3-27-2013 23-50-28_046bwk
Ayşe Özer

SİVRİCELİ BİR ÇOCUĞUN MEKTUBU

Yağmurlu bir günde dedemle okuldan eve dönüyorduk. Benim elimde çok hevesle aldığım renkli fasulyeler; az önce onlarla sayı saymayı öğrenmişim. Dedem “Onları çantana koy” demişti. “Hava yağmurlu, düşerse yağmur giderinden aşağıya, üzülürsün.” Dinlemedim. Sonra hep yağmura kapılan renkli fasulyeler girdi rüyalarıma. Benim babamın bavulu yoktu, dedemin filesi vardı; belki de o yüzden asla Nobel alamayacağımı bile bile yazmaktayım.

Bir ceviz ağacının üzerine terlikleriyle çıkan her şeye rağmen mutlu çocuklardık. Üç yanı suyla çevrili yarımada memleketimizin, Hazar Gölü’nün yakınında bir Sivrice köyüydü bizim memleket. Şehirde de yaşasa illa ki herkesin bir köyü vardı. Diyarbakır’ı Paris sanıyorduk, ilk hamburgeri orada yediğimizde. Malatya-Elazığ maçında hep kavga çıkıyordu. Tonton’un memleketi olan Malatya’ya yapılan yatırımların şehrimize yapılmamasına çok içerliyorduk.
Sonraları hayallerimiz sığmadı şehrimize; evimiz dar geldi de uzak şehirler çağırdı, gurbetin kendisi olduk. Filemizde dedemizin aldığı renkli leblebi şekerleri, 12 saat süren otobüs yolculuğunda kuru köfte, cacık ve Zeki Müren’in ruhuna dağıtılan bir kutu baklava, bolca Müslüm Baba, vurduk sırtımıza evimizi de geldik koca şehirlere.
Sonra yine başımıza yıkıldı evimiz. En çok kadınlar kaldı hep o enkazın altında. Erkeklerin evde olduğu saatler değildi. Kadınlar kaldı kimliklerinin, yoksulluğun altında. Yaşam üçgeninin iç açıları toplamı hep makul sınırlar içinde. Hayatında ilk kez sadece kendisine önem verildiğine tanık oldu kimileri enkaz altından çıkarken. Sonraları farklı cenahlardan, ölümleri üzerine “Oh olsun!” yorumları yapıldı sevdiklerimizin, komşularımızın, akrabalarımızın. Konuştukları dil üzerinden ayrı bir dil kuruldu da, deprem değil, malzemeden çalınan o Babil Kulesi öldürdü onları.
Çok acı çekerken, daha çok canı yanmasın diye kendi dilinde şarkılar dinlemez ya hani insan. Belki şimdi yeniden kendi dilimizle konuşmanın vaktidir. Kanatarak iyileştirmeli yaramızı. O enkazın altından aynı dille kalkmalı. Eski kelimelere yeni anlamlar yüklemeli. Evimiz başımıza yıkıldığında bırakıp gittiğimiz şehrimize, filemizde umutlarımızla ve büyüttüğümüz hayallerle geri dönmeli.
Oralı olunca çok canı yanıyor insanın, canı yanınca da oralı oluyor ya insan, işte o dili yeniden bulmalı ve enkaz altına seslenmeli: Sesimi duyan var mı?
Rüyamda yağmura kapılan renkli fasulyeler gördüm. Sayamadım kaç taneydi.

Daha fazla Panzehir mektup okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir