aile-sofrasi
Şebnem Gürler Oakman

SOFRA

Ablam salon masasında pirinç ayıklıyor, paketin tamamını tepsiye dökmüş, yakın gözlükleri burun kemerinde, özenle çalışıyor. Artık pirinçler eskisi gibi kirli değil, çer çöp yok, ayıklamana gerek yok, diyebilirim. Hatta daha ileri giderim, kim tutar beni?

Sen hayatını mahvettin, önce onu ayıkla, temizle, seninki de yaşamak mı, koyveririm gitsin. Konuyu pirinçten çıkarır, bir güzel canını acıtırım, yapmadığım şey değil. Küçük kardeş kontenjanından defalarca kalbini kırmadım mı? İçimdeki bütün zehri ona kustuğum, o beni hoş gördükçe iyice şahlanıp yenmez yutulmaz sözler ettiğim sonra da yapıp ettiklerimin utancıyla bir köşede kös kös oturduğum zamanlardan ders çıkarmamışım ki yine aynı arzu var içimde. Demek insan denen canlı kolay kolay uslanmıyor.

Kanepeye uzanmış, telefonumla uğraşıyorum. Mesajlar geliyor, ding ding, arada müzik sesleri. Ablam dönüp bakmıyor. İşiyle meşgul. Bir yanım baksın, ilgilensin, konuşalım istiyor, diğer yanım haftalarca o telefondan ayrılmamak.

O pirinç ayıklandıktan sonra suya konacak, birkaç su nişastası akıtılacak. Şart mı, değil tabii ama illa bildiği gibi yapacak pilavı. Fasulye pişirmiş sabahtan, yanına pilav olmadan olur mu? Pilav sabahtan yapılmaz, ısıtırsan tadı kaçar, makbul olan yemekten az önce yapılması.

Akşam yemeğinde yokum, birazdan çıkarım, ablam bilmiyor, son dakika patlatırım bombayı. Canını sözlerle acıtmazsam yemek yemeyerek acıtırım. Bu da bir yol. O hala farkında değil ama eski günler geride kaldı. Akşam yemeğinde bütün aile toplanır, güzel bir sohbet eşliğinde herkes gününün nasıl geçtiğini anlatır, hep beraber iştahla yenir yemekler.  Dizide miyiz ablacım, kendine gel.

Annemi kaybettiğimizden beri daha da bağlandı rutinlerine, herhangi biri aksadı mı geriliyor, bütün gün söylenip duruyor.  Hayat tıkır tıkır işlesin istiyor benim sevgili ablam. Annemin kurduğu düzen bozulmasın; yumurtaların kaç dakika haşlanacağından tüllerin yıkanma sıklığına, peynirin nereden alınacağından hangi çiçeğin ne zaman sulanacağına kadar her işin yolu yordamı belli olsun, kimse kafasına göre iş tutmasın. Annem sağken bu düzenin ne kadar sıkıcı ve yorucu olduğunu nasıl anlamamışım? Ya küçüktüm, aklım ermiyordu ya da o annem olduğundan sorgulamıyordum. Sıra ablama gelince otorite sarsıldı, annemden el alan ablama yakışmadı bu görev, eğreti durdu. O bunun da farkında değil, neyin farkında ki? Habire derleyip topluyor, ayıklayıp temizliyor.

Yıllanmış masa örtülerini, beyaz porselen tabakları, kararmış gümüş çatal kaşık takımını, yaldızları dökülmüş bardakları sevmiyorum, onların her akşam sofraya törenle gelmesi artık bende sevgi, şefkat hisleri uyandırmıyor. Kasvet, bulantı, kıstırılmışlık hissettiklerim. Arada bir o sofraya oturduğumda alelacele kalkmak istiyorum, yediğim içtiğim boğazıma diziliyor. Ablam hiçbir şey yokmuş gibi tencereleri nihalelerin üzerlerine koyuyor; çorba, yemek, pilav, salata kasesi ortada, servis kaşığı mühim. Çatallar tabakların soluna, bıçaklar sağına konmalı. Peçete meselesi var bir de, katlama usulü, ağzını sildikten sonra nereye nasıl koyacağın. Bitmez bu tantana!

Oh, iyi ki yokum bu akşam. Sevgilimden haber bekliyorum, kaçta nerede? Yazar yazmaz çıkarım. Ablam sevgilim olduğundan haberdar değil, ondan korktuğumdan değil, gerek duymadım anlatmaya. Durduk yere canımı sıkmak istemiyorum, soru üstüne soru soracak, deşecek. Nasıl birisi acaba bu sevgili, güvenilir mi, oturmayı kalkmayı bilir mi, ailesi kimmiş, kötü alışkanlığı var mı, öfkelendiğinde nasıl davranır? Sonra nasihat faslı başlayacak; nasıl kötü bir devire denk geldik Allah’ım, kötülük kol geziyor, aman dikkat, kanmamak lazım, gözünü dört aç kuzum, hep dua ediyorum iyilerle karşılaş diye. Annemin yokluğunu hissettirmemek için onca cümle kuracak canım ablam! Koruma, kollama, kontrol etme, bastırma, ezme, un ufak etme. Yok canım, olur mu hiç? Duysa nasıl üzülür, o kadar uğraşıp didinirken kardeşinin dediklerine bak sen!

Tertemiz hale getirdiği bir tepsi pirinç ile mutfağa geçti şimdi. Ben aynı yerdeyim, kanepe rahat, öyle rahat ki içimden bir ses çıkma diyor. Çıkacağım elbette, sevgilim yazacak, bekliyorum. Sevgili dedim de, öyle mi gerçekten? Zihnimde belli belirsiz bir kıpraşma var, bu kelimeyi gelişigüzel kullanıyor olabilir miyim? Bundan dolayı mı kanepe her zamankinden daha rahat geliyor bana, sevgililiğe çabuk geçmişliğin tedirginliği ile mi yapışıyor bedenim yumuşacık kanepeye?

Sofrayı hazırlamamı istiyor ablam, babam gelirmiş, eli kulağındaymış. Gelince hemen yemek ister, onun bu isteği ve ablamın düzeni devam ettirme kararlığı pek güzel uzlaşırken ben kendimi ayrık otu gibi hissediyorum. Yemeyelim, aç gezelim bir gece, ya da ablamın annemden öğrendiklerinin dışında bir yemek yapalım. Babam, ablam, ben ocağın başında alışılmadık bir yemek yapmak için buluşalım, bildiğin uyduralım. Uydur kaydır olur muymuş öyle, her işin kuralı kaidesi var.  Babam ikna olsa bile ablam annemin anısına saygısızlık olarak göreceği böyle bir işe asla kalkışmaz. Uydurmaktan geçtim, hep yapageldiği yemekleri ufak dokunuşlarla değiştirmeyi dahi kabul etmez ki.

Sevgilim yazmadı, bu saate kadar yazmış olmalıydı. Ben yazıp sorsam, gereksiz bir davranış olarak mı algılar bunu, rahatsız mı olur? Onu ne kadar iyi tanıdığımdan emin olamıyorum, zihnimdeki kıpraşma artıyor, kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Gözüm telefon ekranında. Başka mesajlar, başka hikayeler dönüp duruyor, sevgilimden ses yok.

Sofra hazırlanmadı mı daha, olmaz, kabul edilemez bu durum!  İyice dağıttım kendimi, kanepeye yayılıp telefona bakmak dışında bir halt ettiğim yok. Yemekler pişirilmiş, ben sofrayı hazırlamaktan kaçıyorum, beş dakikalık bir iş bu oysa. Hazırlandığında ise aileyi birleştirecek, şenlendirecek, mutluluğun anahtarı gibi bir şey bu sofra!

Ben sorayım, evet sevgilime sorsam iyi olacak, belki aklından çıktı konu, belki işi çıktı. Bunda ne var, soruvereyim, görüşecek miyiz, evet ise nerede kaçta? Bunu sormanın neresi abes, dün demedik mi yarın kesin görüşüyoruz, akşamüstü detayları konuşuruz. Akşamüstü geçti akşam oldu, geceye varacağız yakında. Panik duygusu sarıyor şimdi içimi, bu sessizliği açıklayamıyorum.

Soruyorum, cevap yok. Mesajlarım gitmiyor bile. Şimdi kaygı, korku içindeyim. Sevgili sevgisiz mi?

Sevgiliye ulaşamamanın verdiği kederle mutfağın yolunu tutuyorum. Her şey hazır, pilav demleniyor, salatanın limonu yağı konmuş. Bana düşen sofrayı hazırlamak. Mutluluğun anahtarı olan sofrayı hazırlıyorum. Oturalım ve birbirimize günümüzün nasıl geçtiğini anlatalım. Nasıl da şenleneceğiz!

Sırtımı sıvazlayan ablam yüzümden düşenin bin parça olduğunu anlamış gibi. Anlamaz mı, ciğerimi bilir o. Ciğerim yanıyor abla.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir