Kerime Ural Cengiz

KEDİ VE ÇOCUK

“Bu konteyner da boş, bir şey yok. Kaç saattir boşa dolaştım koca mahalleyi” diye konuştu fısıldayarak.

Eliyle alnından dökülen terlerini sildi. Yokuşa doğru baktı, gözü yemedi bu sıcakta arabayı yukarı doğru çekmeyi. Çöpün yanındaki taşa oturdu. Cebinden, yarım izmaritlerin arasından birini çıkardı. Kim bilir hangi paralının ağzından düşmüştü yarısı içilmiş sigara. Fakir olsa atar mıydı böyle iki nefes çekip? İyi ki atmıştı da o da nasiplenmişti. Kâğıt toplarken gözü hep yerde olurdu. Bulduğu izmariti alır, büyüklüğüne bakar, çekilecek bir iki nefes de olsa koyardı cebine. İçmese iyiydi ama canı çekiyordu işte insanın alışınca.
Başından eşarbı kaymış, terden ıslanan kahverengi saçları yüzüne yapışmıştı. Kayan çiçekli eşarbını başının üzerinden kaydırdı, saçlarının altında sıkıştırıp düğüm attı. Uzun zayıf yüzü, altları çökmüş kara gözleri iyice belirginleşti. Sigaradan son derin nefesini çekti. Avurtları çöktü, sanki yirmili değil elli yaşındaydı. İçilemeyecek kadar olduktan sonra izmariti fırlattı.
Fatma’nın gözleri daldığı yerde kaldı. Evdeki çocuklarını doyuracak bir parça olsun ekmek bulamamanın acısı çöktü yüreğine. Sabahtan beri onu bekleyen çocuklarına bir yerden yiyecek bulmalıydı. Kaç gündür kandırıp duruyordu onları. Beş yaşındaki oğlu Ahmet karnını tutup mızırdanıyordu sürekli. Leyla ise daha suskun boynunu büküp annesinin gözünün içine bakıyordu. O gözler hep hüzünlüydü. Bıkmıştı sürekli aç uyuyup, uyanmaktan. Yaşıtları ile okula başlayamamıştı ve o günden beri daha kapanmıştı içine, daha büyümüştü. Annesi yokken kardeşini oyalamak ona düşmüştü. Bazen ağlayan kardeşini susturmak için evde ne varsa, şeker, un, suya karıştırıp çorba yapar sakinleştirirdi kardeşini. Ahmet biraz susar ablasıyla oyuna dalar sonra yine “Abla acıktım annem ne zaman gelecek” diye sorardı.
“Şimdi gelecek elinde bir sürü yiyecekle içeri girecek. Kim bilir o poşette neler olacak.”
“Elma da olsun abla olur mu?”
“Olur, belki başka meyveler de olur. Hele gelsin de.”
Fatma yerden tutunarak ayağa kalktı, yer yer delikler oluşmuş eteğini elleriyle silkeledi. Arabasının kollarının arasına girip sırtını döndü. Kolluklarından tutup yokuş yukarı çıkmaya başladı. Araba boş olsa da bu metalden yığın parçasını çekmek Fıtıklı belini zorluyordu. Yokuşu çıktığında karşısına büyük bir çöp konteyneri çıktı. Buradan umutluydu. Etrafına baktı, yalılar, kocaman bahçeli evler vardı. Hepsinin önünde gıcır gıcır otomobiller. Sokakta gezmeden gelir gibi tertemiz giyinmiş insanlar elleri kolları dolu geçerken, gözlerinin altından ona bakıp hemen uzaklaşıyorlardı. Sanki canlarını alacağım diye geçirdi içinden. Yavaşça konteynere yaklaşıp arabasını durdurdu. Çöpün üstünde duran birkaç kartonu aldı ayağıyla düzleştirip arabasına yerleştirdi. Eğilip çöpün içine baktı, çürümüş artıklardan gelen acı, ekşi, koku genzini yaktı. Üzerinde uçuşan karasinekler yüzüne çarpıyordu. Eliyle onları uzaklaştırırken midesi bulandı.
Alışamadın gitti be Fatma şu çöp kokusuna, her seferinde aynı bulantı.
Ahmet her sarılışında burnunu kapatıp çöp gibi kokuyorsun diyor hemen uzaklaşıyordu. Bilmiyor ki yavrucak o çöp kokusu tenine işlemişti. Poşetle atılmış birkaç tane meyve gördü. Onların az çürükleri alıp önlüğüne yerleştirdi. Bir parça küflenmiş ekmeği aldı, küflü yerlerini kopardı, onu da çürük meyvelerin yanına koydu. Gülümsedi, en azından bir parça yiyecek bulduğu için mutluydu.
Arabasına doğru yönelmişti ki çöpün kenarına bırakılmış birkaç parça tavuğu iştahla yiyen kediye takıldı gözü. Hemen yanaştı yanına.
“Biliyorum açsın, benim çocuklarım da aç ”diyerek elini uzattığında kedi kızgın mırıltılarla ona tıslıyor, eti almaya çalışan eline patisiyle vuruyordu. Kızgın bir pati sıyrığının ardından, iki adet tavuk budunu aldı, burnuna yaklaştırıp kokladı. Kokmuyordu. Hem bozuk olsa kediler anlar bozuk eti yemezlerdi. Cebinden çıkardığı mendile sardı ve önlüğüne koydu.
Bu gün çok şanslı olduğunu düşündü gülümsedi. Adımları daha hafif ve aceleciydi.
Ertesi gün, gün ağarmadan yola çıktı Fatma. Ahmet’in gece ateşi çıkmış bütün gece inlemişti. Belki çöplerde atılmış bir ilaç şişesi bulurum umuduyla önce yokuşun hemen bitişindeki zengin çöplüğüne gidecekti. Dün çocuklarını doyuran çöp belki bu gün çocuğuna derman olacak ilacı da verirdi. Araba arkasında koşar adım yürüyordu. Araba bu sabah daha hafiflemişti sanki. Avuçları çöp karıştırmaktan yara olmuştu ama olsun. Dün çocukları nasıl da mutlu olmuştu. Hele yarısı çürük elma ve tavuğu gören Ahmet ellerini çırparak mutluluk çığlığı atmış annesinin boynuna atlamıştı. Fakat tüm gün aç olduğundan yemekten sonra yine karnı ağrımaya başlamış, kıvranıp durmuştu yavrucak. Bari ateşini düşürecek bir ilaç bulabilse içi rahatlayacaktı Fatma’nın.
Yokuşu çıkıp çöpün yanına arabasını yerleştirdi. Çöpte epey birikmiş karton vardı. Herkesten önce gelmesi iyi olmuştu böylece bu kartonları satıp ekmek parasını çıkartabilirdi.
Bir kez eşi Hasan ile bir çöpe gitmişlerdi, kocaman çöp yığınında bir günlük kartonu yükleyip ekmek ve peynir alacak para kazanmışlardı. İç çekti; şimdi Hasan burada olsaydı çöpe çıkmak zorunda olmayacak, çocuğunun yanında kalacaktı. Hasan hırsızlıktan içeri düşeli nerdeyse yıl olmuştu. Daha yatacak kaç günü vardı kim bilir? O adamın kamyonundaki kasayı almasaydı şimdi yanımızda olurdu diye düşündü. O gün de çocuklar açtı. Küçük kamyonette yüklü duran kasalarca domates vardı. “Birini alsak bir şey olmaz fark etmezler” demişti. Keşke almasaydı.
Kartonları yerleştirip çöpün içine baktı orada atılmış birkaç tablet ilaç vardı. Ne olduğunu bilmediği bu tabletleri belki işe yarar diye alıp cebine koydu. Hemen kartonları satıp eve dönmek için acele ediyordu. Fırından aldığı ekmeği görünce Ahmet iyileşirdi belki de. Arabayı yüklenip yürümeye başlayacaktı ki dünkü tavukların yanı başında yatan kediyi gördü. Kedi yan yatmış ağzında köpükler ile donup kalmıştı sanki. Ayağıyla dokundu kediye kaskatıydı. Tavuklardan geriye birkaç parça kemik kalmıştı. İçi acıdı kediye.
Yazık olmuş sadece karnını doyurmak istemişti.
Eğildi kediyi alıp çöp kutusunun yanına koyacaktı. “Ölmüş mü” diyen bir sese döndü, yoldan geçen yaşlı kadın gözleri ışıldayarak bakıyordu.
“Sana soruyorum cevap versene dün zehirli tavuk parçaları vermişti kocam, bütün gece seslerinden bacaklarımıza dolaşmalarından bıkmıştık, iyi oldu, artık sesi çıkmaz.”
Gece boyunca kıvranan oğlu geldi gözünün önüne.
“Yoksa zehirlediler mi? Ette… Aman Allah’ım!”
 Kalbi yerinden çıkacak gibi oldu, başı dönüyor, kendini çaresiz hissediyor koşmak istiyor ama bacakları hareket etmiyordu. Olduğu yerde diz çöktü. Göğsünü döverek ağlamaya başladı.
“Kediyi zehirlediniz mi? Allah’ınızdan bulun ne istediniz garibandan, artıklarınızdan beslenip gidiyordu?”
“Hanım, hanım sen ne konuşup duruyorsun kendi kendine, al arabanı çek git hadi işine, hiç bitmiyorsunuz, biriniz gidiyor biriniz geliyor. ”
Yere çökmüş olan Fatma son bir gayretle arabasından güç alarak kalktı, geride kocaman bir çığlık bırakarak koşmaya başladı.
“Ahmet. Oğlum!”
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir