6k
Birsen Yalçın

İKİLİK

Ulan Ayça, şu koca İstanbul’da gidecek psikolog mu yoktu, bir Perihan mı kalmıştı? Külahıma anlat sen benim, ben anlamalıydım zaten senin o gün tesadüfen o yemekte bizimle karşılaşmanın altından böyle bir çapanoğlunun çıkacağını. Senin tesadüflerin hiç bitmez çünkü. Bir de beni görünce abartılı kahkahalar, kaş göz işaretleri. Ayça, Ayça! Korkulur vallahi kadın senden.

Bir taksi geçiyor boş, görüyorum ama durmuyor. Gavat dursan ne olur? Bir de hızlı geçip paçalarımı ıslattı, hay ben böyle işin. Bak hele bak, az ötede durdu Tarlabaşı’ndakileri aldı. O avrat bozuntuları paranı vermesinler de sen gör. Of geç de kalıyorum, yağmur da gittikçe artıyor, şimdi işin yoksa Şişhane’ye kadar yürü, şemsiyesiz de sıçana döneceğim. Ondan sonra Perihan Hanım başlasın sen böylesin de, şöylesin de; olay düşüncesizliğime kadar gider. Sıçarım böyle cumartesiye. Büfenin karşısındaki ışıklarda inen olur, oraya doğru iki adım atsam. Aha vallahi biri iniyor, koş oğlum Halil. Hemen yakalıyorum yeni kapanan kapıyı. “Nereye abi ?” diye soruyor gençten yağız delikanlı.
“Nişantaşı’’ diyorum kısık bir sesle
“Ooooo! Bu yağmurda yapma be abi.”
Başlatma şimdi yağmuruna, demiyorum tabii. Güzellikle oturup kapıyı yavaşça kapatıp “Gideriz güzel kardeşim yirmi lira da fazla veririm, zaten çocuğu almak için geçte kaldım” diyorum.
O da hafifçe çenesini önüne kaydırarak “Olmaz da hadi senin güzel hatırına olsun” deyip çeviriyor kürklü direksiyonunu.
Ne demek olmaz. Hani cebimde para varsa bu a…. koyduğumun memleketinde bütün sarılar benimdi? Araba da tam bozulacak zamanı buldu. Şimdi Perihan Hanım’dan bir de bunu dinlerim, vay efendim taksiyle mi geldin, üşütürsün kızımı; sanki bizim kızımız değil.
Hıııııh, nereye atmışım telefonu, çalmasan şaşardım, ha siktir hangi cebimdesin!
“Efendim Ayça, beş dakika önce konuştuk yine ne oldu?”
“Geç kaldın diye aradı mı cadı Perihan, merak ettim?”
“Kaç kere dedim sana cadı deme diye, sonuçta…”
“Ne sonuçta, senin karın mı?”
“Hasbin Allah, ne cumartesiymiş. Boşandık ya Ayça Hanım sizin yüzünüzden, hatırlamıyor musunuz?”
“Kaçta geleceksin aşkım eve?”
Sıcak sesiyle içten kıkırdamalarını hissedebiliyorum.
“Beynimin etini yeme, kaçta gelirsem gelirim. Peri’yle zaman su gibi akıp gidiyor, ne desem boş.”
Ve tabii öyle bir yerden kanıma giriyor ki telefonda, benim dişler anında hepsi birden halaya kalkıyor.
“Yeni mi aldın bakim? Ha birde kırmızı saten; tamam tamam zaten Perihan da saatinde getir der, altıda evdeyim.”
Ah! Ayça sen ne işini bilen kadınsın. Her gece o dantelli iç çamaşırların, geyşalığın yok mu ah ah…
Akmayan trafikte, Taksim’e adım adım ilerlerken çalan müzik yüzünden taksiciyle aynada göz göze geliyoruz.
“Sesini az açsam abi.”
“Aç birader aç.”
“Ben Beşiktaşlıyım abi, sen? Müslüm Baba’nın bu şarkısının yeri bizde başka” diyor, kendinden emin salladığı turkuaz taşlı büyük tespihiyle.
Konuyu kapatmak için “Ben takım tutmuyorum kardeşim” diyorum, bozuluyor.
O ritim tutup söylerken kendi marşını, ben de takılıyorum Müslüm Baba’ya.
Hangimiz düşmedik kara sevdaya
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi.
Eh be Müslüm Baba. Biz de Perihan’la on bir yıl önce sevmedik mi birbirimizi. Fakültenin merdivenlerden ilk defa çıkarken, kıvırcık saçlarına, uzun kirpikli gözlerine vurulduğum o güzel kalpli psikologla ne zaman böyle olduk biz? Çıkardığım alyansımın yeri hala taze. “Alışırsın sen” deyip sırtımı sıvazlarken, bana bütün zehrini gözleriyle akıtmadı mı mahkemeden çıkarken. Ah be Perihan, öyle kolay alışılmıyor.
Taksinin camına yansıyan yağmurun izinde kayboluyorum; dalıyorum geçmişe, canım kızım Peri’nin doğumuna. O perşembe sabahı da gene İstanbul’da böyle bir yağmur vardı. Hastanenin koridorlarını çınlatan o cazgır sesli haliyle kucağıma nasıl da tutuşturmuştu hemşire. Mis gibi masum kokusunu çekmiştim içime Peri’min. Şimdi nasıl özlüyorum onunla geçirdiğim her anı. Minicik elleriyle tutuşup el ele denize atladığımız tatilleri, anaokulundaki ilk gösterisinde sahnede ağlamasını, şimşekler çakınca korkuyorum deyip küçük pembe tavşanıyla yatağımıza gelmesini. Kıymetini mi bilemedik aile olmanın acaba? Ya da ben, ben… Aman neyse. Deli gibi sevmek gençlikteydi.
Ayça ve Perihan, hayatımdaki kadınlar. Ne garip bir tesadüf değil mi? Şu koca, milyonluk şehirde, Ayça gitmek için bir psikolog arıyor ve bula bula Perihan’ı buluyor. Bütün aldatma hikâyesinin puzzle parçalarını birleştiren benim akıllı, eski karım da tek celsede boşadı beni.  Hak ettim mi? Eee biraz.
Madem mutlusun, çocuklusun, iyi, saygıdeğer bir karın var ne bok yiyorsun değil mi? Önce çamuru attım Ayça’ya, kıvırmaya çalıştım ama olmadı. Perihan zeki kadın, içine kurt düşünce takip ettirmiş beni. Oryantasyon toplantısı oynaşma toplantısı olunca hiç bekler mi, aynı gün koydu beni kapının önüne. Ne arabesk adamlığım kaldı, ne normal adamlığım. Peri de küçük zaten daha ilkokul ikinci sınıf, hoop velayet onun. Cumartesi birle beş arası benim. Prensesim, en çok mis kokulu kızımı özlüyorum. Aah ah…
Ayça bizim şirkette çalışmaya başladıktan kısa süre sonra gözüme takıldı. Sonra abartılı makyajı, dolgunca memelerini gösteren cesur kıyafetleri ile gönlüme takıldı. Her gün karşılaştığımız asansör kapısında bir iki çapkın gülücük ve sonrası bir hafta sonu kaçamağı. Perihan ise hep kapalı giyinir, sadece yakadan bir düğüme açık bıraktığı gömlekleri giymeyi severdi. Bir de Peri’nin doğumundan sonra üstüne pamuklu çiçekli pijamaları geçirdi, dinlemedi ki beni. Dudağına sürdüğü ruju bile hep aynı kaldı, açık renk şeftali tonu. Oysa Ayça vişneçürüğünün her tonundan kırmızıya kadar her rengi sürer. Belki de uzun süreli korunaklı hayattan biraz uzaklaşmak için Ayça’ya yanaştım. Bilmiyorum ama sonuçta yanaştım. Kalbim onunla deli gibi atmaya başladı. Yasak olması hep tutkum oldu ama boşanınca…
“Heeyy! Abi daldın gittin soldan mı sağdan mı döneceğim?”
Omuzlarımı silkip “Pardon kardeş sağdan İş Bankası’nın önünden” diyerek elimle işaret ediyorum. “Işıklarda kal ben caddede ineceğim.”
“Abi, yirmi verdin ama bak kırk beş dakikada geldik, bir yirmi daha mı ateşlesen?”
“Bana bak alırım plakanı, anladın sen.”
“Ne kızıyorsun, değişim saati geldi bende bir gariban şoförüm .”
“Ne yani?”
“Arabanın sahibi hasılata bakar, yağmur mu dinler.”
“Git kardeşim, bulma belanı benden. Yirmi lira fazla veririm dedim, o da bak elinde. Vay arkadaş, ne cumartesiymiş bu be!”
Kapıyı sertçe kapatıp iniyorum taksiden.
Apartmanın önüne geldiğimde yağmur durmuş, hava sakinleşmiş, saat neredeyse iki olmuş. Üçüncü kattaki eski oturduğum dairenin önünden geçerken içeriden Perihan’ın sesi geliyor. Kapının kuşlu ziline bastığımda da “Babam, babam geldiiii!’’ diye bağırıyor Peri’m. Kurban olurum, ben onun babam deyişine, Peri’m benim.
Kaşlar havada, soğuk bir esinti geliyor Perihan Hanım kapıyı açar açmaz.
“Sakın geç kalmayın. Beşte burada ol, abur cubur yedirme, üşütmesin!”
“Emredersiniz ruhumun başkomutanı, başka talimatınız?”
“Anneee, anneee!”
Bir yandan da Peri, Perihan’ı çekiştiriyor.
“Anne bu gece babamla kalsam?”
Küçük kızıma doğru eğilip “Babanın çok önemli işleri var tatlım, başka zaman” derken hala bana karşı zehir kusuyor.
“Bu haftalık biraz geç getirsem olmaz mı Perihan Hanım?”
“Olmaz, akşama annemlere gideceğiz.”
Lafa giren masum, güzel kızım “Ama akşama ananemler bize yemeğe gelecek demiştin” diyor.
“Değişti planlar tatlım. Hadi git, eğlenmene bak.’’
Biz kızımla sıkıca el ele tutuşup merdivenlerden inerken kapı sertçe kapanıyor.

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir