Zeynep Ebla Ceylan

ŞEREF

Babaannemlere geldiğimizde hava hâlâ karanlıktı, sabah olmamıştı daha. Çok uykum vardı. Takside gelirken bile uyumuştum. Kısacık yolda. Gündüz geldiğimizde trene biniyoruz. İki kere duruyor. Üçüncüde iniyoruz. Babamla geldiğimizde taksiyle geliyoruz. Dört tane trafik lambası var. Kırmızıda durursak sayıyoruz yeşil yanana kadar. Haydi kızım bir, iki, diyor. Devamını ben sayıyorum.

O yoktu bu sefer. Kırmızı yandı mı bilmiyorum. Kırmızıya kızıl da diyor büyükler, onu biliyorum ama komünist ne demek bilmiyorum. Eve giren polisler Kızıl Komünist diye birini arıyorlardı. Kitaplığın raflarında da bir şey aradılar; dolaplarda, yatakların altında. Bütün kitapları yerlere dağıttılar. “Şerefsiz” dediler birkaç kere. Babam evde olmayınca biz şerefsiz mi oluyoruz acaba? Çok kötü sözler de söylediler. O sözleri söylediğinde annem kızar hep “Çocuğun yanında konuşma böyle Şeref” diye. Televizyonda gördüğü yalancı, kötü adamlara söylüyor. Bana söylemiyor ki. “Yalancı pezemenk” diyor. “Horozcu çocuğu” diyor. Horozcu çocuğu olmak kötü bir şey demek ki.
Ben öğretmen çocuğuyum. Babaannem de öğretmenmiş. Artık okula gitmiyor ama Pakize Teyze’ye okuma yazmayı öğretiyor. “Bana da öğret” dedim. “Sen zaten başlayacaksın okula eylülde” dedi. Pakize Teyze’nin okul yaşı geçmiş.
Evin önüne geldiğimizde uyandırdı annem beni. “Burçak, geldik çocuğum” dedi. Bahçe kapısından girdik. Paşa bir kere havladı. Bizi tanıyınca gelip bacaklarıma dokundu. Annem demir kapıyı kapatınca derin bir nefes verdi. “Koş, kapıyı çal” dedi. Paşa ile beraber koştuk. Kapının ortasındaki demire yetiyor artık boyum. Ben daha dokunmadan merdivenden ses geldi. Ama yine de vurdum üç kere. Dedem “Geliyorum” diye seslendi. Kapıda bizi görünce çok şaşırdı. “Hayırdır kızım, bu saatte” dedi. Üstünde atleti vardı. Annem bir şey dedi mi bilmiyorum, arkamdaydı. Ama dedem başını salladı. Üzüldü. Beni kucağına aldı. Babaannem de merdivenden indi. Omzunda sevdiğim kırmızı şalı vardı. Dedeme pijamasının üstünü de getirmişti.
Salona geçtik. Dedemin kucağına yattım bu sefer de. Annem olanları anlatırken uyumuşum. Üstüme kırmızı şalı örterlerken uyanır gibi oldum. Babaannemin gözü kıpkırmızıydı. Başımın altına yastık koyarlarken yine uyanır gibi oldum. Tavan arası gibi bir şey duydum. Hemen kalktım.
“Ben de, ben de.”
“Kızım dur, ne sen de” diye sordu annem.
“Tavan arasına ben de çıkacağım” dedim.
“Dur bakalım” dedi dedem.
“Buraya da geleceklerdir, acele etmek lazım baba. Bodruma indirelim, orası daha gizli.”
“Yaksak mı acaba kızım?” diye sordu dedem.
Babaannem bağırdı. “Asla, Şeref çok kızar.”
Babam dedeme hiç kızmaz ama bilemedim. Çıktık hep birlikte tavan arasına. Oyuncakları görünce çok sevindim. Hepsine baktım. Bazısıyla oynadım. Onlar kitapları alıp aşağı indiler. Çıktılar, indiler. Ben kutuların içine baktım. Sandıkları açtım. Kız çocuğu oyuncağı aradım, bulamadım. “Haydi” dediler. “Bitti.” Kapadılar yere bakan kapıyı, kilitlediler.  Bodruma yerleştirdiler kitapları. Ben inmedim. Sevmiyorum orayı. Korkunç.
Kitapları neden oraya taşıdılar, kimden sakladılar bilmiyorum. Kimi bekliyorlardı, onu da bilmiyorum. Ama kimse gelmedi, o gün de başka günler de. Babam da gelmedi. Biz dedemlerde yaşamaya başladık. Ben eylül gelince okula başladım. Dört gün okula gittim. Beşinci gün kötü bir şey oldu. Kimse evden çıkmadı. Radyonun başından ayrılmadılar. Babaannem geldiğimiz günden beri üzgün. İş yapıyor, sonra camın önüne oturup bekliyor. Okulda olmadığım zamanlar ben de yanına oturuyorum. Birlikte bekliyoruz. Gelecek, biliyoruz. Gelecek ve ismini yazdığımı öğrenecek.
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir