Dilek İşçen Akışık

ZAMANSIZ SAAT

“Güvenli burası güvenli. Beni en çok ne yordu? Hatırlamaya çalışıyorum. Tamam. Neyin yorduğunu buldum. Başladım, devam ettirmeye çabaladım. Az buz değil, çok çabaladım. Perişan oldum. Olumlamalar, seminerler, konferanslar, okumadığım kitap kalmadı. İki üniversiteyi birincilikle bitirdim de hayat üniversitesinin evlilik bölümünden mezun olamadım. Ne yaptıysam yürümedi. Olmadı işte.

Tek sorumlu ben miydim yani? İki kişilik işleri bir kişinin omuzlarına yüklemek ne acımasızlıktı öyle. Dört kocam da bana göre birbirinden beterdi. Birinin parası yoktu, öteki çok titizdi. Ya diğeri? Bencilin tekiydi. Amaan! Ya öbürüne ne demeli? Bir gün bile kendimi kadın gibi hissedemedim yanında. Ne olduysa oldu. Hep bitirmek zorunda kaldım. Öyle gerekti. Her bitişte yenilendim diyerek kendimi teselli mi ettim? Bilmem ki? Çok yoruldum çok. Başladım, devam ettirdim, bitirdim, başladım, devam ettirdim, bitirdim, başladım, dev…”
Âdeta derin kuyulardan gelen bir fısıltı sorguyu bölüverdi.
“Dur biraz hele, dur. Burada bile dinlenmek yoh mu bana bacım?”
Tok sesli kadından cevap geldi.
“Kimsin?”
Ağır ağır çıktı sözcükler.
“Yeni bir gardaş.”
Heyecanlandı kadın.
“Merhaba!”
Sesten öteydi yankılanan.
“Sus bir saniye, dışarıda konuşuyolaa, duymuyon mu?”
İyice karışmıştı kadın, çözmek istiyordu düğümü.
“Uğultu var. Kutlama mı yapıyorlar dersin?”
Sandık hafifçe titreyince “Bilmem ki” dedi adam ve devam etti. “Niye dokunup duruyola, anlamadım. Şunları bir dinleyelim gari.”
Dışarıda, güneş gözlüklerinin arkasına saklanmış, altmışlarının sonunda bir adam konuşmaya başladı.
“Tanıştığımıza memnun oldum. Oğlum sizden çok söz etti.”
Duyduklarından memnundu siyah paltolu adam. Elini uzattı hemen.
“Ooo! Siz de buradasınız. Eh, kısmette bugün tanışmak varmış. Baksanıza iki oğlan da çok üzgün.”
Gözlüklü adam kasıldıkça, boyu daha da uzun görünüyordu.
“Eee, normal tabii, annelerini kaybettiler.”
Siyah paltolu adam kaşlarını çattı.
“Nasıl söylesem, yeri değil ama istemeden geldim, oğlumu yalnız bırakmamak için. Sayesinde sıfırı tükettim. Çok para harcattı bana çok. Kuruttu beni.”
Anlaşılmak, rahatlattı gözlüklü adamı.
“Ben de sizin gibi oğlum için buradayım. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen bir insandı. Yıllarım onu memnun etmeye çalışmakla geçti.”
Konuşmaya dalmışken, üçüncü biri katıldı aralarına. İkisinden de hem daha kısa hem de şişmandı.
“Ah be kardeşim, konuştuklarınıza kulak misafiri oldum da… Pes yahu, hayatımda onun kadar pasaklı birine hiç rastlamadım.”
Siyah paltolu adam coştu.
“Vah vah! Konuş konuş azizim. Daha neler duyacağız acaba?”
Birdenbire dördüncü biri çıkıverdi ortaya. Tek bir beyaz teli olmayan, siyah gür saçlarını toplamıştı ensesinde. Konuşmaya son noktayı koydu.
“Beyler beyler. Aaa! Lütfen, rica ederim. Bence mükemmel bir kadındı, belki asıl sorun da buydu. ‘Harika’ adını güzel taşıdı.”
Çok uzaklardan gelen o derin fısıltı duyuldu gene.
“Bacım, duydun değil mi? Seni konuştulaa.”
O tok sesin sahibi hemen cevap verdi.
“Evet. Ne çok çekiştirdiler beni, bir tanesi hariç. Sağ olsun. Ayol, ne halleri varsa görsünler. Bana ne. Buradayım ya önemli olan bu şimdi. Sonunda kurtuldum bütün yüklerden. Gittikçe hafifliyorum.”
Ötekini onaylarken onaylanmak istiyordu adam. Buna ihtiyacı vardı.
“Haklısın. Al benden de o kadar valla.”
Sesine şefkat karışınca nasıl da yumuşadı kadının sesi.
“Ya sen, ne hatırlıyorsun? Anlatsana.”
“Neyleyim, dohuz kişilik bir ailede bile yalnızdım. Kimsem yohtu. Çocuhlarım olsun istedim amma bubalık yapamadım. Yaa hayat için vallahi aslında hiç kötü niyetim yohtu. Yapmak istedim amma uğraşamadım. Nassıl bir şey olduğunu bilmiyordum ki. Öğrenseydin diyenler oldu mu? Oldu amma napam. Bubam hiç yohtu ki. Hem vardı hem yohtu. Onun da bubası varmış amma yohmuş. Sonra da kendime üzüldüm. Bubalık nasıl öğrenilir diyye sordum durdum. Sormahla olmuyormuş. Yaşamadıysan, zıkkadak nasıl öğrenecehsin? Gızlarıma bubalık yapamadım işte. Emmimler de öyleydi. Yıllar sonra yoluma çıkan her gız çocuğunda benimkileri gördüm. Hele hele çocuhlarının ellerinden tutan bubalarla karşılaşınca gızdım durdum kendime. Onlar benim canım ciğerimdi amma yapamadım işte. Beceremedim. Şükürler olsun, güvenli bir yere geldim sonunda.”
Aniden incecik bir ses duyuldu sağ taraftan. Çok çabuk konuşuyordu.
“Bu ne gevezelik böyle. Bir türlü susmuyorsunuz cicikolar.”
Az önce kuyudan çekilircesine duyulan ses biraz daha yakından geliyordu bu sefer.
“Sen de anlat. Rahatlarsın gari.”
Alelacele cevap verdi sohbete yeni katılan kadın.
“Ben, rahatım zaten. Elimden geleni yaptım. Beni…”
Kuyudan aynı fısıltı duyuldu gene.
“Şişşt!..”
Sinirlendi o incecik ses, cırtladı.
“Anlat deyip niye sözümü kesiyorsun? Terbiyeni takın.”
Yalnızca onaylanmaya değil, anlaşılmaya da ihtiyacı vardı adamın.
“Haklısın bacım amma beni konuşuyolaa, duydum.”
Aralarına yeni katılan sakinleşti.
“Tamam tamam, anladım. Doğru söylüyorsun cici, seni anlatıyorlar.”
Dışarıdaki kalabalık arasında kumral saçları uçuşan, kırklı yaşların başında tombul bir kadının ağlamaktan şişmişti gözleri.
“Yaşlandıkça bayağı değişmişti. Yıllar geçtikçe şefkatini daha fazla hissettim.”
Doğrularının arkasında dimdik duran kadının ateş çıktı gözlerinden.
“Hadi canım hadi. Sana değişmişti, bana değil. Yaptıklarını hatırladıkça hâlâ içim yanıyor.”
Kardeşini ikna edebilmek için yalvarırcasına konuşuyordu.
“Öyle diyorsun ama sana da yaklaşmaya çalıştı yani kendi çapında işte. Allah var yukarıda, son buluşmamızda ne biçim tersledin adamı, gözleri doldu. Hatırlamıyor musun?”
Kadının yıllardır biriktirdiği öfkesi sığmıyordu zarif bedenine. Elleri, kolları sürekli kıpır kıpırdı.
“Ne dediğinin farkında mısın Allah aşkına? Körü bayağı badem gözlü yapıverdin. Hayal âlemindesin, her zamanki gibi.”
Kardeşinin söyledikleri yüzüne şamar gibi inince, gözlerinden sicim gibi yaşlar indi.
“O aslında belki de hep aynıydı, biz tanıyamadık babamızı.”
Ablasını dinledikçe sinirleniyor, o güzel esmer yüzü karardıkça kararıyordu kadının.
“Nasıl aynı dersin yahu, gittikçe daha umursamaz, daha sevgisiz oldu.”
Sağ eliyle kardeşinin omzuna dokundu.
“Ah, keşke onu affedebilseydin.”
O incecik ses sabırsızlıkla sordu adama.
“Ciciko rahat mısın şimdi?”
Bu kez sessizlikti gelen cevap ama iki yolcu da duydu söylenenleri.
“Bildihlerimi duydum bacım. Yeni bir şey yohtur. Küçük gız benim gibi, inatçının teki. Büyüğü yumuşak, anasına benziyor. Bu işin içinden çıhmayı öğrenecehler zamanla ya da öğrenemeyecehler. Napam?”
Tok sesli kadının meraklı olduğu belliydi.
“Hoş geldin. İkimizden konuştuk uzun uzun. Ya sen? Neyi kendine tasa ettin?”
“Elimden geleni yaptım ama ablamın yanına bile yaklaşamadım. Yaklaştırmadı ki. Hep geride durmak zorunda kaldım. Gölgesi bile olamadım. ‘Ablanın fikrini al, o her şeyin en doğrusunu bilir, o yap derse iyidir’ deyip durdular. Hele öğretmen hali, ders çalıştırmaları bitirdi beni, bitirdi. Ayy, resmen işkenceydi. Bana ait bir çift söz çıkmadı kimsenin ağzından, adım dışında. Ya o üstüme sinen aşağılayıcı bakışlar… Ah cicikolar, ah! Ezile ezile toza dönüştüm. Her haliyle güzel olan oydu. Üstüne üstlük başarılıydı. Bense tam tersi. Böyle hissetmek ister miydim? Bunu ısrarla hissettirdiler bana. Neyse ki yirmi beşime geldiğimde kocam çıkıverdi yoluma. Ya çıkmasaydı? Sayesinde kim olduğumu, neler yapabileceğimi gördüm. Tek şansım oydu. Yıllar sonra her şey tersine döndü ciciler, kekemeliğim bile geçti. Kocama minnettarım, sevilmek neymiş ondan öğrendim. Yokluğuna üç ay dayanabildim. Kalamadım yalnız başıma, sevdiceğimin peşine düştüm. Onu bulacağım. Şükür, en güvenli yere geldim.”
Hızla anlatırken sustu birden, sonra incecik sesi duyuldu.
“Hey, duydunuz mu cicikolar? Şimdi de beni konuşuyorlar.”
İki arkadaş sessizce cevap verdi.
“Evet evet.”
Elli yaşlarında, güzel kalabilmiş bir kadın, avlunun en ücra köşesindeki bankta oturmuş içini döküyordu.
“Ay, kalbim ağrıyor. Aah ah! Yıllar boyu ona hep yaklaşmaya çabaladım. Onun için saçımı süpürge ettim.”
Yanındaki kadın cebinden bir mendil çıkarıp arkadaşının eline tutuşturdu.
“Artık olan olmuş, elinden geleni yaptın. İçin rahat olsun güzelim.”
Çağla yeşili gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Sildikçe dökülüyordu.
“Annemle babam kardeşini sev, onu koru, sen ablasın deyip durdular. Yediler beni, yediler. Oysa ben de çocuklarıydım.”
Yılların kıskançlığını ustalıkla örtüyordu dostluk maskesi.
“Seni yıllardır tanıyorum, bilmez miyim ne kadar verici olduğunu. Onu kollamaktan evlenemedin vallahi.”
Başını sağa sola sallarken kaşlarını kaldırdı, ellerini açtı ağlayan kadın.
“Kaç tane talibim çıktı ama kısmet böyleymiş. Ne diyeyim artık.”
Dostluk maskesinden çıkan ses yükseldi.
“Maşallah, o iyi ki bir koca buldu. Hemen de sizden uzaklaşıverdi.”
Dudakları acıyla büzüldü kadının.
“Eee, dünya hep etrafında döndü. Haksızlığa uğrayan bendim aslında… Canım çok acıyor, çok. Öyle böyle değil.”
Cırtlak sesin sahibi yerinden hoşnuttu.
“Oh, dünya varmış ciciler. İyi ki buradayım. Duydunuz mu? Sıramız geldi, dışarı çıkıyorum artık. Beni takip edin. Hadi!”
Kalın cam kubbenin üstüne ışınlandılar. Günlerden salı ya da çarşamba, belki de cumartesi. Saatler bozuk değildi ama hiçbiri zamanı göstermiyordu. İncecik beyaz ışık üçünü de okşadı. Yeryüzünü şefkatle kucaklayan gökyüzü ne yaptığını biliyordu, tüm kanatları eşitlemişti.
O tok ses sandıktan çıktığında inceliverdi.
“Hey kocalarıma bakın! Dördü yan yana sıralanmış. Vitrin mankenleri. Gözleri saatte, biri hariç. Aman işlerine geç kalmasınlar.”
Fısıltıyla konuşan adamın sesi açılmıştı biraz. Yaşadıklarını unutmak istercesine arkadaşının yakınlarına odaklandı.
“Bacım, seninkiler dedikodu etmeye gelmişler gari.”
Konuştukça daha da inceliyordu kadının sesi.
“Eksik olmasınlar.”
Cırtlak ses de değişime uğramıştı, daha toktu.
“Ablamı gördünüz mü cicikolar? Kankasının omzuna koymuş başını, ağlıyor.”
Fısıltıyla konuşan adamın sesi gittikçe açılıyor, açıldıkça üzüntüsü daha da açığa çıkıyordu.
“Kim kimin için ağlıyoo hiç belli değil bacılar. Ah kurban olam, göstermiyor amma benim küçük gız çoh acı çekiyoo.”
Sesi gittikçe incelen kadın sevgi doluydu.
“Aa, oğluşlarıma laf yok tabii. Maşallah, ikisi de çok yakışıklı. Bakmaya doyamıyorum onlara. Bir daha buluşur muyuz acaba? Nerede? Ne zaman? Nasıl?”
Cırtlak ses, kalınlaştıkça daha oturuyordu.
“Ablacığım, kendimi nasıl da böyle iyi hissettiğimi anlayamadım. Gerçek özgürlük buradaymış. Darısı başına. Ah canım benim, yanındakini hiç tanıyamamışsın, resmen tüketiyor. Buralardan bir şeyler yapmaya çalışacağım senin için.”
İnceldikçe inceldi diğer kadının sesi.
“Sanki ceza hukuku dersindeyim gene. Kaç tane sorgu kürsüsü kurulmuş aşağıda? Kolay gelsin.”
Toklaştıkça sesi, daha yavaş konuşmaya başladı sağdaki sandıktan çıkan kadın.
“Cicikolar, şuncağızların hallerine bakın. Kimini yarım kalmışlık bitiriyor, kimini vicdanı boğazlıyor. Eee, kaçamazlar ki yüzleşmelerden. Havada uçuşuyor günahlar. Görüyor musunuz?”
Geride kalanlar için ağlamaklıydı adam, titriyordu sesi.
“Vah bacılar vah! Çoğu kendine ağlıyoo. Bunlara hiçbir şey yetmemiş, yetmemiş gari. Napçaz?”
Sesi toklaşan kadının söyledikleri yankılanıyordu gökyüzünde.
“Haklısın cici, yaşayamadıklarına üzülen ne çok can var aşağıda. Üzülmekle ne olacak sanki? Zavallıcıklar.”
Çok sesli, uyumsuz, yönsüz, biraz sahici, biraz sahte kalabalık nasıl olduysa isteyerek, inanarak, her şeyi görmüşçesine, yazmışçasına, yaşamışçasına, gidip gelmişçesine, rahatça, bilgece, ustaca, cömertçe, içtenlikle üç kez tek ağız oldu.
“Helal olsun! Helal olsun! Helal olsun!”
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir