EDİP CANSEVER-ALEV EBÜZZİYA MEKTUPLARI “İKİ SATIR İKİ SATIRDIR”
“Belki de halk için, okuyucu için gerekli değil ama edebiyat tarihçileri için, eleştirmenler için gerekli olabilir. Türkiye’de henüz bu gelenek yok. Ama bir gün o da olur. Mesela Victor Hugo’nun sevgilisine yazdığı, Baudelaire’in hizmetçisine yazdığı mektuplar Fransa’da çok değerli belgeler olarak sunuluyor. Elbet bir milletin kültürü onlar da.”
(1990) AhmedArif (RefikDurbaş–AhmedArif söyleşisinden)
Mektup çok sevdiğim edebi metin türüdür. Kullanımının azalması, hatta yok olması kalbimde buruk acı! Öznel olmasına rağmen sevdiğim sanatçıların gündelik koşuşturmaları, acıları sevinçleri, yaşamla baş etmeleri, edememeleri, hayat karşısındaki duruşları, doğan güneşe bakışları, rüzgâra kafa tutuşları, güneşi geceye teslim edip yıldızlara sevdalanışları ve daha nice bitimsiz merakımla, dönemin güncel edebiyatından tutun da siyasetine, ekonomisine kadar verdikleri tüm detayların düşkünüyüm.
Kimi şahsi bulup tepkisel yaklaşsa da mektuplara yasladığım meraklarım saymakla bitmez.
Söylesene katılmamak mümkün mü koca Arif’e?
Mesajlar var artık kısa kısa, anlık, yaz-sil. Mektup öyle mi ya? An değil, saat değil, gün değil koca bir ömrü sürükler, getirir önümüze.
İki Satır İki Satırdır*’ın çıktığını görür görmez nefesim kesildi. Öyle ya Cansever’imindi. Derhal buluştum. Önce kapağa baktım uzun uzun, bir tuhaflık, bir acemilik, bir heyecan geldi üstüme, elim titredi sayfayı çeviremedim, durdum, uzun uzun nefesler aldım, sakinleşmeye çalıştım oturdum aralarına kulak verdim. Hiç aceleye getiremezdim, kalbim durayazdı, okudum ahlarla, usul usul.
İkinci Yeni’nin en sevdiğimi, yazmış da yazmış. Bazı mektuplarda dalından kopmuş sarı, solgun bir yaprak misali kapaklandım yere. Bazısında bulutlara tırmandım, kiminde araflarda kala kaldım.
Neredeyse ölümünden 60 yıl sonra çıkan mektuplardı.
“Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?”
Platonik başlayan, zamanla tutkulu, coşkulu, bazen dingin, aklıselim, bazen geçmeyen can sıkıntısı, çoğunluk özlem, kimi zaman gürül gürül sitemle akan, sonrası dostluğa evrilmek durumunda kalan ilişkinin şahidi satırlar.
Nasıl mektuplardı acaba?
Onu farklı bulup ayrı sevdiğim tarzı gibi; Ruhi Beyler, Çağrılmayan Yakuplar, Stephanlar gibi miydi? Konuşur gibi hani, şiir gibi ama hikâye anlatıcılığı gibi de. Şiirlerden öykü yazmış, tiyatro yapmıştı, bilirdik! “Uzun şiirleri şiir yapan öğelerden biri de öyküdür” diyen Edip, fazla şiirden ölmüştü ve kuşkusuz ki büyük zamana düşecekti hep.
“Sen çömlekçisin, ben şair. Senin kullanacağın çamurlu tasta, benimki aslan ağzında. Sen rüyanda biçimler görürsün, ben kelime. Bizimki de kolay değil kardeşim. Kolay değil hani. Böyle çile çekmek sanat adına Tanrının günü. Gördün mü bak nasıl da uyuverdik O.Veli’nin kalıbıyla.”
1962 Ocak ayından, 1976 yazına kadar gittikçe azalan bir ivmeyle yazılmış, 123 mektup.
Biri Türk şiirinin, diğeri XX. yüzyılın modern seramik alanında dünya çapında ünlüsü ve yıllar sonra ortaya çıkan sürpriz mektupları.
1960’lı yılların başında, İstanbul’da bir dost meclisinde tanışırlar. Mektupların ilk adresi İstanbul, Vala Ebüzziya’nın evidir.1962 yılında bir porselen fabrikasına tasarımcı olarak çalışmaya giden Alev Ebüzziya’nın Danimarka’ya yerleşmesiyle adres değişir, Kopenhag’a gider.
Alev Ebüzziya 1963 yılında David Siesbye ile tanışır.1966’da aynı evde yaşar, 1967’de evlenir. Bu gelişmeler doğrultusunda da platonik aşk sıkı bir dostluğa evirilir. Ebüzziya’nın 1977 yılında evliliğinin sonlanması ile beraber başka sorunlar da yaşaması ilişkiyi koparır ve bir daha görüşmezler. Ne yazık ki Edip Cansever kendisine gelen mektupları yok etmiştir. Alev Ebüzziya’nın sakladığı Edip mektuplarıdır okuduklarımız.
28.11.1975
“Evet, mektupları yırttım. Üzülüyorum ama zorunluydu. Gene de bir avuntu kalıyor. Şöyle: benim sana yazdıklarımda, biraz da senin bana yazdıkların yok mu?“ Bir el karanfilin yanında sayılır.”
Karanfil Elden Ele şiiri gelip oturuyor içime. Karanfil bu, acıtır mı? Acıtıyor!
Öbür taraftan hala nefes alıp, postalanmaya devam ediyor Edip-Alevci mektupları. Şimdi de farklı adreslere, bizlere gönderiliyor.
“Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele”
Mektupların yırtıldığını öğrenen Alev Ebüzziya hayıflanmış, çok kez elindekileri yok etmek istemiş ama “Edip Cansever’in mektupları yok edilemezdi” demiş, saklamış. Nerdeyse yarım asırdır saklanan mektupları tasnif etme işi, kitabı bizlere hazırlayan Habil Sağlam üzerine düşmüş. Özenli bir çalışmayla da kronolojik sıraya koymuş. Çünkü bazı mektuplarda tarih bulunmamakta.
Elimdeki 1. sayı, Mayıs 2021’de okuyucusu ile buluştu.(YKY)
Okudum, kıymık gibi saplandı yüreğime! Sonra Cansever’in sızlanan sesi yapıştı kulaklarıma. Hadi dedim, borç bildim “İki satır, iki satırdır” çağrısına uyarak. Her gün yanımda taşıdım kitabı. Bulduğum her boşlukta iki satır ekleye ekleye ben de size hazırladım. Her satır, Pessoa söylemiyle onlara resmi ziyaret gibiydi.
Mektup başlıkları çoğunluk aynı değildir. Değişir duygu durumuna göre:
“Merhaba Alev, Merhaba Reis, Sevgili Alevci, Sevgili Sevgilim, Sevgili…m, Sevgilim. Çok çok sevgilim.”
İmzaları da aynı kalmaz. İlkin EDPCNSVR olarak atar imzasını.
“Beni daha iyi tanıman için adımın sesli harflerini unutarak yazacağım”
Bazen muziplik eder “Danimarka’ya geliyormuşum gibi bir imza atacağım sana” der REVESNAC, gülümsetir.
Kimisi E, kimi Edip, kimi EDPALVBZZYCNSVR, bazen de “İmza: Sevgiyle kaplı bakır” olur.
Kimi mektuplara isim koyar. “Bu mektubun adı ‘Kuzgun Kılıcı’ olsun”. Bazen el resmi çizer, onun içine yazar. “Bugün el günü de ondan” der.
Mektuplarda Alev hakkında da bilgiler ediniriz.
Ah minel aşk! Bize neler eder, neler yaptırır. Hele ki âşık Edip Cansever’se.
Bazen harfler uçar havada. Ciddiyim sanki uçan halıya bindirir yan yatırır ve şöyle bitirir. Selamlar sevgiler iyi günler çünkü…ler.
Hayrandır, imrenir ve görkemli eder sevdiğini (belki de kendi görkemini yansıtır böylelikle) sevdiği kadın dünyanın bir yerlerindedir.
“Dünyanın bütününden yazar gibisin. Ben burda bir Ediplik yer kaplıyorum, hepsi o.”
Kendini aşağıya çeker.
Ah bir de şu cümlelere bakın!
“Ben kötüyüm biraz. Ama gülmek istiyorum bugün. Meyhane hepten örtülü bir evdir, damlarını tanrıların ısıttığı. Ve yağmurdan kocaman bir ip gezer damların üstünde: bilinmeyen ucunda ne olduğu.”
Bazı mektupların bitirişleri vardır ki sorma!
“Sevgiler. Parmaklarımın birazı saçlarında olsun, olmaz mı?”
“Yalnız sevgi yeter mi, selam da ister misin?”
El yazısı ile yazar mektuplarını yazısı karakteristiktir, güzeldir. Y’ler, g’ler, z’ler uzun uzundur, imla özenli mi özenli, cümleleriyse dize.
Sıkça can sıkıntısında buluruz kendisini. Eh! Sıkıntının en çok yakıştığıdır kendisi.
“Gene başladı can sıkıntısı, ‘yitik çocuk!’ diyeceksin. Ben bilinçli bir karamsarım. Bu da böyle”.
“Kötümserim bugün. Kirliyim, soğuğum; sanki bir ölüden ödünç almışım kendimi. Devam edemiyorum yarına bırakalım yarın belki iyi bir gündür.”
Bakmayın siz onun gürül gürül konuştuğuna Alev’e. Suskundur başkasına.
“Konuşması susmasına batar.”
Bir de mektuplar gecikirse hepten susar.
“Uzun süre yazmamak küskünlüğe benziyor. Arada bir kart atardın hiç olmazsa.”
Ama bak o suskunlukta işe yarar, Cansever hiçbir duyguyu ıskalamaz. En iyi bildiğidir kelimelerle hemhal olmak.
“Uzun süre susmak şiire de benziyor. Şiir sessizlikte mayalanır çünkü, sessizlikte insanlaşır.”
“Ve denizin kumu üzerinde durdum
Ve o gün hiçbir şey yapmadım
Ve her yerlerim ki, yalnız kaldılar
Güneşler bitti
Güneşler gene çıktılar
Ve insanlar onlar mıydılar
Ve ceviz yaprakları ve nilüfer çiçekleri
Onlar mıydılar
Bitmeyen bir şey oldu ben sustum.”
Sıkıntısından da şiir çıkarandır o.
“Saat bilmem ne yapsamı gösteriyor.
Bence bir sıkıntıyı yazan,
sonra da kendine başka duran adam
O benim”
Mektupları bekler sabırsız bir çocuk gibi.
Beklerken heyecanlanır, bir de gelmezse arası uzarsa, ah bir de gecikirse görmeyin siz onu. Gecikirse susuz kalır, güneşsiz kalır, cansız kalır. Bir boğuntu ki “ölüm sindirir ellerine”, duramaz “kurbağalara bakmaya” bile gider.”
“Sevgili Alev,
Beş kere yağmur, bir kere de kar yağdı sen yazmayalı.”
Ne de olsa amansız güceniğidir hayatın, çatacak kimse arar.
“Aklım akıl değil bugün. Postacı uğramaz oldu. Şişman postacı. Eski mektuplardan birini mi okusam.”
Dudağında bitti bitecek bir sigarayla sitemler eder.
“Sara nöbetlerinden sonra bir hafta sfenks gibi kendini anlamaktan yoksun kılan Dostoyevski bile, yazacak üç beş satır bulabiliyordu”.
Bazen özlemekten yorulur!
“Ne zaman ikimizleşeceğiz?
Sonra Alevci’den mektup gelir, taş rengi kazak gelir, ananas gelir (sanırım o sıralar ülkede bulunamıyordu). Edip’in de keyfi yerine gelir.
O da dergiler gönderir, kitaplar gönderir. Sevim Burak’tan Yanık Saraylar’ı istemiştir Alev, günlerce onu arar.
“Saat mi kaç, bizi gösteriyor sevgilim.”
“Sana yüz adet gülümseme, bir çift sakin göz.”
Daha neler neler; kendine, ortak dostlara, Türkiye’ye ait haberler. Sanki dünyada tek anlatabildiğidir Alev. Hem anlatır, hem dertleşir, hem şiir yazdırır. Öyle bir anlatma isteği ki bazen sayfalar yetmez kenarlardaki boşluklara yazar.
Klasik müzik dinler, en sevdiği Bach.
Dünya ve Türk Edebiyatına hâkimdir; Sartre, Çehov, Proust, Kafka, Mişkin, Zorba, Dostoyevski, Cucumber, Rene, Camus, Martin Eden, Bechet ve dahası.
“Eğer şair kendini ikiye bölmeye, yani adamlığını şairliğinden ayırmaya kalkıyorsa, sanatçı kişiliğine kıyıyor demektir (…) bir şairin yaşantısı şiirdir”.
Sinemayı çok sever, gittiği filmleri anlatır.
Bergman yeni çıkmıştır. Onu büyüleyici bulur, anlarız.
Tutar şiirlerindeki kahramanları; Çiçek Pasajından Stepan’la, berberi Stavro, terzisi Simon, dönemin meyhanelerini, yazın insanlarını, dergilerini anlatır.
Alevci C. Süreya dergi çıkarıyor: İsmi Ararat (Papirus’un ilk adı)
“Bugün bir toplantıda 3 saat şiir okudum. Tragedyalar V’in bitiminde gözyaşlarımı tutamadım.”
Edip Cansever’in poetikasının oluşumuna tanıklık etsek de mektuplar daha çok şahsidir, toplumsal sorunlarla pek ilgili değildir. Çok az yerlerde görürüz maden işçilerinden bahseder. Politikaya az değinse de duruşunu biliriz biz.
19 Mart 1966
“Yarın sağcıların mitingi var. Gerici gazetelerin manşetlerinde “kominist avı” deyimleri dolaşıp duruyor.14 yaşındaki çocuklar kırmızı ışık altında gitar çalıp şarkı söylerken toplanıyor. Gülünçlük bir iki değil ki kırk yıllık. O. Kemal’i hücre faaliyeti yapıyor diye tevkif ettiler. Olacak şey mi ben O. Kemal’i tanımaz mıyım? S. Eyüboğlu ve Vedat Günyol’un mahkemeleri devam ediyor. Türkiye’nin panoramasını çizmeme imkân yok. Kısaca hüzünlerimiz sıkıntılarımız bunaltımız bile kendimizin değil.”
Yıllarca yazışmış, hayatı paylaşmış, onunla nefes alıp, üretkenliğini beslemiş, alev alev yanmıştır.
“Yağmurluk giymiş dikkatli bir ilkbahardın. Her şeyimi aldın götürdün, bana bir şey kalmadı.”
Dese de Danimarka’ya gitmemiş, çabası da olmamıştır, ilginç!
Meraklısına bazı şiirlerinin nasıl oluştuğu ve yayımlanmamış şiirlerini de okuma fırsatı sunuyor. Son mektuplarından birindeki cümleyle yapıştırıyorum zarfın kapağını.
“Hayat bitirilmemiş bir sevgidir.”
*İki Satır İki Satırdır – Alev Ebüzziya’ya Mektuplar 1962-1976, Edip Cansever, Yapı Kredi Yayınları, 2021
Yazarımızın diğer yazları için lütfen buraya tıklayın
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.