KADİFE
Aslında hiç mecbur değilsin biliyor musun her şeyi anlamaya, dinlemekten çok konuşmayı seçen insanların karşısında sanki anlattıklarını kabul etmek zorundasın gibi kafa sallamaya. Onaylamaya. Yorucu, senin için çok yorucu bu. Üstelik de hayatından öylece geçip gideceğini pekala bildiğin insanların seni ikna etme çabaları yok mu? ‘Hayır canım o öyle değildi, böyleydi.’ Boş konuşuyorsunuz, söylediğiniz hiç bir şey kendinizi anlatmıyor. Kurduğunuz cümleler her zaman başkalarıyla ilgili demek isteyip de sustuğun anlar giderek çoğalıyor.
Kendini titizlikle saklayıp başkalarının hayatlarıyla ilgili tahminleri hoyratça ortaya dökenlerin arasında çırılçıplak yalnızsın Leyla. İnsan bulunmasını istemediği şeyi ortaya koyarmış ya, onlar da kendilerini öyle saklıyor işte, çok konuşarak. Gittikleri tatilleri dinliyorsun, kafa dengi arkadaş kalabalığı içinde geçen zamanlarını, çocuklarının sıradan faaliyetlerini, hobi dedikleri koşturmacaları. Sanıyorsun ki kendilerini olduğu gibi anlatıyorlar ve senin dışında herkes anlıyor. Sıradan olan ne varsa kendileriyle ilgili ortaya saçıyorlar, gizli saklı yok der gibi. Hep çok telaşlılar, yapacak çok işleri var yetiştirmek zorunda oldukları. Ama maalesef zaman yetmiyor, yoksa herkese vakit ayırmak, dinlemek, derdine ortak olmak istiyorlar. Kendinden kaçmanın en havalı yolu bu. Kendilerini saklamanın en kalabalık hali. Yakınıyormuş gibi gösterilen övünmeler. Meşgul insan mutludur yanılsamaları. Daha sık görüşelim ikiyüzlülükleri. Seni dinginliğinden utandıracak sosyallik yarışları.
Ah Leyla, nasıl da dinliyor, izliyor ve ne güzel susuyorsun. Herkesin göstermek istediği şeyleri anlatmasına izin veren bir duruş seninki. Talepte bulunmayı, sitem etmeyi bırakalı epey oldu. Olduğu gibi değil, ezberlediği gibi yaşayan insanların sana göre olmadığını anlayalı da. Çok şey anlatan ama aslında kendilerinden hiç bahsetmeyen insanların arkadaşın olamayacağını fark edeli de. Karşı çıkmayı bile bıraktın hanidir. Teslim olmak değil bu, başkalaşmak. Hepsi aynı insanmış gibi duran kalabalığın içinde yalnız olduğunu fark ettiğinde başladı bu başkalaşma sürecin. Hep aynı şeyi hissettin, insan olmak çok zor. Kendini anlamak çok zaman alıyor ve insanın en az çaba sarf ettiği kısım da burası. Bunun için insanın hayatı boyunca etrafını saran ayrıkotlarını temizlemesi gerekiyor. Temizlemek de yetmiyor, onların neden her yeri bürüdüğünü anlaması gerekiyor. Hatırlamak da bu yüzden zorlaşıyor ya zaten. Ama bir kere temizledin mi o bahçeyi işte o zaman rengârenk çiçekler yetişiyor. İnsan bunu gördü mü, bir daha çorak bir tarlayla yetinemiyor. Kimi zaman canın yanarak öğrendin, kendine güvenmen bile zaman alıyor. Ama değiyor o geçirdiğin zamana. Bir kez güvendin mi de içinde güzel şeyler filizleniveriyor. Zamanında kanamış olan yaralar artık hoşuna gidiyor. Ve birilerine gururla gösteriyorsun yara izlerini. Çünkü bunlar bir anda olmayan, birikmiş, demlenmiş bir hayatın izleri. Kendi karanlık koridorlarından geçmiş, orada karşılaştığın herkes ve her şeyle hesabını tamamlamış insanın izleri.
Sen iki kişisin Leyla. Biri içindeki o dehlizleri, en koyu, en karanlık kuytuları hiç tökezlemeden buluyor. Yolu biliyor. Diğeri günlük güneşlik günlerde takılıp düşüyor, ılık bir havada üşüyor, durgun denizde boğuluyor. Biri zifir gecede güvende, diğeri aydınlıkta tedirgin. Biri kendine gömülüyor, diğeri hiç kimseye değmeden yaşıyor.
İşte tam da bu yüzden artık epey dalgın ve umursamazsın. İkiye bölünmüş o naif ruhun seni diğer herkesten soyutluyor. Sana anlattıkları sıradan yaşantılarını hayatında duyduğun en güzel hikâyelermiş gibi dinleyip gülümsüyorsun. Sen sessizce dinledikçe karşı tarafın tatmin hissi artıyor, göstermekten hoşlandığı hızlı hayat daha da tempolu hale geliyor. Kendi içindeki dehlizlerde dolanırken sen, dışarıdaki yasam eve yığılıp hiç kullanılmayan eşyalar gibi anlamsız oluyor. Üzerimize giydiğimiz hayat, karşı tarafa gösterdiğimiz katmanlardan ibaret. Gel gör ki bunların her birinin arasında sayısız acizlik, kırılganlık, zayıflık saklı. Evet, tıpkı kitabının arasında kuruttuğun çiçekler gibi. Sevmek istiyoruz, özlemek istiyoruz ama ah! Önce sevilmek üzerine kodlanmış kalbimiz. Samimiyetle içeri buyur edilmeyi çoktandır unutmuş zayıf bedenin kadife bir kanepeye uzanmak istiyor. Kadife en sevdiğin kumaş, biliyorum. Biri gelsin seni usulca yumuşacık örtüp gitsin istiyorsun. Kendi canını unutup onunkine dâhil edilmek, orada yurt bulmak için neler vermezdin. Ah Leyla, ömrünün yarısı yalnız geçti. Bazen hoş bir jesti sanki ona ihtiyacın yokmuş gibi cebine atıp orada unutuyorsun. Sonra yıllardır giymediğin ceketin cebinde bulduğun paraya servet muamelesi yapman gibi, o jestle yeniden karşılaşınca ne yapacağını şaşırıyorsun.
Ama ben sana bir şey diyeyim mi? Hepimiz nihayetinde birer top kumaştan ibaretiz. Doğduğumuzdan itibaren sarmalanarak genişleyen, büyüyen her katmanın arasında nice sevinçler, hüzünler saklı. Yıllar geçtikçe o kumaş topu büyüyor da büyüyor. Hayatım diyorsun ya. İşte hayatın o kadar. Herkesin topu, sarmalı farklı tabii. Rengi, dokusu, deseni, sertliği, ucundan sarkan iplikler bile. Kimininki sarkık sökük, kimininki sıkıcı düz kenarlı, kimi parlak, albenili, kimi yıkanınca çekiyor katı kurallı, kimi esnek kimi değil. Kimini dikmek bir zevk, kimine teyel bile atası gelmiyor insanın. Değişik işte yani. Sen kadifesin Leyla. Narin, her yere uymayan, zarif, şık ve çok yumuşak. Kimilerinin dokunmaktan kendini alamadığı, kimilerinin de asla dokunmak istemediği, ürperten kadifesin sen. Seni bir araya getiren iplikler öyle güzel harmanlanmış ki yıllara meydan okuyuşun bu yüzden. Usta terzilerin eline düşünce kaba kumaş bile sanat eserine dönüşürken, o eller maharetli değilse ipeği bile döküntü gibi yapıyor değil mi Leyla? Beyaz saçlı, yeşil gözlü, somon rengi ojeli, inci kolyeli kadife kadın Leyla. Herkesin ruhunu okuyan ama kendi kuytularına kimseyi sokmayan suskun Leyla.
Sana anlatılanlar o kadar sığ ki susmakta çok haklısın. Anlamadığından değil biliyorum, seni sen yapan o iplik çözgülerini göremedikleri için susuyorsun. Birbirlerinin kaç odalı evlerde yaşadıklarını sohbet konusu yapan insanların sende kaç kuytu köşe olduğunu bilmediklerini fark ettiğinde susuyorsun. Karşısındaki insanın yaralarını görmeden önce hangi burç olduğunu bilen o insanlar var ya, işte onlar kadifeye dokunamayanlar Leyla.
Seninle geçirdiğim şu birkaç yıl hayatıma neler kattı tahmin bile edemezsin. Yaşamaktan umudu kesip sahaya beyaz havlu atmaya niyetli olduğum bir anda oğlun benden yardım istedi. Hayatımda ilk kez biri benim yardımımı istedi. Bu benim için ne demek bilemezsin. Birinin bana ihtiyacı olması, değersiz olduğu hissettirilen varlığıma gereksinim duyulması. Hayata bir daha gelsem yine senin içindeki labirentte kaybolup çıkışı uzaklara dalıp düşünen gözlerinde bulmak isterim. Doktorun artık hatırlamakta çok zorlandığın hastalığının, iyice ilerlediğini söylediği için sana acımıyorum hayır. Ziyaretleri giderek seyrekleşen akrabalarının yüzünde tanıdık birilerini aradığını ama bulamadığını biliyorum çünkü. Seni izliyorum. Bana her gün farklı bir isimle seslensen de beni tanıdığını biliyorum. Çünkü kadifeye dokunmayı sevenlerdenim ben. Farkındasın bunun. Sen öyle uzun uzun pencereden dışarı bakarken ben senin o yeşil gözlerinde hayatı anlamaya çalışıyorum. Oğlun beni sana bakmam için buraya getirdiği günden beri ufkumu nasıl genişlettiğinin farkında bile değilsin. Kalbimin kırılan parçalarını yanında nasıl onardığımın da. Ceketimin cebinde unutup kendimden umudu kestiğim an bulduğum o para gibisin sen. Servet niyetine. Anlattığın bölük pörçük hayat parçalarını birleştirip kendime çok şık bir elbise diktim Leyla. Hem de kadifeden. Sen de başka birisin artık, ben de.
“Ömür, bana sade bir kahve yapar mısın lütfen?”
Duyduğu sesle dalıp gittiği düşüncelerden sıyrıldı Kader Hanım. Anlaşılan bugünkü adı buydu, Ömür. Kaderini değiştiren kadına doğru minnetle yürüdü.
“Yaparım Leyla Hanım. Ama sonra hemen hazırlanalım oğlunuzun gelmesine az kaldı.”
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.