Sevil Usta

TERZİ KADIN

Buruşuk bir el omzuma uzanıyor. Kafamı çeviriyorum. ‘’Gelsene, daha ne duruyorsun. Haydi, sen de gel‘’ diyorum. Yüzünü göremiyorum. Ansızın soluk benizli bir adam beliriyor karşımda. İrkiliyorum. Bedenini saran uçuş uçuş beyaz kumaş, havalanıp onun bedeninden benim bedenime dolanıyor. Bağırıyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyor. O daha çok dolanıyor bense daha çok bağırıyorum.

Bir ‘’Küt!’’ sesi duyuyorum. Sonra yine. Yatağımdan zıplayarak uyanıyorum. Kan ter içindeyim, atletim su içinde.  ‘’Küt küt!’’ sesleri devam ediyor. Yatağımdan kalkıp sesi takip ediyorum. Karşı odadan geliyor ses. Aralık kapıdan kafamı uzatıyorum. Açık kalmış pencerenin rüzgârla birlikte çarpıp durduğunu görünce rahatlıyorum. Hay ben senin diyorum kendime.
Gidip bir bardak su içiyorum. Geriye dönüp açık pencereyi kapatacakken yine karşı binadaki o kadını görüyorum. Dükkânının kapısına, her zamanki tahta iskemlelerini atmış, oturmuş tavla oynuyor biriyle. Adamın sırtı dönük, yüzünü göremiyorum. İrice bir dağı andırıyor. Terzi kadının keyfi yerinde. Zarları önce öpüyor sonra sallayıp atıyor. Arada bir yüzü düşüyor. Yüzündeki çukurlar ara sıra gevşiyor, çözülüyor. Günün büyük kısmını dükkânın önünden geçenle çene çalarak geçiriyor.
Mahalleye taşındığımdan beri iki kez gittim ona. Pek iş bilir biri olmasa gerek. Dükkânın içi hallaç pamuğu gibi. Halbuki terzi dükkânı dediğin böyle mi olur? Makaraların olduğu bir raf ilişiyor gözüme. Onlarca iplik. En çok maviyi beğeniyorum. Anamın çocukken ördüğü atkı geliyor aklıma. İçim ısınıyor. Etrafa iyice göz gezdiriyorum. Dikiş makinesinin üzerine, gelişi güzel bırakılmış kumaşların arasında kalmış bir makas görüyorum. Ağzı yarı açık. Sanki bir şey kesecekmiş de sonra vazgeçmiş gibi. İlkokulda öğretmenimin “Bitlenmişsin” deyip saçıma makası vuruşu geliyor aklıma. Kıvırcık sarı saçlarını anımsıyorum. Tekrar geri kalan raflara göz gezdiriyorum. Tozla kaplı her yer. Pasaklı diyorum içimden.
Kıvırcık koyunyününü andıran yıpranmış kısa sarı saçlarına bakarak ‘’Kaça dikersin bu pantolon paçasını’’ diyorum.
“Makineyi açması elli lira. Yüzden aşağısı olmaz’’ diyor.
Sesi tok. Kibirli.
“Kalsın” diyorum.
Yine de pencereden her gördüğümde ona yeni hayatlar yaşatıyor, yeni hikâyeler yazıyorum. Bazen evli, iyi bir kocası, çocukları olduğunu, bazen de kocasının ondan daha iyi, daha güzel bir kadınla kaçıp gittiğini hayal ediyorum. Kimi zaman çoluklu çocuklu, kimi zaman da dul. Belki gençliğinde zengindi, kocası da bütün servetini kumarda kaybetmişti. Yolu bu kenar mahalleye böyle düşmüştü. Kibri de bundandı, kim bilir?  Ya da bir sevdiği vardı kavuşamamıştı o da kendini kahra vurmuştu. Bu sonu pek sevmiyorum, vazgeçiyorum. En iyisi tavla oynadığı bu adam kocası olsundu, iyi bir insan olsundu. O zaman içim biraz rahatlıyor. Onunla ilgili tek bildiğim tavla oynamayı sevdiği.
Rüzgâr daha sert esmeye başlıyor, irkiliyorum. Omuzumda bir el hissediyorum. Kafamı çeviriyorum.
Annem “Kapat şu pencereyi içerisi soğudu, gel artık’’ diyor. Kapatıyorum.
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir