????????????????????????????????????
Adil Balıkçı

BÜYÜK BEYAZ

Bahriye grisi damarlar tarafından işgal edilmiş, güçsüz ve bembeyaz bileklerine yarma şeftali suyu kokusu sinmiş kızların, kıvırcık saçlarında inşaat kalaslarıyla dalga sörfü yapıyor periler. Deliler ve hatta bazı gemiler, bana, kafasında yarattığı –faciaya dönüştürülmüş- bütün görüntüleri çözümlemekten yorulmuş biriymişim gibi davrandıkça, gerçekten sevilmesi gereken şeylerin neler olduğuna ilişkin, keskin ve her durumda yanlış alınacak kararları okumakta güçlük çekiyorum.

 

Fotoğrafının çekilmesine karşı muhalefet eden yurttaşları, samimiyetimin üzerine tükürmek pahasına anlayamıyorum. Her kim ki, yaşamayı bilmeyi öğrenemezse, buradan yok olup giderken hiçbir hazin dünya hali onun ardından gözyaşı dökmeyecek. Çünkü hayatla süngü savaşı talimini, kendi yanık bağırlarını deşerek yapanlar için uyku, yalnızca bir cins dudak hastalığıdır. Eğer vicdan, koleksiyoncuların pek rağbet etmedikleri bir porselen sergisiyse, gürültülü kaprisler uzunluk ölçü birimlerini çağrıştırır. Herkes kendince kristaldir. Uyandığımı hayal ederken ki tenim balıksırtı.
İhtiyar heyeti tarafından bilhassa özensizce düzenlenmiş, yarı resmi belgelerin getirdiği görsel buhrana benzer sabırsızlıklarla terliyor yapılar. Susamış, zavallı ıhlamur ağaçları, öğle tatiline çıkan ve rüyalarını asla anımsayamayan insanların iç çamaşırlarında çimlenen manasız sızıyı bir nebze gölgeliyor. Her yere dolan ve doldukça da kaskatı donan bu genel suskunluk, esasında arzın merkezini düşündürten volkanik bir mevzudur. Ben yüzebilen kaplumbağalara benzediğim için, evinizi ortadan kesen berbat koridorun bana benzediği fikrini size hissettiren duygudan ısrarla uzaklaşınız! Çöpünüze muhtaç olmuş martı çığlıklarına şiddetle kulaklarınızı tıkayınız. Kokuşmuş içimden daha bir sürü tanker geçecek ve infilâk edecek; bakımlı kışla arazilerinden erik çalan çocuklar, onları yedi ortalı harita metot defterlerine tek tek kaydedecek. Bu kara suların, en yükseğe işeyen büyük beyaz köpek balığı benim. Bir sabah şafak sökerken ve akışkan bir hoşlukta huzurla yüzerken, o güzel bacaklarınızı kaybetmek istemiyorsanız, bundan böyle üzerimde gezinmeyin.
Bu günleri eskiden yazmıştım. Farkında olmadan kendi kendime çağırdım elmas kafaları. Tanrının kabininin önünde, terli ve çirkiniz şimdi. Şeyler sapına kadar gelecekçi. Kaidenin üzerinde dönen plak, eskinin cehenneminden fırlatılmış ve zamanda yaptığı bu yolculuk sonucu kötücülleşmiş bir petrol disk gibi ıstırap çekiyor. Duygusuz diye kestirilip atılan her tekno durum, yalnızca kendi içine doğmuş çocukların hüzünlü yükselişlerinde, kendileri için yeni derinlikler keşfetmiş manalarla yan yana duruyor. Godiva küçük bir mikroçip yutarak Heidi’ye dönüşüyor. Güneş ne kadar hızlı doğarsa o kadar çabuk eriyoruz. Yerde, ezilmiş kâğıt bardakların ve dipleri ısırılmış sahte puro artıklarının arasında, mors sonrası toprak üzerinde unutulmuş misketler gibi kalıyor cam gözlerimiz. İlk kez renkli televizyon izlediğimiz gün karşılaştığımız ecnebi aktörün siması gibi keskin bir hançeri yalarcasına parlıyorlar… Korunmayı istemedim. Bir gün palazlanıp eşeyimi ısırarak kopartsın diye itinayla büyüttüm onu. Ritmin çocuğu! Ritmin çocuğu! Masum yazlık diskotekler bulvarından seslenerek bedenini yeniden buldu.
Cemaatin daha önce karşılaşmadığı, günün bu saatlerine oturmayan sıra dışı bir ışık var bu akşam caminin avlusunda. Yokuşun tam ortasından bakınca, Boğaz’da zıpkınlanarak yan yatmış dev bir Aztek yılanını andıran Kadıköy Mendireği, arada bir hareket ediyormuş gibi görünüyor. Bunun nedeni, alt katlarda bir yerlerde Demian’ın elektronik müzik yapması olmalı. Çünkü Tuncer Ağabeyler Almanya’dan ne zaman ziyarete gelseler, karavandan ince ince  Ensenada duyuluyor. Video oyunlarına dalınca kısalıyor gündüzler. Ağızda patlayan şekerleri yemeye doyamıyoruz. Silah sesine aşina olduğumuz günler; bu yüzden zırt pırt havai fişek çatlamıyor. İkinci bardak çaylar doldurulurken, utana sıkıla Örümcek Adam’a hayran olduğumu itiraf ediyorum. Aynı sınıftanız. İptidai bir süper kahraman Peter; kostümünün söküğünü kendi dikiyor. Manhattan’dan daha karışık olmalı Bizans’da işler. Nedense burada MDMA herkesi ağlatıyor. Yatsıyı okumak için hemen şerefeye tırmanıyor Peter. Mendirek hafif kımıldıyor. Müezzinin gerçek kimliğini, bir tek Erika Yenge deşifre edebiliyor.
Bir sürü medeniyetin tabanında, ezilmiş, bitkin bir metropol gibi katman katmanım. Belimde taşıdığım ölüme eşdeğer kılıç korkusu yüzünden, yeni nesiller şimdilik kesitimi göremezler. İncir ağaçlarının diplerine -sinerji kelimesinin melodisindeki Lâle Belkıs repliği hissinden huylanarak- bulabildikleri kadar “İkinci Yeni” gömmeye çabalayan çocuklar, içimin görüntüsü netleşinceye kadar sabredemezler. Bazen sadece çizmek isterim. Tıpkı çekmek gibi, soyunup dökünmeyi pürüzsüz anlatabilmek için tek başına yetmez. Eşyalara karşı bu kadar çok şefkat besleyerek, nasıl bu denli kederlenilir? Konuşmak, eninde sonunda terk edilir. Hepsinin zamanla sezinlenmiş alfabeleri birbirinden farklıdır. İsimleri bilinçli olarak tekrarlanırsa, yaşamın büyük ve anlamsız olan kısmı, dış dünyalı ejderhaların damaklarına yapışır. Oturma odasında biraz uzanıyorum. Lütfen beni, tahminlerinizin kızıl çamurlu göletine çekerek, o malûm kelimeyle yeniden karşı karşıya kalmanın eşiğine getirmeyiniz. Yalnızlıkla örülmüş kurgu, merak duygusuyla çok kısa süre arkadaşlık etmiş bir yetimdir.
”Boşu boşuna giyinmeyin!” dedi oda servisi için gelen uzun bacaklı kız. Tam da anorağımın sürekli sorun çıkaran fermuarıyla uğraşırken konuşmuştu. ”Buralı değilseniz, polis yağmurda yürüyüş yapmanıza hayatta izin vermez.” Pencereye yürüdüm. Üzerimi çıkarmadan, kırmızı yapay deriyle kaplanmış yuvarlak pufa oturdum. Usulca yanıma gelip elini içtenlikle omzuma koydu. ”Suratınızı asmayın kuzum. Bir haftadır kilolarca yüzgeç topladınız zaten. Ihlamur kaynatırım size; son gününüzü de odanızda geçirirsiniz. Hem köpekbalıkları da rahat bir nefes almış olur.” Nemlenmiş bir saflıkla, ağır ağır limana giren teknelere baktım. Anlaşılan bugün “Büyük Beyaz” otelinden dışarı çıkamayacaktım. ”Sivilceleriniz” dedim aniden ”Peki sivilcelerinizi sıkabilir miyim?” Hiç şaşırmadan “Yalnızca yüzümdekileri mi yoksa hepsini mi?” diyerek gülümsedi. ”İzin verirseniz hepsini istiyorum” dedim utanarak. “Vücudunuzdaki sivilcelerin hepsini…”  Kısa süren bir sessizlik ve hareketsizlikten sonra odanın bütün ışıklarını yaktı. Mavi gömleğini yuvarlak omuzlarından aşağı düşürerek yüzükoyun yatağa uzandı. Her anın tadını çıkarmalıydım. Hemen banyodan bir parça pamuk alarak kolonyayla ıslattım.
 

Ağustos 2002 / Özgür Kurcan’ın aziz hatırasına…

aha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir