9-30-2013 0-0-5_040BWk
Yıldız İlhan

TERK SULARINDA

Seni ben öldürdüm. Orada, eskiden hep yanımdaydın. Gün ışığında. Gece uykularında. Kahve molalarında, yazdıklarımda. Makarna sosu tartışmalarında. Bira, şarap bardaklarında. Yastık battaniye çekişmelerinde. Demliğin çay bardağından çok, tabağına sızdıran ucunda. Başka şarkıları sevişimizde yan yanaydık. Başka insanlara hayranlığımızda da.

Ne çok başka, öte, bizden olmayan ses vardı da, iç seslerimiz birbirine karışmış, öyle detone tuhaf yankılardaydı. Ben başkayım. Ben başkayım. Ben başkayım. Hiç susmayan ses ses midir, inilti mi? Hiç susmayan, içini deşen, deşerken hem de karnının altında, bağırsaklarında sancılar yaratan böylesine bir sese ses mi denir, böylesine ne denir? Ne?
Sizler o zamanlar uzaklardaydınız. Bizim kentimizde başka, anlamayacağınız şarkılar çalıyordu. O şarkılar ki, ritimleri marştan içten segâhlara dönüyordu. Adlandıramadığımız, anlamlandıramadığımız günlere dönüyordu hayatlarımız yüzlerini. Siz bu kente uzak ve yabancıyken, biz fesleğen kokularına sarıyorduk yaşadığımız tek bir günü, sonraki günse içten köpüren yandımallah biberi.
Ağızlarımızda çalkalanan sözcükler, içimizde savrulan duygular, avuçlarımızda salınan sıcaklıklar. Siz bilmezsiniz, sokak lambalarının suç ortaklığını. Travestilerin onay kırmızısı dudaklarını. Gece yarısı, sarhoş adımlarının yalnızlığa yalpalarken gülümseyişlerini. Siz o zaman uyuyordunuz, rüya görüyor olmanız bile, ihtimalden.
Ben seni yavaş yavaş öldürürken, sen beni usul usul keserken, gün hiçbir şey olmamış gibi doğup batarken, pencerenin önüne diktiğimiz nergisler açmadan toprağın altında yeni yumrular oluşturup soyunu garantilerken, perdelerimiz içtiğimiz binlerce sigaranın solgun sarısını giyinirken, halılar tozlanıp havlarıyla salonumuzu sinirlendirir, hapşırtırken onlar yoktu sevgilim. Onlar; işleri, paraları, kariyerleri, patronları, aile dostları, çocuklarının sınavları, kurbanları, bayramları yuvarlanıp gidiyorlardı. Ayıpların, yalanların, bağımlılıkların hep başkalarına ait olduğu inançlarıyla yürüyorlardı. Bize misafirliğe gelip, bakıyorlardı. Bizi evlerine davet edip bakıyorlardı. Yemeklerimize turşularımıza övgü, birlikteliğimize kuşku düzüyorlardı.
Aşk başkalarının gözünde salak bir şeydir sevgilim. Aşk, ancak süslendiğinde, yani yazınla, müzikle, sinemayla, masalla beslendiğinde iç geçirten bir şeydir. Bunu bilmiyordun değil mi? Ya da her şeyi bilip de adlandıramayanlar iklimindensin öyle ya, unutuyorum bazen. Onlar bizim kentimizin dışında bir kentte, hayret, hayranlık, kıskançlık, öfke, küçümseme ilmekleri atıyorlardı karmakarışık, ören bayan eşliğinde. Ama ben seni öldürüyordum, yavaş yavaş, sözcüklerin deli zehriyle. Sen beni kesiyordun, usul usul, geleneğin kör bıçağıyla.
Sizler, biz bilirizlerle, öyle olursa olmaz, böyle olursalarla; kendini anlamalara yatırmış, kendini anlamıyorumlarla beslemiş dolanıp dururken, pazara gidiyorduk biz sabah erken, bir demet hoşgörü almaya, taze. Yanına bir göbek umursamazlık, birkaç baş şakacık koyup torbaya, dönüyorduk komün amcalarının ev önünden, onlar ki bir avuç anlayış bıyığı bir tutam da koyu boyanmış saç, saygıyla selam. Tam akşamüzeri çayın yanına mercimek köftesi derken, pazar gazetesi almasan olmaz, alsan dünyanın belası yanında hediye.
Öyle yüzün düşer işte, sizler için de öyledir elbet. Demek istiyorum ben. Demek istiyorum. İstiyorum ki ben başka bir kente yerleşmeye, ya da ne bileyim konuk giderken belki, sizlerin de benimkine değen yüzleriniz, en azından bir zamanlar değen yüzleriniz, bu kadar yalnız mıydı? Ben sizleri unutmuş muydum -olmaz ya-, ardımda bırakmış, görmezden gelmiş, olabilir miyim ki, kızgınlığınız yüzüme, gözüme? Ondan mıdır ta hücrelerime kurşun dökmeleriniz?
Sen beni ilk aldığında sevgilim, ne kadar kendimdim? Sonra da hep öyleydin dediğini duyar gibiyim. Deme. Çünkü o zaman, zaman değişmiyor bende. Çünkü o zaman kendimi iyi hissetmiyorum. Çünkü o zaman kendimi kötü de hissetmiyorum. Bu ne demek bir düşün, belki de kendimi hiç hissetmiyorum. Sonra benim kanatlarım çıktığında, sonra sen kanatları hiç görmediğini iddia ettiğinde, ama esintisinde uzun saçlarının savrulduğuna sürekli tanık olduğumda, anlıyorum dediğinde, anlamadığında, kahretsin, buna inandığımda, çok inandığımda ah sevgilim, iple siyanür arasında. Seni öldürmek için kararsızlıkla taammüt arasında. Sen jiletleri bilerken giyk giyk öyle, ben saçlarımı avuç tutam saklardım koynuma yolup bırakıp. Aylar hep şaşırır kâh ondört çeker ayın güzel yanından, kâh otuzbir çekerdi en alışılanından. Sen hiç bunları düşündün mü sevgilim? Çizdiğin tüm çizgileri beğenmeyip silgiyle, kalemtıraşla, tükürüklediğin parmak ucuyla hatta tırnağının ucuyla silmeye çalışırken özgürlüğün soluk mavisini soldurmamaya çalışan birini geçirdin mi usundan? Bak bu soruyu fısıldayarak soruyorum, ben seni öldürürken değil –onu çok iyi biliyorum- ilk karar verdiğimde, usul hazırlık evresinde de çok acıdı mı canın?
Elimi cebime attım dün gece. En bıçkın silahımı çektim. Küçücük bir kurşunkalem çıktı ta diplerden. Baktım ve bir yerlerden hatırladım. Sizler için bir kez daha boyun eğdi bana. Birlikte acıdık kendimize, bu itirafı hem ağladık, hem yazdık.

Daha fazla öykü okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir