Beril Akdoğan

BEYAZ AMA KAHVERENGİ LEKELİ

Ben küçükken anneannem çok hasta olmuştu. Annem, teyzem, dayım sırayla bakıyorlardı ona. Genelde sıra hemen anneme geliyordu. Herhalde annem çarpı üç diye düşünüyordum. Üç kişilik bakıyor yani.

Uzun zaman sonra, anlaşmazlıklardan, küçük ama onlarca kırıcı kavgadan sonra bakıcı tutulmaya karar verildi. Anneannemin kendi evinde bakacaktı bakıcı ona, ama annemin içi rahat etmedi öyle de, her gün anneannemdeydik. Benim ilkokulumla da anneannemin evi çok yakındı. Tesadüfe bak sen. Gerçekten de tesadüftü ama.
Annem anneannemle ilgilenmekten, hem kendi evinin hem onun evinin işini yapmaktan çok yorulurdu, bu yüzden bana vakit kalmazdı. Benimse neredeyse tüm dünyam annemdi.
“Anne nasıl olmuş resmim? Annecim makarna yapar mısın? Annecim bakkala gidelim mi? Saçlarımı tarar mısın anne? “
Normalden birazcık daha düşkün bir çocuktum anneme. Şimdi psikiyatrlarda travma ayıklıyorum. Neyse, o zamanlar çocuk aklı işte çok kızıyordum anneme. Babamla bu yüzden ettiği kavgaları görmesem de belki duymak da etkiliyordu beni.
İyice doluyordum ve çok kızgındım. Sadece onun annesiydi sanki, onlar baksındı. Ama şimdi büyüdüm, anlıyorum. Ben de bırakamam annemi, çünkü o benim de annem değil, benim annem. De’lere, da’lara yer yok bu konuda. Velhasıl şimdi, beyaz ama üzerinde kahverengi lekeler olan asıl konumuza gelelim.
Anneannemin evi bir apartmanın zemin katındaydı ama koskocaman bir evdi. Hem apartmandan hem bahçeden girişi vardı. Hala gider bakarım o eve. O zamanlar nefret etsem de şimdi özlüyorum. Birileri tabii ki taşınmış. Bahçeye de havlarken sağa sola salyaları saçılan bir köpek almışlar. Beni görünce daha bir vahşileşiyor sanki. Yaklaşamıyorum. Oysa kapının önünde terliklerimi çıkarıp eve hoplayarak girmeyi ne çok özledim.  Günlerden bir gün henüz birkaç aylık bir kedi geldi bahçeye, bence direkt bana gelmişti. Çok sıkıldığımı, sevilmiyor gibi hissettiğimi anladı. Zaten hayvanlar beni hep anlar. İlgi bir türlü anneannemden bana gelmiyordu. Yazıklar olsun sana diyorum şimdi, insan anneannesini de kıskanmaz annesinden, üstelik yaşlı ve bakıma muhtaçtı.  Fakat o zamanlar ben de bakıma muhtaçtım; anne sevgisine de, gülümsemesine de, sarılmasına da. Annemin her şeyine muhtaçtım. İşte bu sebepten kedi bana geldi.
Anneannemin evindeki tek ve en güzel şey o kediydi artık. 2000’li yılların başında meşhur bir hayvan ismi olan Boncuk koydum ismini. Tüm çocukların, nedendir bilinmez favori hayvan ismi. Küçük mutluluğum küçük teyzeme büyük gelmiş olmalı ki eve hiç girmemiş kediyi mikrop getirdiği gerekçesiyle bir türlü sevmedi. Bence benim mutluluğuma gıcık oldu. Birkaç gün söylenip benden yüz bulamayınca, ben okuldayken birine para verip kedimi evden uzağa bıraktırmış. Ama minik Boncuk’um geri geldi. Kediler yolu bulabilirmiş. Bunu teyzem de öğrenmiş olmuş ki ertesi gün yine ben okuldayken bu sefer çuvala koyup götürtmüş kediyi. Yolu bulamadı tabii, geri gelemedi. Ağlaya ağlaya gidebildiğim kadar uzağa gidip aradım. Birkaç mahalle dolaştım. Herkese sordum. Küçük,  ağlamaktan sümükleri akmış bir çocuk, ayırt edici hiçbir özelliği olmayan kedisini soruyor.
“Buralarda bir kedi gördünüz mü amca? Küçük, beyaz ama kahverengi  renkler var üzerinde?”
Hı hı, umurlarındaydı sanki. Nafile bir çaba. Araba mı çarptı, eziyet mi gördü, aç mı kaldı? En önemlisi beni çok özlemiştir. Bunları günlerce düşündüm. Günlerce ağlaya ağlaya uyudum. Kimse umursamadı. Çocuklar her şeye daha kolay alışır derler ya zaten onlar da öyle düşünmüş olmalı. Benim dışımda herkes unuttu. Ben de şimdi o kadar düşünmüyorum aklımın kaldığı küçük kedileri bence. Benim vicdanım da Boncuk gibi oldu. Beyaz ama kahverengi lekeli.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir