derya erkenci yazar foto

Derya Erkenci

OYSA BEN

 

Çevrelerinde kendilerini tuhaf bakışlarla izleyenlerden hiç çekinmeyip ıslak gözlerini gizlemeden hasretle kucaklaşanlardan, yazmaya çalıştığı kısacık bir metnin sorunları yanında hayatın sorunlarını oldukça hafif bulanlardan, söylenen bütün sözlerin, kişilerin, eşyaların ve işitilen tüm seslerin hayata sakil durduğu kederli akşamlardan, yaşadığı şehrin yağmurlu havalarında gökyüzünü koklarken, yağmurlu günlerini sevdiği başka kentlerin de kokularını anımsayanlardan bahsetmek isterdim.
Çok sevip ama sevdiğine hiç güvenmeyenlerden, o güvensiz alanda yaşamayı olağan bir şeymiş gibi kabullenenlerden, içinde ıslık çalınan ve şiir okunan bölümler olan şarkıları seven eski moda, yüzeysel insanlardan, sesli düşündükleri zamanlarda ağızlarından dökülen o sözlerin kesin yargıları olduğunun düşünülmesinden korkanlardan, tamamen bilgisayar ortamında çizilip canlandırılmış yeni nesil çizgi filmlerdeki abartılı, kusursuz kamera hareketlerini izlerken tiksinen analog devir insanlarından söz etmek isterdim.
Ufak ücretler karşılığında halı saha maçlarında kalecilik yapan, hâlâ ailesiyle yaşayan ve annesinden sigara parası alan, kırklarına merdiven dayamış zavallı adamları, orayı hiç gidip görmemişlerin, hiç yaşamamışların bile muhiti olan Beşiktaş’ı, kusurlu düşüncelere inanmak yerine, insanları kusurlarıyla sevmeyi içtenlikle isteyenleri, söyleyeceği çok sözü olup hepsini böğründe saklayanları,  varolmadığı, yaşamadığı zamanların hatıralarının bir parçası olmanın hezeyanına kapılmış vicdan cambazlarını anlatmak isterdim.
Tanışmadığı, sadece fotoğraflardan ve yazdıklarından tanıdığı birisiyle rüyasında karşılaşmaktan korkanlardan, hele hele düşünde o insanın çocuk halini gördüğünde aklını yitirecek gibi olanlardan, delicesine özlediği zamanları geçmiş güzel günler diye tanımlayarak yaşadığı her günün bir gün geçmiş güzel bir gün haline geleceğinin farkında bile olmayanlardan, hep birlikte balığa çıkıp saatlerce bekledikleri halde hiç balık tutamayıp yanlarında getirdikleri balık şeklindeki krakerleri yiyerek evlerine dönen ıssız ailelerden bahsetmek isterdim.
Şehrin denizden uzak semtlerinden birinde, apartmanların arasında kalan dar sokaklarda ansızın karşılaşılan, ters çevrilmiş ve terk edilmiş sandalları, gün boyunca bütün diğer işlerini hallederken tek mevzusu o akşamki yemek olan ve o yemeği kalabalık bir sofrada hep birlikte yeme arzusu duyan coşkulu insanları; tatilcilerin, paslı peynir tenekelerine ekilmiş sardunyalarla çevrili pansiyon bahçelerinde, deniz dönüşü dökünmek için güneşte ısınsın diye doldurup bıraktıkları plastik kovalara düşüp boğularak sessizce ölen yusufçukları anlatmak isterdim.
Bir şarkıya kafayı takıp onu emip tüketip sindirircesine günler boyu sabah akşam dinleyenlerden, uykusunda bile hep o şarkıyı söyleyenlerden, başını yastığa koyduğunda uyumadan önce yalnızca defne dallarından örülmüş gür ormanlar düşleyenlerden, kendini o ormanın koyu yeşil derinliklerinde ince uzun bacaklı bir köpek gibi geyik kovalarken hayal edenlerden, sabah olduğunda gece uyuyarak kurtulduğunu sandığı şeye yeniden ve çok daha umutsuz bir şekilde uyananlardan bahsetmek isterdim.
En zalimce davranışları, kendilerine güvenen, içini onlara kolayca açan, zaaflarından utanç duymayan, içtenlikli dostlarına karşı gösteren taş kalpli fırsatçıları, dostlarının toparlanıp mutlu olmasını istemeyip hep “kötü gün dostu” olarak kalmaya çalışanları, siz iyileştikçe arkadaşlığınızın zayıfladığını hisseden güç meraklılarını, ilk dubleyi büyük yudumlar alarak hızlıca içip bitirenleri, yan yana olmaya en çok ihtiyaç duyulan zamanlarda, utangaç hislerle geçmişi hor görüp birbirlerinin yüzüne bile bakamayanları yazmak isterdim.
Gündüz hiç sevmediği tuhaf işlerde çalışarak, gece sessiz ve tekinsiz karanlık odalarda, korkunç şeylerin hayalini kuran öfkeli fanatikler gibi gizli gizli yazı yazanları, işlenecek bütün günahları hafta boyu biriktirip hepsini cumartesi gününe saklayan kent mahkûmlarını, kahvehanelerde gün boyu oturup sadece namaz arası vererek, TV’de birbirlerini parçalayıp yiyen vahşi hayvanları izleyen yaşlı adamları, İstanbul’da kasap kedilerini tahtlarından ederek yerlerini alan camgöz bakışlı, kuştan çok bir örnek üretilmiş robot askerleri andıran, soğuk ve korkusuz iri martıları anlatmak isterdim.
Berberde yerde dağınık duran saçlarına bakıp bedeninden ayrılan o kapkara ölü hücrelerin kendine ait olmayan, bir yabancının parçaları olduğunu düşünüp midesi bulananlardan, mutlu olmanın zorluğunu, mutlu olmakla halinden memnun olmak arasındaki uzaklığın uçsuz bucaksız, çorak bir vadi kadar olduğunu anlayanlardan, ölümden sonra hayata inanıp kurgusal metinlere hiç mi hiç inanmayanlardan, devlete kayıtsız şartsız teslim olmayı tıpkı Allah’a teslim olmak gibi zaruri bir ihtiyaç olarak gören insanlardan bahseden hikâyeler yazmak isterdim.
Sallama çay içtiğinde aldığı her yudumda kendini daha da yalnız biriymiş gibi hissedenlerden, bulunmaktan hep hoşnut olduğu, kendisine sonsuz keyif veren bir yeri anımsayıp fakat oranın neresi olduğunu tam olarak bilemeyenlerden, hayatta sonu vuslatla bitecek o masalsı aşkı önünde sonunda mutlaka yaşayacaklarını ve bunun herkesin nasibi olduğunu düşünen zavallılardan, karşılık beklemeyen saf sevginin ve vefa duygusunun zarif kuvveti yanında pek cılız kalan, sonunda en büyük hüsranlara vesile olan tutkulu aşklardan söz etmek isterdim.
Kendilerine varoluşun sırrına ermiş, hayatın gizini çoktan çözmüş süsü verenlerin ses tonlarında gezinen o mağrur, kendine âşık, anlayışsız vurguyu, gösterilen saygıdan bir mana çıkarması ümidiyle birkaç kez “sen bilirsin” denildi diye, her şeyin en doğrusunu bilen olduğunu zanneden, kendini ağırdan satan ahmakları, nihayetinde doz aşımına sebep olan haddinden fazla samimiyeti, hisleri ifade etmenin bile bir kararı olduğunu, küçük bir şantiyenin mutfağında işçilere yemek pişiren, çay demleyen ve onlar iştahla yemeklerini yerken çubuğunu yakıp keyifle onları izleyen, muşamba kaplı masaları silen, boşalmış tuzlukları dolduran, penceredeki saksıda gizlice safran yetiştiren mutlu aşçıları uzun uzun yazmak isterdim.
Barındırdığı hatıraların dehşet dolu bakışları önünde hunharca recmedilen sinema salonlarını, suda salınırken yaydığı eda yüzünden fazla aristokrat bulunup giyotine gönderilen Şirket-i Hayriye vapurlarını, ebedi bir dejavu hissi içerisinde yaşayan ailelerin her seferinde ilk kez anlatılıyormuşçasına katıla katıla gülünen vasat hikâyelerini ve sanki o an akla gelmiş gibi sunulan, beyhude olduğu bilindiği halde mütemadiyen yinelenen aptalca sitemlerini, zaman denen illetin içerisinde gezindikçe, genizlerinde tarifsiz bir lezzet hissedenleri ve yaşamdan tat almayı bildikçe daha da kederlenenleri anlatmak isterdim.
Akşamüstleri mutfaklarındaki kavrulmuş kıyma ve soğan kokusu sokağın başından duyulan tek katlı, düzayak evleri, kış gecelerinde televizyonun karşısında otururken anımsanan, kendimizi basit ve ölümlü hissetmekten gocunmadığımız o ılık ve sakin yaz günlerini, her porselen fincanın bir ömrü olduğunu bildikleri halde onlara bağlananları, en sevdikleri fincan bir gün kırıldığında hayalleri de kırılan aşırı hassasları, “mamafih üzülmenin manası yok alışacaksın yenisine ve unutmayacaksın eskisini de yıllar geçse bile” diye düşünen kalenderleri, hasretle yazmak isterdim.

Yazarımız Derya Erkenci hakkında daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazarımızın romanı ‘İmkansız Bir Liste’ ile ilgili yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Paylaşmak için sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanabilirsiniz.

Related Posts

2 thoughts on “OYSA BEN/ Derya Erkenci

  1. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    Hocam merhaba,
    Öykülere, romanlara konu olmayı çoktan haketmiş hayatın içinden sıradan insanlara saygı duruşu niteliğindeki anlatınızı duygulanarak okudum. Selamladğınız kişilerin çoğuyla milemyum öncesinde karşılaşmış olduğumu düşündüm. Cumhuriyet sonrası Tük edebiyatında öyküye gönül veren, emek veren ve bizleri sizin kahramanlarınızla bir ölçüde tanıştırmış olan değerli yazarlarımızı teşekkürle andım.

    Bir kere cin çuvaldan çıktı. “Anlatmak istiyorum” dediğiniz bizim insanlarımızı birer birer canlandırmak ve edebiyat tarihine yeni karakterler eklemek artık ödeviniz ve göreviniz oldu. Hevesle bekliyoruz,

    1. Derya Erkenci dedi ki:

      Çok teşekkürler Birsen Hanım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir