KAPAK (32)
Tacim Çiçek

İNSANDAKİ YIKICILIĞIN KÖKENLERİ

Erich Fromm (23 Mart 1900, Frankfurt-18 Mart 1980) Yahudi kökenli, Almanya doğumlu, Amerikalı ünlü bir psikanalist, sosyolog ve filozoftur. Ruh bilimine Marksist-sosyalist ve insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerindendir. Frankfurt Okulu ve okulun genel yaklaşım biçimi olan eleştirel teori için yaptığı katkılar ile de tanınmaktadır. Biyofili hipotezine olan katkıları, evrimsel psikoloji konusundaki araştırmalara temel olmuştur. Fromm’un çalışmaları birçok dile çevrilmiştir.

 

İşte bu Erich Fromm’un belirttiğine göre, iki ciltlik olan kapsamlı çalışması İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, ruh çözümsel kurama dairdir. İnsandaki saldırganlığı ve yıkıcılığı irdelemeye başladığında bu denli köklü ve çetrefil bir sonuç ve sorunla karşılaşacağını kendisi de pek düşünmemiş başlarda. İlk baskısı 1973’te, bizde de 1984’te yapılan bu çalışmasına, basımından 6 yıl önce başlamış. Fromm’un yazma gerekçesi olan kendi zamanındaki dünyayı kaplayan yıkıcılık dalgası, aradan yarım asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen ne yazık ki günümüzde de, yani şiddet ve saldırganlık neredeyse her alanda misliyle artmış durumda. Çağımızın önde gelen sorunlarından biri bu can yakıcı gerçeklik yani giderek artan şiddet, saldırganlık ve yıkıcılıktır. Bu kötücül dışavurumların en sistemlisi, yıkıcı-kıyıcı olanı da hiç kuşkusuz savaşlardır.
Fromm kendine “Bu yıkıcılık ve şiddet olaylarının nedeni nedir? İnsanoğlu aslında acımasız, şiddete yatkın bir canlı mıdır, yoksa toplumsal koşulların itelemesiyle mi bu yola girmektedir?” gibi can alıcı sorular sorarak çalışmaya koyulur. Ve yanıtlarını vermeye çalışır. Çünkü “Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünmek için aklın eğitilmesidir” der Einstein. Soru sormanın yanıt vermekten daha önemli olduğunu, problemleri onları üreten kafalarla çözemeyeceğimize inanır, Fromm da…
İki ciltte bir araya getirdiği düşüncelerini böylesi sorularla geliştirip ufkumuzu açmaya çalışır. Çünkü geçmişten günümüze doğru insanın geliştikçe(!) daha barbar, daha kıyıcı-yıkıcı ve türünün soykırımcısı olduğu gerçeği büyük bir hayal kırıklığı vermekle kalmaz, üstüne üstlük özümüzü cayır cayır yakar da. N. Tinbergen “İnsan bir yandan kendi türüyle kavga etmesi yönünden birçok hayvan türünün akrabasıdır. Ama öte yandan da o, kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkıcılığa ulaştıran tek türdür, kendi toplumu içinde bir çıbanbaşı olan tek varlıktır”  dememiş boşuna.
BARIŞÇIL VE ŞİDDETTEN UZAK
Fromm, çalışmasının birinci cildinde sunduğu kanıtlarla, savunucu saldırganlığın hayvan ve insan beyninde “gömülü” olduğu ve yaşamsal çıkarlara dönük tehditlere karşı savunma işlevi gördüğü sonucuna ulaşır. Aynı zamanda, insan saldırganlığı, öteki memelilerle -özellikle de en yakın akrabamız olan şempanzeyle- aşağı yukarı aynı düzeyde olsaydı, insan toplumu oldukça barışçıl ve şiddetten uzak olurdu saptamasını yapar. Ama durum böyle değildir. İnsanın tarihi, bir olağan dışı yıkıcılık ve zalimlik tutanağıdır. Göründüğü kadarıyla insan saldırganlığı, insanın hayvan atalarının saldırganlığını katbekat aşar; insan çoğu memelilerin tersine, gerçek bir “katil”dir sonucuna da varır.
Bu yüzden de insandaki zalimce saldırganlığı, bir içgüdü olmamakla birlikte, kökeni insan varoluşunun somut koşullarında bulunan bir insan gizil gücü olarak açıklar Fromm. Ama zalimce saldırganlığın bir insan gizil gücü olduğunu söylerken yeni kalıplar kazandırıldığında kolayca ortadan kalkan öğrenilmiş bir davranış kalıbından öte bir şey olduğunun da altını çizer. Özellikle erki ellerinde tutanların propaganda ve ‘beyin yıkama’ ile ‘iç ve dış düşman’ yaratabilme, yıkıcı-kıyıcı ve savaşçı anlayışla saldırganlık zemini hazırlayabilme durumundan da sıklıkla söz eder. Eski zamanlardan günümüze dek, türünden olanları “insan dışı” görme ve göstermenin çok acı sonuçlar yarattığını da örneklerle anlatır.
Demir Çağı’na ait bir Yunan efsanesi şöyle der:
“Kuşaklar zaman geçtikçe kötüye gidiyorlar. Öyle bir zaman gelecek ki, kuşaklar iktidara tapacak kadar düşkünleşecek, kaba güç onlara doğru gelecek ve iyiye duyulan sevgi ortadan kalkacak. Sonunda hiçbir kimse artık yanlışlara kızmaz olunca ya da hiç kimse kötülerin varlığından utanç duymaz olunca Zeus onları da yok edecek. Yine de, eğer sıradan halk kendisine baskı yapan egemenlere karşı ayağa kalkacak olursa, o zaman bile bir şeyler yapılabilecektir.”
Bu alıntı tam da dünyadaki şiddetin, kıyıcılığın, saldırganlığın ve de savaşların erklerle ve onların yönlendirmeleriyle ilintili günümüzdeki sonuçlarını bir biçimde açıklıyor ve çözümün de insanın bilinçlenmesinde, örgütlenmesinde olduğunun altını çiziyor.

 

FREUD’DAN MARX’A
Fromm, bu kapsamlı çalışmasını kendi içinde de birçok ana başlığa ayırdığı ve adeta kuyumcu işçiliğiyle detaylandırdığı gibi hiçbir boşluk bırakmamaya özen göstermiş. Tamamı üç ana bölüm olan bu iki kitabın ilk cildinin sonuna geldiğinde saldırganlık ile yıkıcılığın çeşitleri ve kendine ait koşullarını, yumuşak saldırganlık, savunucu saldırganlık, kıyıcı-zalimce- saldırganlık gibi başlıklar altında açıklar. Bu başlıklarla ilgili görüşlerini ince ince sıralar sonra da, insanın doğası, insanın varoluşsal gereksinimleri ve çeşitli karakter kökenli tutkularıyla biçimlenişlerini de ilişkilendirir. Bununla kalmaz karakterlerin kaynaklandığı, geliştiği koşulları da detaylandırır.
Fromm ikinci ciltte ise çeşitlendirdiği saldırganlığı hem Freud’dan hem de ardıllarından yola çıkarak, kimi zaman bunları da eleştirerek toplumlara ve uluslara yön veren tarihi kişiliklerden (Musollini, Hitler, Himmler gibi…) yola çıkarak saldırganlığı göreceli biçimde ve bir noktada bu tür kişiliklerle de ilişkilendirmiştir. Bu ciltte de yıkıcılığı bölümlendirip ayrıntılayan Fromm özetle “İnsanlar hangi düzeyde ortam yaratırsa, ortam da aynı düzeyde insanlar yaratır.”(Marx) demektedir.
Fromm bana göre, bizi bize gösteren özgün bir “sihirli ayna” olarak tasarlamış bu kapsamlı çalışmasını. Çünkü biz aynalara ne kadar da “Güzel miyiz, iyi miyiz” diye sorsak da açıktan ya da içimizden bu özgün ayna bize “İyi ve güzel olmadığımızı” fısıldamakla kalmıyor, aksine haykırıyor adeta yüzümüze, kulağımıza.
Avcı ve yiyecek toplayıcı küçük topluluklar, klanlar oluşturarak yaşayan tarih öncesi insanda, ayırıcı bir özellik olarak, yıkıcılığın en alt, iş birliği ve paylaşımın da en yüksek düzeyde bulunduğunu; ancak üretim ve iş bölümündeki artışta, büyük bir ürün fazlasının yaratılmasıyla ve seçkin katmanlarına dayanan hiyerarşik devletlerin kurulmasıyla geniş çaplı yıkıcılığın ve zalimliğin ortaya çıktığını, uygarlıklarla ve gücün rolünde görülen yükselmeyle de bu yıkıcılık ve zalimliğin daha da güçlendiğini müthiş ve ilginç bir biçimde ortaya koyar Fromm.
Çünkü Fromm birçok kitabında olduğu gibi bu çalışmasında da Karl Marx’a atıfta bulunur. ‘Devlet’ olgusunun da doğrudan kişilik ve karakter üzerindeki olumsuz etkisinden söz eder. Marx “Maddi üretim araçlarını ellerinde tutanlar zorunlu olarak manevi üretim araçlarına da (hukuk, okul, yayın, din vs.) hükmeder…’ der. Bu saptamaya atıfla çalışmasını detaylandırmıştır. Çünkü özetle devlet, halkın devleti olmayıp bir sınıfın ve zümrenin egemenlik aracı olduğu sürece kıyıcılık ve yıkıcılık içte de dışta da sürecek ve insan görmeme konusunda düşman yaratılıp üstlerine gidilecektir.

 

İNSANIN YIKICILIĞI
İnsandaki yıkıcılığı, şiddeti, saldırganlığı, acımasızlığı, avcı ve yiyecek toplayıcı küçük topluluklar halinde yaşayan tarih öncesi insandan, günümüzün “uygar” insanına dek geniş bir süreç içinde ele alır Fromm. İkinci ciltte tarihe kanlı yıkıcılıklarıyla geçmiş bazı yöneticilerin, önderlerin çok kapsamlı kişilik çözümlemelerine yer verdikten sonra, insandan ve insanlıktan tüm olumsuz özelliklerine karşın asla umudunu kesmediğini, herkesin yaşam sevinciyle dolu olduğu, her türlü şiddetin, saldırganlığın, yıkıcılığın ve baskıların ortadan kalktığı, yine kimsenin kimseyi tehdit etmediği bir dünyanın kurulabilmesi için nasıl bir tutum almamız gerektiğini, ne baskı, şiddet, yıkıcılık, kıyıcılık yapanın, ne de baskı, şiddet, kıyıcılık, yıkıcılık görenin asla olmadığı bir dünyada barış içinde birlikte yaşayacağımızın da altını çizerek şöyle der:
“Saldırganlık insanın genlerinde biyolojik olarak var olduğu sürece, kendiliğinden bir tepki değil, insanın dirimsel çıkarlarına, bir başka deyişle, gelişmesine, kendisinin ve türünün varlığına yönelik bir savunmadır. Bu savunucu saldırganlık belli ilkel koşullar altında -insanların birbirlerini pek tehdit etmedikleri zamanlarda- göreceli olarak azdı. İnsan, o zamandan bu zamana olağanüstü bir gelişme göstermiştir. İnsanın bu süreci tamamlayacağını ve hiç kimsenin tehdit edilmediği -anne/babaların çocukları, üstlerin anne/babaları, bir toplumsal sınıfın başka bir toplumsal sınıfı, bir üstün gücün bir başka ulusu/devleti, tehdit etmediği- bir toplum kuracağını düşünmek, akla yatkın bir varsayımdır.” (2. Cilt/216 sf)
İnsanlığın bugün içinde bulunduğu durum ve sorumluluk hakkında da Fromm, demagoglara -hele de yıkma tutkunu demagoglara- hatta yalnız beyinlerini kullanan taş yürekli önderlere, yöneticilere kulak asmamıza elvermeyecek ölçüde de ağır olduğunun altını çizer. Unutmayalım ki, eleştirel ve köktenci düşünce, ancak insanın sahip olduğu en değerli nitelikle, yani vazgeçemeyeceğimiz yaşam sevgisiyle bütünleştiğinde verebilir meyvelerini.

Yazarımızın diğer yazları için lütfen buraya tıklayın

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

2. Basım 1993, Payel Yayınları/İstanbul

(Bu yazının sadeleştirilmiş hali 9 Ekim 2022 tarihinde Evrensel Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir