Gül Parlak

İP

 “Kalabalık bir aileden geliyorum efendim” dedim. Bu cümlenin çoğu zaman işe yaradığını öğrenmiştim. On dokuzuna gelinceye kadar işe yarar birkaç cümle öğreniyor insan. Çok çocuklu bir aileden geliyorum, güven bana demektir bu. Aynı çatı altında çok çocuk büyüdüyse bilirsin nasıl bakılır bir çocuğa. Deneyimler, paylaşımlar, bok püsür temizlemede hüner geliştirme hepsi içindedir.

“İki abim üç kardeşim var” dedim ardından. İlmekleri ardı ardına bağladım sıkıca. Ortanca olmanın ne demek olduğunu bilmez olur mu Bay Müdür? Biliyordur diye düşündüm. Onca yıllık tecrübe. Sorumlulukları en iyi taşıyandır ortanca. Kendinden önce gelenle sonrakiler arasındaki bağları kurandır. Elimde yumak yumak ortanca ipi vardı, atıp yuvarladım.
Mezarlık Mahallesinde oturuyorum, yedi kişi tıkış tıkış bir evde yaşıyoruz, çoğu geceler Havin’de kalıyorum demedim tabii. Bay Müdür’e gerçek dışı hiçbir şey söylemedim. Sadece kulağında tıkanıklık yapacak, beni iyi duymasını engelleyecek “Annem bizi terk etti. Havin benim en yakın arkadaşım” gibi cümlecikleri konuşmamdan çıkardım. Gerçekleri masaya koyarsam soruların zıplayan fareler gibi köşelerden çıkıp paketteki çikolatayı kemireceğini adım gibi biliyordum.
Bay Müdür’ün çocuk bakıcısına ihtiyacı olduğunu öğrenir öğrenmez harekete geçtim. İyi kazanıyor mudur, eli açık mıdır? Arabası hangi marka, evi nerede? Hepsini koydum cebe. Cebim bomboş olduğundan Bay Müdür’ün tüm bilgileri sığdı içine. Görüşmeye gitmeden önce merak ettiğim ne varsa toplayıp serdim önüme. Anlatılanları fasulye ayıklar gibi ayıkladım. Kılçıklarını çıt çıt kırıp çöpe gönderdim. Sonrası çantada keklikti. Keklik demişken, bankada kuş uçsa haberi olan bir de muhbir buldum kendime.  Bir nevi kuş gözlemcisi.
Yaz başında terk edilmişti Bay Müdür. İki ufaklıkla ortada bırakılmıştı. Düzenli biçilmiş çimler ve iyi bakılmış iki küçük kız çocuğuyla kalakalmıştı. Alıştığı hayatın çok uzağına düşmüştü. Yüz bir kaliteli yaşam ilkesi, düzenli uyku, dengeli beslenme kişisel bakım, pırr… Zavallı keklik. Durumu epeyce zordu. Tüyleri yolunmuştu, yaz boyu kavrulacaktı. Benim içinse serin geçecek bir yaz demekti bu. Planladığım gibi gider de kekliği avlarsam, bedava yaşanacak mutlu ve upuzun günler döne döne yaklaşıyordu.
Bay Müdür birinin saçı örgülü iki ufacığını bazı günler kuğuları beslemeye uzağa, bazı günlerse yakındaki parka götürüyordu. Ayrılığın kabahatini kendinde buluyordu. Ellerini sıkıca tutuyordu kızlarının. Bakkala, manava her yere birlikte gidiyorlardı. Her zaman olduğundan daha cömertti. Ne istiyorlarsa alıyordu hayır demeden. Okul dışında onlarsız görüldüğü tek bir yer bile yoktu. Bay Müdür iyi bir baba olmak için didiniyordu.
Dışardan bakıldığında hep dalgın, hep biraz düşünceliydi. Durumu göz önüne alınırsa başka nasıl olsundu? Verdiği ilanı bile unuttu Bay Müdür. Panoya iliştirdiğim cevabı iki gün sonra gördü:
Çocuk Bakıcısı
Telefon…
Yalan yumağından çektiğim ipi tutmayacak diye ödüm koptu. Çocuk bakıcılığı kim ben kimdim. Havin tutacağını, azcık beklemem gerektiğini, yalanımı seveceğini, dünyanın ebruli döneceğini filan muştuladı. Yakında Bay Müdür tongaya basacaktı. En yakın arkadaşım kocaman pembe gözlüklerini gözüne takmıştı yine. Bir yıla kalmayacaktı durumumuz toptan değişecekti. Gözlüklerini bir süreliğine bana uzattı.
Çimlerde uzanmış gördüm kendimi. Köpeğim etrafımda koşturup duruyordu. Pembe gözlükleriyle Havin yaş günü pastasındaki on beş mumu bir üfleyişte söndürüyordu. Yeni arkadaşlar da edinmiştim tabii. Mutluydum, neşeliydim. Verandalı ev, bahçe, otlar hepsi bedava. Talihin rüzgârı tatlı bir esintiyle şöyle fısıldıyordu:
“Bu hayatta ne alman gerekiyorsa alacaksın, herkes nasıl alıyorsa öyle. Payına düşeni eksiksizce.”
Hayal kurmakla geçirdiğim iki günün ardından Telefonum çaldı. Bay Müdür, uzunca söylevine başladı: Çocukları onun için önemliymiş. Anneleri bir sanatçı olduğundan incelikle ve zarafetle büyütülmüşler. Sesimi yükseltmemem, asla sert davranmamam gerekiyormuş. En önemlisi her sabah yedide kapıda olmalıymışım. Geç kalırsam işimi kaybedermişim.
Söylediği her şeye evet dedim. Tüm kuralları kabul ettim. Öyle görünüyordu ki Mezarlık Mahallesinden uzakta geçireceğim yaz için kısalı uzunlu, epeyce söylev dinleyecektim. Arkadaşlarımı, köpeğimi, bana ait kuralları ‘önce bir yer edeyim gör bak sana ne edeyim’ kısmına saklayıp tüm kurallara “Evet” dedim. “Evet, evet, evet…” Evet demekle kalmayıp ikna olması, caymaması için kısa, özlü bir kompozisyon serdim önüne.
Sevgi Dolu Geniş Bir Aile başlığı altında üç kız kardeşimden, neşeli oyunlarımızdan bahsettim. Kendi kardeşlerime baktığım gibi bakacaktım çocuklarına, abla şefkatiyle yaklaşacaktım. Bana göre zayıf noktasından vurmuştum. Sesinde etkilendiğini belli eden bir ton yoktu.
“Sizi tekrar arayacağım.”
Kapattı.
Anlattıklarımdan ikna olmamış mıydı? Kardeşlerime baktığım gibi bakacağım cümlesi yeterince vurucu gelmemiş miydi? Bay Müdür’e, iyi yazılmış kompozisyonumu beğenmeyecek kadar akıllıysan, parayla oynamak yerine karınla oynasaydın, akça değeri bilseydin diyesim vardı ama demedim.
Konuşmanın akşamında aradı. Evi, çocukları ve kuralları yüz yüze görüşmek üzere verdiği adrese gidebilir miydim?
“Elbette, istediğiniz saatte oradayım.”
Keklik, yalanlardan örülmüş ağ sahasındaydı.
Bay Müdür’ün evine gitmek için otobüse bindim. Keşke yürüyerek gidebilseydim ama epey uzaktaydı ev. Çok katlı binaların arasında kendine yer bulmuş iki katlı evlerden birinde oturuyordu. Kapıda adımı sordular. Kadın oturuyordu, adam ayakta. İki kez tekrarlamak zorunda kaldım adımı. Önce normal sonra biraz daha yüksek sesle. Güzel değilmişim gibi baktılar. Oysa çok güzeldim. Bay Müdür’ün adını daire numarasını söyleyip girdim.
Eve giden yol mezarlığa giden yolun tıpkısıydı. Düzgünce budanmış serviler, güller tabelalar, taş evler. Sahi çocuklar neredeydi? Etrafın hiç neşesi yoktu. Yol yakınken geri mi dönseydim?
Bay Müdür telefonda çektiği söylevin bir benzerine başladı. Bu defa kuralları, yaz gelmeden hafifçe yanmış füme omuz başlarıma bakarak tekrar etti. Gözlerimden çok yanaklarıma, dudaklarıma, bedenimin diğer yanlarına kayıyordu gözleri. Yoksa şişman olduğumu mu düşünüyordu? Eğer öyleyse şu zavallı halini ararsın dedim içimden. Girişte adımı tekrarlatan, güzel değilmişim gibi bakan nöbetçilere duyduğum hırsla karışan öfkem çalkalanmaya başladı. Oysa acımalıydım şu adama. İki çocukla ortada kalmış. Vay be! Kökü gövdeden ayırmış gitmiş kadın. Baş can çekişiyor.
Bir de “Gerçek anlamda bağlanan bir şey asla çözülmez” derler. Bir yazar ya da filozof demiş olmalı. Hem de nasıl çözülüyormuş, ilmek ilmek. Öğrendin mi Bay Müdür? Sıkı örülmemişti demek, sentetik ip miydi? Hah haa. Yoksa karınla aranızda benim yalan yumaklarımdan mı vardı? Karşılıklı sarıp çözüyordunuz.
Bay Müdür’ün söylevi bittiğinde sıra bana geldi. İçimden geçenler içimde kaldı.
“Kalabalık bir aileden geliyorum efendim” diye başladım anlatmaya. Küçük kardeşime okuduğum gece masallarında durdurdu beni.
“Tamam” dedi. “İşe alındın.”
Bay Müdür’ün yaptığı teklif inanılmazdı. Beş odalı evin bir odası artık benimdi. İçinde banyosu bile olduğunu öğrendiğimde başımın hızla döndüğünü hissettim.
Havin’le buluşup müjdeyi verdim. “Yarın başlıyorum dedim. Yaz başlıyor, yarın sabah tam yedide. Kurallar mı? Mezarlık Mahallesinde çok ip atladım. Serviler dinleyin, benim şarkım çalıyor:
“Beni güldürme yaşanası dünya.”

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir