PİYANO KAPAK
Nevin Arvas

PİYANO TUŞU İLE BALTANIN SAVAŞI

1993 yapımı Piyano bir kadın filmi ve dahası bir kadın tarafından çekilmiş. Yeni Zelandalı yönetmen Jane Campion filmin çekimlerini yine bu bölgenin muhteşem doğasında gerçekleştirmiş. Film, tanımadığı bir erkekle evlenen Ada’nın dokuz yaşındaki kızı ve piyanosuyla birlikte Yeni Zelanda’ya gelişini ve kocasına karşı, en büyük tutkusu olan piyanoyu savunuşunu anlatıyor.

Ağırlıklı olarak bir kadının bireyleşme ve özgürleşme çabası olarak algılanabileceği gibi aynı zamanda bireysel seçimlerin de vurgulandığı bir film olarak karşımıza çıkmakta Piyano. Bu filmde Campion, kadının erkeğin gözündeki imgesini yani bakıcı, edilgen nesne ve arzu nesnesi olarak sınırlı bir alana yerleştirilmiş olması durumunu gözler önüne seriyor.
Filmde kendini bolca hissettiren başka iki unsur da sömürgecilik ve buna bağlı olarak beyaz adamın üstün, siyah olanın aşağı olması durumu. İçinde Yeni Zelanda yerli kültürü ve bolca da sömürü kültürü izleri olan ‘beyaz adam’ motifi ön plana çıkarılıyor. Buna karşın yerlileri çirkin, ezik, cahil, dil bilmeyen, ilkel yaratıklar olarak göstermekle suçlanan film, bölgedeki yerli halkın da tepkisini çekmiş, onların ötekileştirilmesi eleştirilmiş. Film, beyaz kadının özgürleşme sürecini işlerken Maorili kadınlar üzerinden negatif imgeler yaratıldığı konusunda da eleştiriler almış.
Piano’da beyaz yerleşimci sömürgeciliğin “görünmezliği”, Yeni Zelanda yerlilerini “dışarıdaki kültür” olarak inşa ediyor. Semire Ruken Öztürk Sinemada Kadın Olmak: Sanat Filmlerinde Kadın İmgeleri adlı çalışmasında Piyano filmindeki, beyazın üstünlüğü ve sömürgecilik anlayışı üzerine bakın ne tespitler yapıyor:
Piyano’da beyazlık, sırayla saldırganlığın (sömürgesel saldırı), sömürgesel erkek vücudunun potansiyel şehvetinin (Baines ve Stewart’ın yakın çekimleri) ve solgunluğun (Ada) temsil edildiği bir göstergedir. Sömürgesel saldırı, kadın bedenine yönelik saldırı ile (tecavüzle) örtüşür. Filme yönelik eleştiriler Piyano’yu 19. Yüzyıl cinselliğinin feminist bir keşfi olarak kurar, oysa Lynda Dyson’a göre filmde toplumsal cinsiyet ve cinsellik açıkça ana temayı oluştururken filmin sömürgesel görünümü önemlidir. Filmde sürekli yinelenen motif, Ada’nın ışıltılı yüzünün, beyaz teninin ve piyano çalarken gözlerini kapattığı anki mutluluğunun yakın çekimidir. Ada’nın erotikleştirilmiş, kırılgan ve temiz imgesi oluşurken, Maorili kadınlar bakımsız saçları, dişsizlikleri ve bildik kadınsı göstergelerden bile yoksunlukları ile fiziksel bakımdan cinselliklerinden arındırılmışlardır.” (Öztürk, s.150)
Çağdaş Uygarlık Düzeyi
Modernizmin temeli, bize hem kendimizin hem başkalarının geçmişteki kökeninin yansıra gelecekte varacağı hedefi de gösteren, “ötekiler” de dâhil olmak üzere kimseyi kapsamı dışına çıkarmayan evrensellik savına dayanmakta. Bu Avrupalı aydınlanmacı söylemin bizim ve başkalarının konumlarını saptama noktasında ölçüt alınan ‘çağdaş uygarlık düzeyi’ni belirleyen birçok yöntem bulunuyor.
“…sömürgeciliklerini anlaşılır kılmak ve haklı çıkarmak için sömürgeleştirdikleri ötekileri aslında adam ettiklerini, uygarlaştırdıklarını, kalkındırdıklarını, tarihin rayına oturttuklarını savunurken başvurdukları ‘beyaz adamın yükümlülüğü’ açıklaması bunun bir örneği. Ötekini asimile etmek, evcilleştirmek, öteki olarak dışlamak, yok etmek var. Onun için modern olmak demek, sömürgeleştirmeye konumlanmış olmak demek de aynı zamanda ve bu bakınmadan modernleşme tarihinin aynı zamanda bir emperyalizm ve sömürgecilik tarihi olmasında hiçbir şaşırtıcı anormallik yok.” (İlter, 2006, p. 2).
Ötekinin popüler kültür açısından ele alınışına bakacak olursak, Hollywood filmlerinden faydalanmak da yanlış olmaz. Bununla ilgili olarak Serpil Kırel, Kültürel Çalışmalar ve Sinema (2010) kitabında şunları söylüyor:
“…Hollywood üretimi filmlerde, her şeyden önce beyazların egemenliğinde bir dünyanın varlığından söz edilmektedir. Filmlerin merkez karakterleri, yan karakterleri ve kötüleri düşünüldüğünde özellikle ırka dair temsillerin niyetinin açıkça belli edildiği görülür” (p.326)
 
Madun Konuşabilir mi?
Hint yazınsal eleştirmen ve kuramcı Spivak’ın öteki ve onun temsili noktasındaki eleştirilerine kulak verdiğimizde ise, ister istemez “epistemik şiddet” olarak tanımladığı, madunun başkaları tarafından temsili meselesi gündeme gelir. Spivak Madun Konuşabilir mi? adlı meşhur makalesinde; başkası adına konuşmaya başlanıldığında bilgiye ve öğrenmeye dayalı olarak şiddet uygulandığını, bunun genellikle entelektüel ve saydam bir çaba gibi göründüğünü fakat işin özünde beyaz ticaretinin adına konuşulduğunu vurgular.
Burada başkasının adına konuşmayı eleştiren Spivak, bunu kadın üzerinden şekillendirirken onun temsilinin diğer öteki temsillerinden daha kötü durumda olduğunu belirtir. Aslında metin Foucault, Derrida, Marx gibi sınıf ve temsil meselesi üzerinde genel geçer kabul edilen teorisyenlere karşı çıkmakta, dolambaçlı bir rota izleyerek, meselenin aslında üçüncü dünya öznesinin batılı söylem içerisinde nasıl temsil edildiği sorununa işaret etmektedir.
Piyano filmi için İngilizler’in egemenliğindeki İskoçlar’ın, beyazların egemenliğindeki Yeni Zelanda yerlileri Maori’lerin, erkeklerin egemenliğindeki kadınların, ebeveynlerin egemenliğindeki çocukların ve tüm bu ötekilerin, egemen olanın elindeki baltayla törpülenmesinin öyküsüdür diyebiliriz. Birçok konunun bir arada işlendiği filmde en çok güç-iktidar meselesi ön planda yer almakta; kadın bireyleştirilirken diğerleri sanki biraz göz ardı edilmekte.
Genel hatlarıyla bakıldığında bir piyano tuşu ile baltanın savaşı olarak görülen filmin alt okumalarında başka sorunlarla da karşılaşıyoruz. Kültürün doğanın karşısına düşman olarak konumlandırıldığı filmde, sömürenin -kendi deyimiyle- ‘doğru olanı öğreten’ kimliğinin altındaki ötekiler (beyaz olmayan Maori’ler) medeniyetin diğer yanı yani kötü tarafı olarak gösteriliyor.
Bütün bunların ışığında Jane Campion’in Piyano filmi, öteki, temsil, sömürgecilik, beyaz adamın ‘vahşi’ olanla mücadelesindeki ölçüt ve yöntemleri anlama noktasında önemli bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor.

 

Sıkı Korseler ve Kabarık Etekler
Piyano, Viktoryen dönem İngiltere’si başta olmak üzere, dar korselerin ve kabarık eteklerin dünyasını, insanları cendereye sokan bir ahlak ve adap diktasını anlatan, kostümün sadece süs değil, birer anlam hazinesi olarak kullanıldığı türlerden olan ‘kostümlü dram’ janrına da göz kırpıyor.
Filmde kadınların giydiği sıkı korseler ve kabarık etekler, cendere altında tutulan cinselliğin, hareket kabiliyeti kısıtlı kadın dramının metaforu çoğu zaman. Jane Campion, Piyano‘da bu türün en az ele aldığı, kültürün adabımuaşeret kuralları kadar eğilmez bükülmez yasalarını altüst etmeyi başarıyor. Örneğin nice kostümlü filmde kafes metaforu olarak kullanılmış iç eteğini, Piyano‘da faydalı bir işe koşulmuş biçimde, geceyi kumsalda geçiren anne ile kızın çadırı olarak görüyoruz: İç etek dış kabuğa, kafes korunağa dönüşüyor.
Bu eteklerin, hareket kabiliyetini kısıtlayıcı özellikleri ise kostüm ile mekânın çakışmasında, uyumsuzluğunda kristalleşiyor. İngiltere’nin bakımlı bahçeleri ve cilalı parkelerinde yürümeye olanak tanıyan kıyafetler, Yeni Zelanda ormanlarında çamurla ağırlaşıp balçığa saplanıp kalıyorlar. Böylece sadece kadınların hareketsizleştirilmesinin değil, İngiliz kültürünün bu topraklarda ne derece yersiz olduğunun da metaforu haline geliyorlar.
Sinema tarihinin en çarpıcı imgelerinden biri de, kostüm ile mekânın çakışmasında filizleniyor: Parmağı kesilen kahramanımız Ada, eteği rüzgârla şişmiş, ayakları çamura gömülmüş, çiseleyen yağmurun altında hafifçe salınarak bataklıkta açan bir çiçeğe dönüşüyor. Benzer bir imge, tecavüze yeltenen kocasından kaçarken bir dala tutunan Ada’nın, ayaklarının yerden kesilmesiyle, dala takılmış, rüzgârda uçuşan bir kurdeleye dönüşümüyle geliyor.
Piyano’da kostüm, sosyal gerçeklerin ayağımıza dolanan uzantıları olmasının yanı sıra,  adeta bir rüyadan beyaz perdeye sıçrayan, gerçeküstü imgelerin ham maddesi de oluyor.

KAYNAKÇA

Öztürk, S.R. (2000), Sinemada Kadın Olmak, Alan Yayıncılık, İstanbul, s. 150.

İri, M. (2009), Bir Film İzlemek: Pop Kültürü Sökmek, Derin Yayınları, İstanbul, s.134.

İlter, T. (2006), Modernizm, Postmodernizm, Postkolonyalizm: Ben-Öteki İlişkileri ve Etnosantrizm, Kültürel İletişim Dergisi, sayı 1, Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi.

Spivak, G. C. (1988), “Can the Subalten Speak?” Mac Millen Education, Marxism and the Interpertation of Culture, Der. Cary Nelson ve Lawrence Grossberg, 271-313.

 

 

Diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir