Hülya Öçalan Irmak

ÇİFTE CİNAYET

Önüm, arkam, sağım, solum karanlık. Ağır ahşap kokusu yakıyor burnumu. Ellerimde, ayaklarımda prangalar, mıhlanmışım olduğum yere kımıldayamıyorum. Bu karanlığa inat, beyazları giyinmişim, yer yer küçük siyah desenler var simit gibi, poğaça gibi kokan kumaşın üzerinde. Yeni banyo yapmışım tertemizim ve şampuan yerine gül kokuyor bedenim. Haykırıyorum “Neredeyim?”. Sesim düğüm…

Karanlığa inat, yeni bir karanlığa kapıyorum gözlerimi sımsıkı. Burada istediğim gibi yakabilirim ışıkları, parlatabilirim yıldızları. İstersem yeşile bile boyarım gökyüzünü, menekşe renginde kuşlarım olur, ağaçlara kondururum balıkları. Ve özgürlük derim kendime. Ama en çok istediğim yerdeyim; huzurda, güvende, evimde. Yine mutfak camının önündeyim. Bir yıldan fazla oldu televizyon izlemeyeli, o kadın kaçırıldı, bu kadın öldürüldü, bir genç kız tecavüze uğradı derken sıyırdım kafayı. Evim dışında her yer kaos, TV ekranı yerine bu camı seçtim kendime. Geleni geçeni seyrediyorum, hiçbir yere gitmiyorum, gidemiyorum.
Çok araç geçmez buralardan, gelen arabalar ya bir akrabasıdır ya da eşi dostudur komşuların. Bizim apartmanın tam karşısında dar bir kaldırıma kondurulmuş, saat başı işleyen tek hatlı bir otobüs durağı var. On metre kadar ilerisinde küçük bir park, öğlen saatleri cıvıl cıvıl olur çocuk sesleriyle, o zaman biraz aralarım camımı. Arkası alabildiğine orman, ormanın içinde askeriye.
Bugün hava biraz gri, sonbaharın sancıları, sarının onlarca tonu sarmalamış sokağımızı. Hâlâ direnen kırmızılar var dallarında ağaçların. İnce ince yağmur yağıyor, minik bir kedicik tünemiş durağın yanındaki ağacın dalına, ürkek ürkek etrafı seyrediyor, gelenden gidenden yardım dilenircesine miyavlıyor. Az ileride bir anne, çocuğunu ceketinin içine sarmalamış, yağmurdan koruyor, hızlı adımlarla parktan koşarcasına uzaklaşıyor. Yağmur hızlanıyor, hayat hızlanıyor sokakta. Şükrediyorum.
Minik bir sandviç yapıp kaygı bozukluğu ilaçlarımı içtikten sonra, sigaramı yakıyorum, camdaki yansımamda saçımı düzeltiyorum, günün ilk kahvesini yudumluyorum. Kafamda deli sorular. Akşama ne pişirsem de mutlu etsem benimkileri? Derde bak hele derde. Koca sebze sevmez, oğlan balık yemez. Tavuk yanına pilav, salata en iyi seçenek gibi. Hemen market siparişlerimi veriyorum. Sandalyemi çekiyorum camın önüne, kaldığım yerden devam ediyorum sokağı izlemeye. Tam kahveden ikinci yudumu alıyordum ki çaprazdaki parkın yakınlarında bir bağırış yükseldi. Kadın kaçıyor, adam kovalıyor, hakaretler fırtına gibi sarsıyor her yanı. Az önce hızlanan hayat duruyor bir anda, bir silah görüyorum ateşlenen, biri havaya, biri kadına, biri cama. Bam. Bam. Bam.
Kapıyorum, açıyorum. Kapıyorum, açıyorum gözlerimi, tekrar tekrar aynı sahne. Ve yine bu kapalı yerde,  boylu boyunca tıkılıp kaldığım bu ahşap kutunun içindeyim.
Bu ne gürültü, kulaklarım uğulduyor insan seslerinden. Ne zaman çıktım evden ve neden bedenimde bir hafiflik, popomda yumuşak bir şey. Biri adımı haykırıyor sanki birileri de “Helal olsun” diye bağırıyor. Aman Allah’ım, hem de üç kere.
Evdeyim. Güvendeyim.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir