LEMAN
“Perdenin açılmasına son beş dakika arkadaşlar! Son hazırlıklarımızı tamamlayalım.“
Neredeyse hazırım. Yanız, son bir şey kaldı.
Makyaj masamda mis gibi kokan beyaz güllerin arasında tek bir kuru gül var; yıllar önce kurutulmuş tek bir beyaz gül. Onu alıyorum elime, tozlu kokusunu içime çekip dudaklarımın ucuyla minik bir buse konduruyorum incitmekten korkar gibi. Sonra elbisemin sol göğsüne, tam kalbimin üstündeki gizli cebe yerleştiriyorum.
Ve işte nihayet hazırım sahneye çıkmaya. Tüm hayatım boyunca, attığım her adımda, aldığım her nefeste bu role hazırlandım. Dönüşeceğim kadının provasıydı her biri. Onun yürüdüğü sokaklarda yürüyüp onun sevdiği müzikleri dinledim. Onun elbiselerini kuşandım, tarifiyle kurabiyeler pişirdim. Ve işte şimdi dönüşüm tamamlandı, artık hazırım.
Aynaya son kez bakıyorum. Kusursuz bukleleriyle omuzlarından dökülen simsiyah saçları, iki mücevher gibi taşıdığı zümrüt gözleri, dokunsan donduracak kadar beyaz teniyle aynadaki yansımam aynı onun gibi gülümsüyor bana. Eski siyah-beyaz fotoğraflardan tanıdığım Leman Hanım, anneannem…
Pek kostüm makyaj hazırlığı gerekmemişti aslında. Anneannemin gençliğinden kalan, önden düğmeli, çiçekli, kloş elbiseyi her giydiğimde annem bana bakıp sanki bir an için onu gördüğünü söyler. Gözünü kapatıp derin bir nefes alır, uzunca tutar ve “Kaderin benzemesin” diyerek verir nefesini. İçim ürperir o anlarda. Çünkü öyle gözlerimin içine içine bakmasına pek alışkın değilim. Kaçırırım bakışlarımı hemen.
Annem pek sohbet etmez benimle. Başkasıyla da öyle uzun uzadıya sohbet ettiğini hiç görmedim. O filmlerde gördüğümüz neşeli sofralar, akşam çayı muhabbetleri, kahve içip iki lafın belini kırmalar yabancıdır bize. Sessizlik vardır sadece. Köşe bucak kol gezen, evin her bir noktasına sinen derin sessizlik. Bir de; bazen annemin odasından gelen müzik sesi. Tek bir şarkı. Hep aynı şarkı.
Mazi kalbimde bir yaradır. Bahtım saçlarımdan karadır. Beni zaman zaman ağlatan, işte bu hazin hatıradır.
Konservatuarı kazanınca okula daha yakın bir semtte oturma bahanesi ile ayrı eve çıkmaya ikna ettim annemi. Akşamlara, bazen sabahlara kadar yaptığım okuma ve ezber provalarını annemin kafası çekmezdi zaten. O evden çıkınca; karanlık, boğucu havadan da kurtulurum sandım. Meğer asıl kasvet içimdeymiş. Nereye gittiysem, karanlık gölgem gibi takip etti beni. Zaman zaman anne evimin ucube düzenini özlediğimi bile söyleyebilirim. Bazen şehrin gürültüsü fazla gelir ruhuma; arabalar fazla hızlı, ışıklar fazla parlak, sokaklar fazla kalabalık, insanlar fazla yakın gelir. Yürümek bile işkenceye döner, üstüme üstüme gelir dünya. Çığlık çığlığa kaçasım gelir her şeyden, herkesten. İşte böyle zamanlarda güvenli sığınağıma kaçarım.
Anahtarımla kapıyı açar, doğruca odama gider, pencerenin kenarındaki koltuğuma otururum. Yani aslında Leman Hanım’ın koltuğu. Çatı katından odama indirmek için ne dil dökmüştüm anneme. “Katiyen olmaz” diyordu başka bir şey demiyordu. Bir gün öyle çok söylendim ki, sonunda “İyi tamam, ne yapıyorsan yap” dedi. Ben bunu “Evet” olarak kabul edip hemen, kararını değiştirmesine fırsat vermeden işe koyuldum. Sanırım sessizliğe ihtiyacı olan bir andaydı, ısrarlarımı kafası yine çekmemişti. Önemli değil, yıllar içinde annemin böyle değişik ruh hallerini kendi çıkarıma kullanmayı öğrendim. Odama indirmeye ikna ettim etmesine ama taşınırken evime götüremedim. Ne desem, ne yapsam izin vermedi. Belki de haklıydı. Onun yeri orasıydı. Belki benim de…
Oturduğum koltuktan sokağı izlerken saatler geçer, fark etmem. Zaman bükülür. Bugünde mi yaşıyorum, yıllar öncesine mi gittim? Neden buradayım? Gelmeyen sevgilinin yolunu mu gözlüyorum, kendi benliğimi mi arıyorum? Kimim ben? Bazen annemin odasından yine o şarkı yükselir, mırıldanarak eşlik ederim. Annem de sanki evden hiç ayrılmamışım gibi doğal karşılar gelişimi. Sanki sabah okula gitmek için çıkmışım da akşam olmuş eve dönmüşüm. Çoğu zaman ses vermez, görmem bile, bazen de seslenir.
“Açsan mutfakta yemek var.”
Aslında konuşmak zorunda olmamanın rahatlatıcı bir etkisi var. Kimilerine garip gelebilir ama benim için bildik, tanıdık bir rahatlık. Uzun uzun sohbet edebildiğimiz tek bir konu vardır, Leman Hanım. Ben de; belki önceden sadece gözlerime baksın benimle konuşsun diye, şimdilerde ise sadece meraktan oraya getiririm konuyu.
“Anne; Leman Hanım çok mu severdi bu şarkıyı? Anne, gerçekten de çok mu benziyorum anneanneme? Eski albümlere bakalım mı?”
Biraz nazlanır, sonra anlatmaya başlar uzaklara dalıp. Bir süre sonra karşısında sanki ben değil de Leman Hanım oturuyor gibi konuşur. Dakikalarca. Bazen saatlerce…
“Perdenin açılmasına son iki dakika! İlk perde oyuncuları sahnedeki yerlerini alsın.“
Aynadaki aksime göz kırpıp sahneye doğru yürümeye başlıyorum. Şimdi Leman olma zamanı. Bu, hayatımın rolü, hissediyorum.
Perde açılıyor, sahnede Leman, pencereden dışarı bakarak mırıldanıyor.
Ben de gönül çektim eskiden. Yandı hayatım bu sevgiden. Anladım ki bir aşka bedel, gençliğimmiş elimden giden.
Âşık Leman, genç âşık Leman. Kıpır kıpır içi, kelebekler sadece karnında değil, tüm vücudunda dolaşıyor. Az sonra kapının önünden geçecek sevgilisi. Her salı saat tam ikide. Bugün geçerken sol eliyle burnunu kaşıyacak. Demek ki bu gece yarısı da buluşacaklar. Çok heyecanlı Leman. Bir dal beyaz gül ile gelecek sevgili buluşmaya. “Sana daha yakın olmak istiyorum” diyecek genç. Dudaklarını bastıracak dudaklarına. “Ne olur yapma, bir gören olacak” diyecek Leman. Ama dinlemeyecek delikanlı. “Seviyorum, seni” diyecek. Yeminler edecek. “Sensiz olamıyorum, bir kez, ne olur” diyecek. İkna edecek Leman’ı.
Sonraki salı görünmeyecek genç sevgili, geçmeyecek evin önünden. Ve sonraki hiçbir salı göremeyecek Leman sevgilisini. Ama hep bekleyecek pencerenin kenarında. Günden güne sararıp solacak elindeki beyaz gül ile birlikte. Yemeden içmeden kesilecek, kolları bacakları bir deri bir kemik kalırken karnı günden güne büyüyecek. “Amaaaannnn! Yoksa sen hamile misin?” diye ağıt yakacak annesi. Leman’ın başından bir kazan kaynar su. Abileri “Olmaz!” diyecek. “Buralarda barınamaz artık bu kız, ya kocaya gidecek ya kara toprağa.” Baba daha yufka yürekli. Kıyamayacak kızının yalvaran bakışlarına. Tası tarağı toplayıp göçecek İstanbul’a. Leman’ın dünyalar güzeli bir kızı gelecek dünyaya. Babasını anlatacak hep ona. Bazen doğru, bazen yanlış. Bildiklerini kurduklarına katacak, ama bütün konuşmaları “Biliyorum geri gelecek” diye bitecek.
“Oyunumuza on dakika ara verilmiştir.”
Sonunda annemi etkilemeyi başardım sanırım. Dolu doluydu gözleri. Beni izliyordu, beni görüyordu, beni seviyordu. Hissettim.
“Şimdi seni yıllanmış şarap güzelliğinde bir Leman’a dönüştürelim” diye neşeyle dalıyor Sevda odaya. “Aman Sevda, sen de” desem de bu perdenin daha özel olacağını hissediyorum. Sonunda annemi bir yerden yakalamayı başardım. Tutmuşken bırakmam, daha da yükseltip finali zirvede kapatacağım. İkinci perdede ona öyle bir sürpriz planlıyorum ki asla unutamayacak. Oyunu da, beni de.
“Şakaklara biraz beyaz gölge, bir iki kazayağı, ensede derli toplu bir topuz, tamamdır. İşte hazırız.”
Aynaya bakıyorum yeniden, Leman’a bakıyorum, gözlerinin taaa içine. “Bak, sana verdiğim sözü tuttum” diyorum. “İzlemeye devam et.”
Ve sahne!
İkinci perde Leman Hanım’ın olgunluk döneminde geçiyor. Gümüşi saçları ile uyumlu beyaz gülleri düzeltirken açılıyor sahne. Kocaman cam bir vazo içindeki güllerin arasına elindeki kurumuş gülü yerleştiriyor özenle. Evet, ilk perdede kalbimin tam üstünde taşıdığım kuru gül, oyunun geri kalanında oradan izleyecek beni. Leman Hanım’ın gülü. Eski fotoğraf albümünün arasında bulduğumda annem fark etmeden aceleyle çantama atmıştım. Acaba şimdi gördüğünde anlamış mıdır bu gülün o gül olduğunu?
Vazoyu pencerenin kenarına koyup hayallere dalıyor koltuğunda Leman Hanım. Bu perdede Leman Hanım’ın hayallerini canlandırıyoruz. Daha doğrusu benim onun için biçtiğim hayalleri. Evet bu oyunun hem başrolü hem de yazarıyım. Bu benim hayatımın en önemli oyunu.
Sonunda kozamdan çıkıyorum. Karanlık, kasvetli yuvamdan uçuyorum. İzle anne, kızını izle. Bak Leman Hanım hiç tanımadığı torunuyla gurur duyuyor. Bir kez olsun sen de gururlan benimle.
Leman Hanım’ın sevgilisi yıllar sonraki hayaliyle beliriyor sahnede. Hafif kırlaşmış saçlarıyla hala yakışıklı ve belki de gençliğinden daha karizmatik.
“Hayatım. Haydi, geç kalıyoruz!”
“Tamam, tamam geldim, şunu takmama yardım eder misin?”
İnci kolyesini Leman’ın zarif boynuna takarken ensesine minik bir öpücük konduruyor kocası. “Her zamanki gibi harika görünüyorsun” diyor aşkla. Aceleyle çıkıyorlar evden. Kızlarının büyük aşkıyla tanışmaya gidiyorlar. Döndüklerinde hüzünlü bir mutluluk içindeler. T kızlarının yuvadan uçuş zamanı yaklaşıyor. Hafif kaygılı, biraz hüzünlü ama mutlular. El ele, diz dize avutuyorlar birbirlerini. “İyi bir çocuğa benziyor, bizim gibi mutlu bir yuva kuracak kızımız” diyor adam. Başıyla onaylıyor Leman. Birbirini çok seven iki sevgili gibi hala aşkla bakıyorlar birbirlerine. Sevdiğinin dizinde sıcak yuvasının, mutlu ailesinin huzuruyla uykuya dalıyor Leman.
Anneme bakıyorum göz ucuyla, ağlamaktan gözleri şişmiş. İlk kez görüyorum onu böyle. İzlemeye devam et anne, daha bitmedi.
Diğer bir sahnede torunu kucağında, ona ninni mırıldanıyor Leman. O torun ben miyim? Belki de… Başka bir zamanda, başka bir dünyada, başka bir boyutta, başka bir evrende ben olabilirdim o bebek. Gelişi sevinçle karşılanan, sıcacık bir yuvada, mutlu bir aile ile büyüyen o bebek, çocuk, genç ben olabilirdim. Belki başka bir hayatta yine olabilirim kim bilir.
Son sahnedeyiz. Az sonra kozasından çıkan kelebek gibi özgür olacağım. Kurtulacağım karanlığımdan. Dönüşüyorum, dönüştürüyorum kaderimi.
Leman pencere kenarında kurduğu hayallerden uyanıyor irkilerek. Beyaz gülleri koklarken ağlıyor Leman. Önce usul usul dökülüyor yaşlar, sonra şiddetleniyor gittikçe. Artık sarsıla sarsıla ağlamaya başlıyor Leman. Ağlıyorum. Ağlıyorum yitik hayatıma. Ağlıyorum şu dünyadaki suç gibi varoluşuma. Ağlıyorum bir kez bile sevgiyle kucaklanmayışıma. Ağlıyorum. Ağlıyor Leman.
Ayağa kalkıp bir feryat koparıyor. Seyirciden de bir alkış kopuyor. İkinci bir feryatla vazoyu kaptığı gibi yere fırlatıyor. Vazo paramparça! Sivri bir cam parçasını yakalıyor yerden ve tam kalbine saplıyor tüm gücüyle. Bir saat önce tam da kurumuş beyaz gülün durduğu yere…
Perde kapanmadan önce, annemin gözlerinde bir anlık titreme gördüm. Öfke mi, pişmanlık mı, korku mu? Bilemedim.
Sonra her şey karardı.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
Heyecan içerisinde, nefes almadan okudum. Gönlüne sağlık, çok gurur duydum.