığınızı biliyorum. Tiyatro/ sanat yolculuğunuzdan biraz bahsedebilir misiniz?
Hakan Altıner: Bu ” yolculuğun” 55. durağındayım. Gerek çalıştığım tiyatrolarda gerekse kendi tiyatromda, bir saniyesinden bile pişmanlık duymadığım bir yaşam özeti bu. Ben, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni ve İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü aynı zaman sürecinde okudum ve bitirdim. Konservatuardaki en büyük şansımız, öncelikle çok değerli öğretmenlerimiz ve Kenter Tiyatrosu’nun kapılarının bize, 24 saat açık olmasıydı. Yıldız Kenter, Çetin İpekkaya, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Seyit Mısırlı, İncila Yar hocalarımız bizi sadece eğitmekle kalmadılar, bir yandan sahneye, bir yandan da hayata hazırladılar. Dolayısıyla, bambaşka bilgiler ve felsefelerle donanmış olarak mezun olduk. Hukuk okumak, kendimi bildim bileli tek idealimdi. Onun için yaklaşık 8 yıl avukatlık yaptıktan sonra, İBB Şehir Tiyatroları Müdürlüğü önerisi gelince, hiç düşünmeden, Baro’daki kaydımı dondurdum, dosyalarımı güvendiğim meslektaşlarıma devrettim ve o günden bu yana sadece “tiyatrocu” olarak hayatıma devam ettim. Bu keskin virajı almaktan yukarıda da söylediğim gibi, hiç pişmanlık duymadım. 2001 yılında kurduğum TİYATRO KEDİ, bu yıl 23. sezonunu tamamlıyor ve elliden fazla yapıma imza attı. Kuruluş amacı, Türk ve Dünya Tiyatro Edebiyatı’nın çok özel oyunlarını, roman veya film uyarmalarını sahneye taşımaktı. Bu amaçtan bunca yıl boyunca hiç sapmadık. Daha konservatuarın ilk gününden başlayarak, amacım önce iyi bir yönetmen, sonra iyi bir oyuncu olmaktı. Bu doğrultuda, çok şanslıyım, hem Şehir Tiyatroları’nda, hem Tiyatro Kedi’de, çok sevdiğim oyunları yönettim.
M.S: Sahneye koymuş olduğunuz çok fazla oyun var. Bunlardan bahsedelim biraz. İçlerinde sizi en çok heyecanlandıran oyun hangisi?
Hakan Altıner: “Her oyun yeni bir serüvendir” aslında. Ben, çoğu oyunları, seçerek sahneye koyduğum için, ayırım yapmam çok zor. Önce, büyük bir mutlulukla söyleyeyim; bu güne kadar, sevmediğim bir oyun ve sevmeden çalıştığım oyuncular hiç olmadı. Ama, tabii Şehir Tiyatrosu’nda; Nedret Güvenç, Toron Karacaoğlu, Yalçın Boratap, Arif Akkaya, Nergis Çorakçı gibi dev bir kadroyla sahnelediğim Eugenne O’Neill’in Günden Geceye oyununun ve tabii ki Tiyatro Kedi’de 18 yıldır oynamakta olduğumuz Kibarlık Budalası ve 8 yıldır devam eden Ölü Ozanlar Derneği’nin yerleri bambaşkadır benim için.
M.S: Beyaz perde ve pek çok rolde yer aldığınız TV dizilerine geçiş süreciniz nasıl oldu?
Hakan Altıner: Sinema ve televizyon dizileri, her oyuncunun hem şansı, hem de kaderidir bir bakıma. Benim dizi hayatım; TRT için çekilen Kuruluş ve Cumhuriyet dizileriyle başladı. Hemen arkasından, yine TRT için çekilen Hicran dizisi geldi ve sonrası birçok diziyle devam etti. Yaklaşık, 20 yıl önce çekimleri biten Selena dizisi bir dönüm noktasıdır benim için. Tekrarları sürekli yayınlandığı için, hala Selena‘nın Ekrem Amca’sı olarak, her yaş grubundan sevenlerim var.
M.S: Biraz da tiyatro oyunculuğundan bahsedelim. Son izlediğim Kibarlık Budalası oyununuzda Kont rolündeydiniz. Çok uzun zaman önce bu rolde Haldun Dormen vardı. Bu değişim nasıl gerçekleşti?
Hakan Altıner: Kibarlık Budalası sevgili Haldun Dormen’in, uzun bir aradan sonra, tiyatro sahnelerine dönüş projesi olarak tasarlandı ve sahneye kondu. Gerek Haldun Dormen’in gerekse diğer rolleri paylaşan oyuncuların olağanüstü başarısıyla, 800. oyuna doğru hızla yaklaşıyor. Haldun Dormen, Mösyö Jourdain rolüyle efsaneleşti, ancak pandemi sonrası, artık aktörlük yapmak istemediğini belirterek, izin istedi. Biz devam ettik, şu anda onun rolünü, çok değerli bir aktör arkadaşımız Kahraman Sivri oynuyor. Ben, hep Kont Dorante olarak kaldım ve devam ediyorum.
M.S: Bize biraz oyunun altında yatan temel çatışmalardan, dönemin ruhundan bahsedebilir misiniz?
Hakan Altıner: Kibarlık Budalası, her büyük klasik eser gibi, aradan yüzyıllar geçse de, hiç eskimeyecek mesajlar içeriyor. İnsan ruhunun ikilemleri, bireylerin dürüst olmakla, çıkarlarını kollamak kriterleri arasından bocalamaları, sınıf farkı gözetilmeden sevenin sevdiğine kavuşması, temel ögelerin bazıları. Yazıldığı dönemde, Moliere, bir yandan saray soylularını eleştirirken, diğer yandan da, her oyununun vazgeçilmezleri, hizmetçiler ve uşaklar aracılığıyla, sağduyu ve doğruluk mesajları veriyor.
M.S: Osmanlı Devleti ile ilgili olan sahneler/bölümler var. Burada verilmek istenilen mesaj nedir?
Hakan Altıner: Dönem, Osmanlı Padişahı’nın, Fransa’yı ziyaret ettiği döneme rastlıyor. Moliere, bu olgu üzerinden, bir yandan, Fransız Aristokrasisi’nin, “Doğu”ya bakışı açısındaki, eksikleri ve yetersizlikleri gülmece konusu olarak aktarırken, bir yandan da “cehaletleri”ni sergiliyor. Mösyö Jourdain’in, dünyayı dolaştığını söyleyen kişiye; ” Dünya, söyledikleri gibi, sahiden yuvarlak mı?” diye sorması bile, bu kendi içi dünyalarından başka hiçbir şeyi doğru dürüst bilmeyen ve öğrenmek istemeyen, soylu sınıfının acıklı durumunu ortaya koyuyor.
M.S: 17.yy.’da Moliere tarafından yazılan bu oyun bazı kesimlerde hala etkisini sürdürmekte. Günümüzdeki yansımalarını değerlendirebilir misiniz?
Hakan Altıner: Oyunun kişilerinin ve karakterlerinin, günümüzde yansımalarını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Yıllar geçiyor, dünya değişiyor, yüzlerce farklı olay hayatımıza giriyor ama “kibarlık budalaları” hep var ve sadece isim değişiyor, kimi zaman “kırro” oluyor halk dilinde, kimi zaman “hacıağa” kimi zaman da koca bir kitle olarak, sosyal medya fenomenlerinin, “influser”ların peşinden gidenler.
M.S: Ölü Ozanlar Derneği oyununuz birkaç sezondur sahneleniyor. Bir İzmir Hikayesi Despina ise sezonun yeni oyunu. Bu oyundan biraz bahsedebilir misiniz? Nerelerde sahneleniyor?
Hakan Altıner: Ölü Ozanlar Derneği, efsane bir (Roman) filmin, sahne uyarlaması. Bu oyunu seçerken de çalışırken de en büyük endişem, uyarlamayı sinemanın sınırsız imkanlarıyla seyretmiş kişilerin, tiyatro sahnesinin bilinen olanakları içinde, aynı hazzı alıp almayacaklarıydı. Mutlulukla söylüyorum ki, tiyatronun büyülü dili, yine etkisini gösterdi ve iki yüzüncü oyuna yaklaşırken, bir tek seyircimizden bile böyle bir “hayal kırıklığı” tepkisi almadık. Bir İzmir Hikayesi/ Despina ise, bu sezonun yeni oyunu. İzmir’in işgali öncesindeki altı günde geçen, bir aşk/ savaş / fedakârlık öyküsü. Ocak ayının ikinci yarısından başlayarak, İstanbul’da ve turnelerde sahnelenecek. Bu sezonun yeni oyunlarından biri de; 5 Ocak akşamı prömiyer yapacak olan Anton Çehov’un bir öyküsünden uyarlanan Kuğuların Şarkısı adlı oyun, Yüksel Yalova ve Elhan Tok, oyuncularımız. Alihan Yılmaz ise oyunun özgün müziklerinin bestecisi. Bu oyunun ve diğer oyunlarımızın bütün programı, “tiyatrokedi_hakanaltiner” Instagram hesabımızda görülebilir.
M.S: Türkiye’de tiyatroyu son yıllarda hangi noktada, nerede görüyorsunuz?
Hakan Altıner: Tiyatro, en yalın tanımıyla, ” insanı, insana, insanla anlatan ” tek sanat dalı. Dolayısıyla, insanlık tarihinin başlangıcından beri var, insanlığın son bireyi tükeninceye kadar da sürecek. Tiyatro, naif bir sanat dalıdır; her şeyden çok kolay etkilenir. Yağmurdan, kardan, depremden, ekonomik koşullardan, matem süreçlerinden ve daha birçoğundan. Bu nedenle, tiyatro yapmak zevkli olduğu kadar zor bir iştir. Pandemi krizini, sinemalara oranla, büyük başarıyla atlatan tiyatro, yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor, edecek.
Davetimize katılımınız için teşekkür ederiz.
Diğer tiyatro yazılarını okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.