gecekonduya gelen barbie
Deniz Köker

GECEKONDUYA GELEN BARBIE

Yüzümün alev alev yandığı, utancın sillesiyle yerin dibine batmışlığı tattığım o gün dün gibi aklımda.

Anamın temizliğe gittiği kapılardan birindeydik. O gün babaannemgil köye gideceğinden anam bizi de getirmişti Mehveş Hanımlara.
“Ana sıkılırız, biz evde kalalım, kardeşime bakarım ben” dedim, dinletemedim.
“Güzel güzel yemekler yersiniz, etli metli. Fena mı olur, hem sobayı da yakmamış oluruz kızçem.”
“Yaa lüften gitmeyelim yaaa.” Sonra anam, Fatoş’u kalbinden fethedecek kozu oynadı.
“Fatoş’la aynı yaşta kızı var evin, ne oyuncaklar ne oyuncaklar, ülkede eşi benzeri yok. Mehmet Bey, ecnebiden getiriyo hep.” Fatoş hop atladı hemen tabii. “Ablaaa ablaaa gidelim, gidelim.”
Gitmez olaydık. Ayaz mı ayaz; ayakkabılarımızın altına kaymayalım diye eski naylon çoraplar geçirdi anam. Kuğulu Park’ın oralarda bir yerdeydi ev, bugün hatırladığım kadarıyla. Uzakta indik otobüsten, kaya kaya, düşe kalka yürüdük. Yanaklarımız, sert kırmızı elmalara dönene kadar sürdü yol. Fatoş’un burnu akıyor, aktıkça kolunun tersiyle siliyordu. Yanağında sümüklüböceğin bıraktığı iz gibi parlak bir yol oluşmuştu. “Anaa acıktım.” dedi Fatoş simitçinin yanından geçerken. Ben söylemedim ama benim de ağzımın suyu aktı doğrusu.
“Kız, az dayan, orda salamlı malamlı kahvaltı çıkarırım size.”
“Salam nassı bişey ki ana?”
“Görürsün, kömür gözlüm. Çabuk gidelim ama.”
İçeri girerken örgülerim buz sarkıtı gibiydi. Ellerim kıpkırmızı, hissizdi. Evin kızı girişte durmuş, kapıyı açan annesinin arkasından bizi seyrediyordu. Ayakkabının üstüne geçirdiğimiz naylon çoraplara baktı. “Aa! Anne bak çorabı ayakkabının üstüne giymişler” diyecek oldu. Annesi “Şiişşt Nazlı!” diye susturdu. Anlatırken hatırlıyor insan, Nazlı’ydı adı. Annesinin Nazlısı.
Bize bakarlarken soyunmak çok tuhaf geldi. Ayakkabılarımı çıkarttım. Hay aksi. Çorabımın ucu sökük değildi sanki giyerken. Işık hızında ucunu kıvırdım. “Hadi geçin çocuklar siz içeriye güzel güzel oynayın” dedi Nazlı’nın annesi.
Altın bir koridordan geçtik. Altın ayna, altın çerçeveler, her şey altındı kızın odasına giden yolda. Bir çocuğun kendi odası olması bile mucizeydi bize. Anamların odasının yanındaki salonda bir çek yat vardı, bir de babaanneme geceden geceye serdiğimiz döşek.
Nazlı, oynayacak arkadaş geldi diye heyecanlıydı. Odasında her şeyi tek tek tanıtmaya başladı Fatoş’a. Ben de fırsattan istifade etrafı inceliyordum.
“Gel en iyisi Barbi oynayalım” dedi. Ben de, cicili bicili yatağın yanındaki sandalyeye iliştim. Nazlı koca bir kutu getirdi, tepetaklak edip içindekileri Fatoş’un önüne serdi. Rengârenk elbiseleri, çantaları, ayakkabıları, sarı, kahve dalgalı naylon saçları Fatoş’u hipnotize etti. Ziyafet sofrasının önünde yutkunan aç bir biçareye benziyordu.
“Hadi oyun kuralım. Bak bunlar, baloya gideceklermiş. Kıyafet seçemiyorlarmış. Dolaplarının önünde elbiselerine bakıyolarmış. Aşkları varmış baloda, çok güzel olmalıyız diyolarmış.”
Nazlı, iyice dalmış, oynamıyor, yaşıyordu oyunu. İki tane süslü püslü elbise seçti. Fatoş da bir Barbie’ye uzandı. Üzerinde diğerlerininki gibi cafcaflı elbiselerden yoktu. Mavi, beyaz orlondan örülmüş bir kıyafet giyiyordu.
“Ay bırak boş ver onu. Anneannem ördü onu, baloya giyilmez o.”
“Aaa bunun aynısının pembe elbiselisinden bizde var, di mi ablaa?”
Nazlı’nın kumral kaşları kalktı. “Aaa benim de pembe örgü elbiseli bebeğim kayboldu geçen hafta. Bi pembe, bi mavi örmüştü anneannem.”
Başımı uzattım, göz ucuyla baktım; yün elbiseli bebek çok tanıdık geldi bir anda. Nazlı’nın anasının getirdiği, Fatoş’un görünce çıldırdığı Barbie belirdi gözümün önünde. O an, yanaklarıma bir kan hücum etti ki, yanıyorum sandım.
“Annen mi almış yoksa?” diye kikirdedi Nazlı. Yandı yanaklarım yandı. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Nazlı öyle rahat sormuştu ki, onun için önemli değildi, hatta alışıktı sanki. Bir şeyler gidiyor, yerine sürekli yenileri geliyordu galiba.
“Olur mu hiç, anneme başka evden verdiler” diye atladım, nasıl uyduruverdiğimi bilmeden.
“Şaka bee şaka” dedi Nazlı. Koştu pembe oymalı şifonyerinin üzerinden bir çikolata kutusu getirdi. Bize doğru eğilerek fısıldadı. “Çok enfes bu. Babam havaalanından almış. Kahvaltıdan önce annem hayatta izin vermez ama hadi yiyelim gizlice.”
Fatoş’a kutuyu uzatırken, kolumla önünü kestim.
“Yok yemeyiz sağ ol. Alerjisi var onun.” Dünyadaki tüm günahların kefaretini ödemek istercesine, yanağımdaki yangını söndürürcesine, yıkılan kalelerime sövercesine… Can havliyle reddetmiştim.
Fatoş kömür gözlerini bana doğru kaldırdı. Bir şey sormaması gerektiğini anladı. Ömrünün en uzun günü hangisi deseler, o gün gelir aklıma. En güçlü ayaz bile daha fazla üşütemezdi gecekondumuza geri dönüş yolunda.

 

Daha fazla öykü okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir