DOYASIYA SANATSAL ŞEHİR FLORANSA
Sanat ve kent bir arada olur mu olur. Floransa’da iseniz sanatı kentsiz, kenti sanatsız düşünemezsiniz. Tabii ne de olsa İtalyan Rönesans’ının ve Michelangelo’nun doğduğu şehir. Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu tablosu, Leonardo Da Vinci’nin Beşaret’i, Lorenzi’nin bronzdan Neptün heykeli ve Michelangelo’nun eserleriyle kuşatılmış Floransa.
Floransa’ya vardığımızda, Vecchio Köprüsü’ne neredeyse iki kilometre geride otobüsten inerek Arno Nehri kenarından yavaş yavaş yürüdük. Nehir kıyısından sol taraftaki yolu takip ettiğimiz için saraya yaklaştıkça çarşılı köprüsü de belirginleşti.
Boboli Bahçeleri, Vecchio ve Pitti Sarayları, Uffizi Galerisi, Signoria Meydanı gördüğümüz yerler arasında ilk başı çekti. Floransa da bir zamanlar duvarlarla çevriliymiş. Bu duvarların büyük kısmı yüzyıllar önce yıkılmış ama bir tek şehrin girişindeki Porta Romana ayakta kalabilmeyi başarmış.
Edebiyat, Sanat, Şehir…
Nehir kenarına kurulu Floransa’nın meşhur çarşılı köprüsünün tam karşısındaki şoseden girdiğimizde, önümüze Uffizi Galerisi çıkıyor. Avluda ressamların sanatlarını icra ettiğini izlediğim gibi, avlunun içinde adım başı yer alan heykellerde gözüme hemen çarpıyor. Hele bir tanesi var ki, onu hemen tanıyorum. İtalya’nın ünlü edebiyatçısı olan Dante Alighieri…Ülkenin dilini bulan İlahi Komedya adlı kitabıyla en çok okunan yazar unvanını hak etmiş ve onun kitabında kullandığı dil, İtalyanların esas dili olarak kabul görmüş.
U şeklindeki galerinin içinde Medici ailesinden miras kalan orijinal sanat eserleri sergilenmekte, sırf bu galeriyi gezmek üzere özel turlar düzenlenmekte. İçini maalesef gezemediğim bu galeri için sanırım tekrar Floransa’ya geleceğim.
Evet, bu avlunun bitiminde sağda ve solda iki ilginç sanat eserine bakıyoruz. Aslında Floransa benim için sadece bir sanat değil, aynı zamanda bir edebiyat şehridir de. Hele ki dünyaya nam salmış eserini 1300’lerin başında kaleme aldığı İlahi Komedya’sıyla ve Orta Çağ’a yeniden yön veren bir anlayışı getirmesiyle bilinen, 1265-1323 yılları arasında yaşamış Floransalı yazar Dante Alighieri’nin tüm tasvirlerde yer aldığı haliyle burun yapısı ve şapkasından Uffizi Galerisi’ndeki heykelini elbette hemen tanıdım.
Bir açık hava müzesini andıran bu kent, aslında insana sokakta sanatı yaşatır ve yaşattırır. Hal böyle olunca, şehri gezerken adeta her noktasında bir esere rastlamak çok doğaldır. Heykelleriyle meşhur Signoria Meydanı’na girmeden önce Uffizi Galerisi’nde sanatın kokusunu ve ruhunu hissediyoruz. Ve hemen sol köşede bir heykel dikkatimizi çekiyor.
Floransa denilince, aklıma ilk önce Rönesans ve tabii ki sanat geliyor. Elbette bir de İtalya’ya gitmeden önce okuduğum kitaplar: İlahi Komedya, Bubi’nin Sevgilisi, Cehennem, Şifacı…
Özellikle iki kitapta Floransa yoğun olarak geçen kent. Dan Brown’un Cehennem’iyle, Carlo Cassola’nın Bubi’nin Sevgilisi adlı romanlarından tanıyordum Floransa’yı. Ama okumak başka, görmek ise bambaşka bir duygu. Yalnız bazı kitaplarda şehirler o kadar güzel anlatılır ki, kendinizi bir an için orada hissedersiniz ya, sanki daha önce gitmiş gibi gezinirsiniz şehrin cadde ve sokaklarında. İşte bu kitaplarda da böyle hissetmiştim.
Dolayısıyla, sonradan gezdiğim Floransa’yı adeta ikinci kez görür gibi bir hisse kapıldım. Ama tabii ki çıplak gözle bakmak çok ama çok başka bir his. Hele ki o birbirinden değerli heykelleri ile sanat şölenini yaşatan meydanda ilk etapta hangisine odaklanacağımı şaşırdım.
Uzun uzadıya inceledikten ve gözüm alıştıktan sonra, beni en çok etkileyen iki heykeli belirterek devam edeyim. Bunlardan ilki, meydandaki Vecchio Sarayı’nın önünde yer alan Michelangelo’nun o meşhur Davut heykeli ile yanındaki Herkül ve Cacus’un heykelleri oldu. Tabii ki meydanda sadece onlar bulunmuyor.
Vaktiyle Medici ailesinin törenleri rahatça izleyebilmesi için inşa edilen loca bölümünde diğer sanat eserleri yer alıyor. İşte benim için özel olan başka bir heykel ise kıvrımlı ve dantel gibi işlenmiş, mermerin iç içe geçmiş haliyle üçlü bir kombinasyondan oluşan Ratto Delle Sabine adını taşıyor.
Giambologna’ya ait olan ve Sabine Kadınlarının Kaçırılması adını taşıyan bu heykelde, Sabin kentindeki kadını kucağında kaçırıyorken, ayağının altına da bir erkeği almış ezen Romalı bir askeri tasvir ediyor. Bu heykeldeki yekpare sanat, gözlerimi kamaştırıyor. Gerek Davut heykeli olsun gerekse bu heykeldeki ayrıntılar akıllara durgunluk veriyor. Bir insanın anatomik yapısını gözler önüne seriyor. Nasıl mı? Bir elin üzerindeki damarlara kadar mermere yansıyan çok ince bir ruha sahip özellikte şaheser yapıtlar bunlar. Ki bir de meydanda duran çok beğendiğim heykelinde orijinalleri müzede bulunuyor. Baktığımız replikalardan bu kadar etkilendiğime göre, orijinalini görsem kim bilir kaç saat hayran hayran bakacağım.
Signoria Meydanı’nda sanatçı Giambologna’ya ait bir eser daha yer alıyor. O da Cosimo Medici’nin at üstündeki heykeli. Neptün Çeşmesi ve heykeli ile Cellini tarafından yapılan bronz Perseus heykeli de var tabii.
“İnsanlar yalnız dinsel oldukları sürece bilim ve sanatta verimli oluyorlar.”
Floransa’yı gezerken Goethe’nin bu sözünü hatırlıyorum. Ve ne kadar doğru olduğunun çok açık ispatıdır bu şehir.
Floransa’nın ünlü Cennet Kapısı’nı, Rönesans’ın önemli bir eseri olan bu kapıda ilk defa çoklu perspektif stili kullanılmış olup sanatın boyutlu kavramı ortaya çıkmıştır.
Şimdi katedral ve vaftizhaneyi geçtikten sonraki yolun başında bir açık hava kilisesi görüyorum. Sütunun üzerindeki haçıyla açık havada ibadet edenlere hizmet verdiği gibi, geniş alana açılan bir dört yola varmış oluyoruz. Burada aldığımız serbest zamanda önce öğle yemeğimizi yiyoruz ve ardından herkes sevdiği yerleri tekrar görmek üzere keşfe çıkıyor.
Derisi ve kürkü ile ünlü olan Floransa’nın o sokağına yöneldim. Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüyorum. Bu meydanın özelliği Floransa’nın ilk kurulduğu yer olmasıdır. Romalılar, bir şehri kurduğunda forum alanı belirliyorlar. Yani, doğu-batı, kuzey-güney yönlerinin kesiştiği yer ve buraya merkez diyorlar. Bir de şehre giriş kapısı diye sembolik olarak bir kemer yerleştiriyorlar.
O zamanki kral, Savoy hanedanlığından geldiği için forum alanına sarayını yaptırmakla işe başlıyor. Öncelikle, şehre giriş kapısı diye sembolik olarak bir kemer yaptırıyor ve etraftaki derme çatma evlerin yerine tarihi kafeler ve restoranlar açtırıyor. İşte bu tarihi kafelerden en eskisi1737 yılında açılmış Billi. Yemeğin üstüne meşhur Tiramisu tatlısını yiyerek rehberimizin tavsiyesine uyuyorum.
Toskana Bölgesi’nin diğer bir özelliği yün, kumaş ve deri. Bu alanlardaki ticaret çok kazançlıdır. Onun için Floransa oldukça zengin bir şehir. Aynı şekilde şarap üretiminde de öyle. Bölgede şarap üreticilerinin kurdukları bir dernek var.
Evet, bir de Floransa deyince akla gelen bir isim var ki, o da Medici ailesi. Mediciler aslen Floransalı değiller ama kente yakın Apenin Dağları’nda yaşamış bir aile. Medico İtalyanca ilaç demek ve Medici ise ilacın çoğul anlamındaki ifadesi. Bu aile aslen ilaçla uğraşıyor ama sonradan yün, deri ticareti gibi pek çok işle ilgilendikleri gibi, ilk bankayı kuran kişiler. Hatta bugün bankacılık sektöründe hala kullanılan birçok metot onların döneminden kalmadır.
Mediciler nasıl bir aile?
Mediciler mal varlıkları dışarıya çıkmasın diye çok fazla akraba evliliği yapıyorlar. Mallar dışarıya çıkmıyor çıkmasına ama birbirleriyle evlendikleri için soyları tükeniyor.
Bu aile, Floransa’ya daha fazla kazanç elde etmek için yerleştiklerinden dolayı amaçlarına ziyadesiyle ulaşıyorlar ve hatta krallara bile kredi verebilecek kadar zengin oluyorlar. Para ve güç bu ailede olunca, yönetimi ele geçiriyorlar. Sadece bir ara, yedi yıl görevden çekiliyorlar ama sonra tekrar başa geçerek, soyları tükenene kadar yönetimi bırakmıyorlar.
Medici ailesinden kısaca bahsetmemin sebebi şu. Bu ailenin Floransa’ya ve sanata büyük katkısı var. Cosimo Medici, Toskana’daki bütün şehirleri birer birer ele geçirdikten sonra, kendisini Toskana Bölgesi Büyük Dükü ilan ediyor. O tarihe kadar ailenin hiçbir unvanı yok. Dolayısıyla bunun kabul görmesi gerekiyor. Papa, bu unvanı kabul ettiği için Mediciler ölene kadar böyle anılıyorlar.
Dük unvanına kavuşan I.Cosmo Medici, kendisinin at üzerinde bronz heykelini yaptırarak gene bir ilke imza atıyor. Zira o yıllarda din adamları dışında kimsenin heykeli yapılamıyor. Onun için bu heykel başta çok tepki alıyor.
Mediciler sanat ve Rönesans’ın doğmasına vesile olmuş bir aile olduğundan sanatçıların hepsini kollamışlardır ve resim ile heykelin serbest kalmasına ön ayak olmuşlar.
Rönesans’ın özelliği.
Rönesans sanatçıları, bir insan anatomisini adeta doktor kadar iyi bilirler. Ve bu bilgilerini mutlaka eserlerinde gösterirler. Bu akımın en temel özelliği budur. Tırnak, parmak üstü boğumları, tüyler, damarlar, kas yapıları ve kırışıklıklar dahil en ince ayrıntılar esere işlenir. El işçiliği çok yoğun olduğundan Rönesans sanatçılarının çoğu kuyumculardan çıkmıştır. Ayrıca, ressam ve heykeltıraşlara kadavralar üzerinde çalışma imkânı da sunulmuştur. Bu nedenle insan anatomisini net bir şekilde öğreniyorlar.
Sanatta serbestlik sayesinde Rönesans akımının doğmasına ve sanatın gelişmesine büyük katkı sağlamış Mediciler.
Banka kurup borç vererek ticaret yapan bu aile, zamanla borçların geri ödenmemesiyle ekonomik krize giriyorlar. Bunun üzerine, sahip oldukları tüm sanat eserlerini Floransa’ya getiriyorlar. Vassari’ye yaptırdıkları Uffizi Galerisi’nde topluyorlar. Hayatta kalan son Medici öldükten sonra bu eserlere ne olacağını düşünerek bir vasiyet hazırlıyor. Böylece eserlerin hepsini Floransa halkına bağışlayarak günümüze kadar kalmasını sağlamış oluyor.
Diğer gezi yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.