İSTİKLAL’DE…
Uzun zaman olmuştu oraya gitmeyeli. Epeyce.
Önce Gezi Parkı’nda bir banka oturuverdim. Bank serin havadan nasibini almışa benziyordu. Sonbahar çınar ağaçlarının yüzüne de yansımış, dedim. Sarı yapraklar boylu boyunca kaplamıştı parkı. Bir yandan gelip geçen insanlara bakıyor bir yandan da yerdeki yapraklara göz gezdiriyordum. Dakikalarca, hayalimdeki gibi kusursuz olmayan ama kusurlarıyla da ahenk içinde olan bir yaprak aradım. Bulamadım.
Banklarda insanlar sıralanmıştı. Birisi evsizdi; belliydi. Saçı başı birbirine karışmış, acınası bir durumdaydı. Kim bilir başına ne işler gelmişti de buralara düşmüştü, sabahı şu bankta edivermişti.
Sonra toy bir kızla oğlan çocuğu ilişti gözüme. Aşk meşk derdindeydiler. Kız şeker gibi erimek üzereydi. Çocuksa kızı düzmece vaatlerle kandırmaya çalışıyordu. Vah garip kız, başına geleceklerden haberi yok, dedi iç sesim. Örümceğin ağına düşmesi an meselesiydi.
İç sesim niyeyse susmuyordu. Rahat bırakmıyordu ki havanın tadını çıkarayım. Gezinti için daha güzelini bulamazdım. İstiklal Caddesi buram tarih kokuyordu; kokusu burnumun ucunda, ciğerlerimde. Yavaş adımlarla ilerleyerek başladım avareliğe.
Salına salına geldim Çiçek Pasajı’na. O sırada işveli bir kahkaha çınladı kulaklarımda. Kafamı kaldırıp baktım istemsizce. Genç, kar gibi beyaz bir kadın salınıyordu pencere kenarında. Genç bir beyzade dolanıyor olmalıydı ayaklarına.
Tramvayın sesiyle irkildim, kendime geldim! Birisi ’’Kuzum önünüze baksanıza’’ dedi. “Pardon” dedim. Genç kadın da beyzade de kayboluverdi pencerede. Çiçek kokusu süzüldü burnuma. Sümbül kokusu, gül kokusu, aşk kokusu…
Yoluma devam ediyorum ama adımlarım hızlanmak, benden önce varmak ister gibi bir yere. Nereye?
Sırtımdaki çantanın ağırlığını duyumsamaya başladığım an biri sesleniyor arkamdan. ’’Huu!’’ Gül gibi kırmızı yanaklı bir ihtiyarın bana doğru geldiğini fark ediyorum. Dikkatle bakıyorum yüzüne. Çıkaramıyorum.
‘’İsmimi zikrettiğini duydum, turnalar selamını kanadında getirip bıraktılar avuçlarıma ‘’diyor.
Anlamadan bakıyorum. Anlamadığımı o da anlamış olacak ki susuyor, elindeki buketi usulca kucağıma bırakıyor. Dikenlerden biri çıplak tenime, avucuma batıyor. Bir “Ah!” sesi dökülüyor ortalığa.
Muzipçe gülümsüyor ihtiyar “Gülü seven dikenine katlanır” diyor.
Bir kuş havalanıyor önümden, ne kucağımda bir demet gül ne de karşımda bir ihtiyar var. Caddenin ortasında kala kalmışım. Avuçlarımdaysa hafif bir kırmızılık gökyüzünü selamlıyor.
Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.