Birsen Yalçın

DAMAT ADAYINI GÖRMEDEN VERDİK GİTTİ

Geçen hafta cuma günü Hacer Ablamın kız istemesi vardı ki tam evlere şenlikti. Erkek tarafı Bitlisliymiş. Önce kadınlar tanışıp kaynaşsın dediler, onlarda adet öyleymiş. Halam da kabul etmiş ne yapsın kadıncağız. Harıl harıl börekler açıldı, sarmalar sarıldı, kekler, kurabiyeler hazırlandı; bizim yengeler klasik gün menülerini döktürdüler.

Bizimkiler zaten on kişi, küçücük iki odalı eve anca sığıyor. Bir de geldi mi erkek tarafı üç araba dolusu kadınla! İçeri girmeye başladılar. On mu? En az yirmi kişi var, çoluk çocuk hariç. Giriyorlar, giriyorlar, giriyorlar. Oldu mu kadınlar hamamı. Zor nefes alınıyor. Ter içinde kalmışız ama kimsenin umurunda değil.
“Geç geç bacım, sıkışıver biraz, Allah bereket versin, kalabalık iyidir” diyor biri. Halam gözleriyle beni arıyor, anlıyorum ki yeni gelenlere yer açmak için birilerini kaydırmam lazım.
Ağırlayabildiğin kadar ağırlayacaksın artık. Karşı komşudan sandalye taşı, zigon sehpa al, biz küçüğüz ya. Ev zaten daracık, nefes alacak yer kalmadı. Fincanlar dizildi, boy boy çaydanlıklar demlendi, Alman çatal kaşık takımı çıkarıldı. Aman ne hizmet, ne telaş! Beğendireceğiz ya Hacer Ablamı. Sanki saraya gelmişler, bir eksik olursa laf olacak, ayıp olacak, yıllarca dillerine düşeceğiz. Annem bir yandan “Şu tabakları düzgün dizin, göz var nizam var” diye talimat yağdırıyor, yengem mutfakta tereyağlı börekleri kontrol ediyor, biri çayın şekerini az koymuş diye azarlıyor. İçerisi zaten fırın gibi, ter içinde kaldık. Daha bu işin kahvesi, tatlısı, lafı sözü var. Bakalım nasıl çıkacağız işin içinden.
Derken, kapıdan biri daha girdi. Kilolu yengemiz, yanakları al al, bir elinde tabak, diğerinde kaşık, tam bir meydan okuma edasıyla oturdu sofraya. Gözlerini gezdirip derin bir nefes aldı. “Ah ah! Ne güzel sofra kurmuşsunuz. Elleriniz dert görmesin. Çocuklar da birbirini beğenmiş, sevmiş. Biz kızınıza talibiz” dedi gözlerini kısarak.
Tam o anda bir sessizlik oldu. Bizimkiler göz göze geldi. Kız isteme mi? Daha dün annem “Bizi istemiyorlar, hep köylüsüyle evlenirmiş bizim damat adayı” dememiş miydi? Halamın kaşı kalktı, annem hafif bir boğaz temizleme sesi çıkardı, sonra annem yangından mal kaçırır gibi “Verdik gitti” deyiverdi.
Kilolu yenge kahkahasını koyuverdi. “Aman bacım, ne acele ettin, daha bi çayımızı içseydik. Bak, kahveler de geliyor” dedi. Arkada babaanne olduğunu tahmin ettiğim, başında beyaz tülbentiyle oturan yaşlı kadın hafifçe doğruldu. “Aah ah! Hasan’ımın mürüvvetini görmeden ölürüm de gözüm açık giderim diye korkuyordum. Çok şükür, bin şükür” dedi gözleri dolarak.
Birden büyük hala devreye girdi. “Niye korkuyorsun anacım, kapatırdık biz senin gözünü” deyince, genç gelinler kıkırdamaya başladı. O noktada biz de anladık ki bu kadınlar boşuna tanışmaya gelmemiş, zaten kaynaşmaya çoktan karar vermişlerdi.
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir