KAPAK (51)
Nevin Arvas

HOLLYWOOD’UN ÖTEKİ AFRO-AMERİKALI ANLATISI

Resimler hala hayatımızda. Bakışın iknası (Persistance of vision) mantığına dayalı film yapımı tarih sürecinde belirli evrelerden geçmiş, Amerikan sineması bugünkü yoğunlaştırılmış durumuna yani Hollywood haline, uzun yıllar sonra gelmiştir. İnsan gözü saniyede 24 kare resmi görebilir teorisinin pratiğe geçiş evresi oldukça uzun sürmüş, Amerikan sineması ise zaman içerisinde bu durumun baskın taşıyıcısı rolünü üstlenmiştir. Bugün bakışın iknası ilkesine dayanan sinema, beynin birçok enformasyona maruz kalması sonucu bunlardan seçici davranarak bir illüzyon oluşturulmasına yardımcı olmaktadır. 

100 yılı aşkın bir süredir sinemanın, medyanın en etkin organlarından birisi olduğu hiç kimse tarafından yadsınamaz. İnsanoğlunun hayatındaki birçok rutin filmlerde formüle edilip şekillendirilmektedir. Farklı kültürleri tanıma noktasında çeşitli bakış açıları oluşturan filmler, bireye birçok farklı düşünme yolları inşa etmiştir. Bu bina üzerine kurulu olan sinema, bazen insan hayatının farklı zamanlarını ve mekânlarını ele alarak, kimi zaman da tarihi boyutuna değinerek düşünce yapısındaki alışılagelmiş alışkanlıklara farklılık kazandırmış ve bakışı istediği şekilde yönlendirmiştir. Filmlerin sosyal ve kültürel olarak etkileri üzerine düşünerek, filmlerin toplum hayatını nasıl ele aldığı ve etkilediğini anlamış oluyoruz. Sinema politik, kültürel ve sanatsal konularla ilgili de yeni kapılar aralamaktadır.
Hollywood sinemasına küresel boyutta bakıldığında, ülke sinemasını şekillendiren bir film üretim biçimi olduğu ve dünya çapında birçok ülkenin popüler kültürünü doğrudan etkilediği ortadadır. Bu doğrultuda bakıldığında Hollywood filmlerinin sadece bir film olduklarını söylemek mümkün değildir. Masum birer seyirlik eğlence durumundan çok uzak oldukları görülmektedir. Hollywood filmleri, biçimleri olduğu kadar içerikleri ile de küreselleşmiş ve birçok ülke kültürünü etkisi altına almıştır. Verdiği açık ya da örtük mesajlar yolu ile bir anlatı biçimi oluşturmuş ve dünya seyircisi tarafından gönüllü olarak izlenilmiştir. Amerika yıllardır sadece filmlerini ihraç etmekle kalmamış, yaşam biçimlerini de formüle edip ihraç etmiştir.
Küresel seyirci hedefinden sapmayan Hollywood, bu tarz yaşam biçimlerini resimleştirmiş, görselde tezahür eden bu biçimleri popüler kültür öğeleri haline getirmiştir. 
Amerikan film tarihine baktığımızda dört büyük dönemden bahsetmek mümkündür. Erken dönem 1919 yılına kadar olan dönemdir. Son Sessiz Sinema Dönemi 1919-1929 tarihleri arasında ele alınmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem ise 1946-1960 tarihlerini kapsamaktadır. 1960’dan günümüze kadar olan dönem ise Modern Sinema olarak adlandırılmaktadır. Sinemadaki bu dönemlerin ayrıştırılması şu konularda gelişmelere neden olmuştur:
  1. Film formları ve stili üzerinde
  2. Film üretim, dağıtım ve sergilemesinde
  3. Önemli uluslararası akımlarda
Filmler yıllarca geçici ticari kaygıların bir üretimi olarak görüldü ve firmalar kendilerini garanti altına almak için bu medya aracını kullandılar. 1890’ların ortalarında ortaya çıkan sinema, Amerika’nın dünyanın önemli güçlerinden biri olmaya devam ettiği bir dönemde, kendi gücünü de elinde bulundurmasıyla beraber, Amerikan-İspanya savaşının kazanılmasıyla birlikte hızla yayılmaya başlamıştır.
Güney ve Doğu Avrupa’da yaşanan zor zamanların ardından Amerika çokça göç almış, birbirini anlamayan birçok topluluk oluşmuştur. Erken dönem sinema birbirini anlamayan bu topluluklar için bir çıkış yolu olmuş, sessiz sinema kendisini ifade etmenin bir başka formu haline gelmiştir. (Thompson & Bordwell, 2002: 11)
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda dünyadaki global güç dengesi yerini değiştirmiş, Almanya, savaşı kaybederken birçok kolonisini dünyanın yeni gücü Amerika’ya bırakmak zorunda kalmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok ülkedeki film yapımları fazlasıyla etkilenmiş, sinema dili ve kurgu teknikleri hızla gelişmiş, daha karmaşık yapılar haline gelmiştir. Bunun sonucunda yönetmenler uzun metrajlı filmler çekmeye başlamış, gerçekçi dekorlar kurulmuş, kamera hareketleri ve bugünkü birçok film geleneğinin temelleri o dönemde atılmıştır.
1920’lerde Hollywood endüstrisi şekillenmeye başladı. Savaş, İtalya ve Fransa gibi film üretici ülkeleri sekteye uğratınca, film üretim yoğunluğu büyük ölçüde azalmıştır. Bu süreçte, dünya çapındaki film yapımcıları film tarzlarında etkileyici alternatifler arayışına girdiler. Sinema ilk döneminde filmin hikâye değerinin ön plana çıkması olarak görülürken, Nickelodeon döneminde film yapımcıları hikâyeleri daha açıkça ifade etmeye çalışmışlardır. 1912 ve devamı yıllarda yönetmenler, kendilerine özgü tüm teknikleri geliştirmeye başlamışlardır. Tüm sektörlerde yapılan metinsel filmler bu nedenle tarih tarafından üretilmektedir. Conrad gibi bazı yazarlar, olayların sunumu üzerine kurulu bir tarihin, formal hesaplamalar ile kurgulanan tarihten daha fazla ilişkili olduğunu vurgulamaktadır.
“Kurgu tarihten başka bir şey değildir. Ama bundan daha fazla olduğu; onun gerçeklik ve sosyal olayların izlenmesine dayalı sıkı bir zeminde durduğudur. Fakat tarih belgelere ve basılı ve el yazması okumalara dayanmaktadır. Bu nedenden dolayı kurgu yakın gerçektir.” (Conrad, 1925: 17).
1930’lu yıllarda film endüstrisi resimlerin konuşturulması aşamasına geçmiş fakat ekonomik problemleri tamamen çözümleyememişti. Hollywood, eleştirmenlerin can damarı olan ve henüz büyük şehirlerde satılan filmlerin üretimini sağlayacak içerik standartlarını tartışmaya başlamıştı. 1930’lar sesli sinemanın büyük hamle yaptığı bir süreçtir ve Hollywood’da dünya sinemasının başkenti haline gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan daha da güçlenerek çıkan ABD, dünya liderliği konumunu sürdürmek açısından Hollywood’a önemli görevler yüklemiş, Amerikan tarzı yaşamın benimsetilmesinde Hollywood sineması güçlü bir ideolojik taşıyıcı vazifesi üstlenmiştir. (Hank, 2007: 7).
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Hollywood sinemasına baktığımızda bu dönemde gerçekten Amerikan kültürü ve tarihindeki ideolojik-toplumsal dönüşüme tanıklık etmekteyiz.
Amerikan filmlerinin yeni estetik anlayışı ve dağıtım endüstrisi gibi geniş temalar, sinemanın bu döneminin karakterini oluşturmaktadır. 1960 ve 1970’ler her ne kadar eğlence odaklı film üretiminin olduğu bir dönem olarak görülse de yukarıda belirtildiği gibi ideolojik yapılanmanın da tezahür ettiği bir dönem olduğu da söylenebilir. Özellikle bu döneme bakıldığında kendine ait farklı özelliklerinin bulunduğunu görmek mümkündür.
1967’den 1987’ye kadar olan süreçte Amerikan sineması daha önceki dönemlerden farklılık göstermektedir. İlk soğuk savaş döneminde, 1940’lı yılların sonlarından 1960’lı yıllara kadar Hollywood sinemasında sinemaskop seyirlikler, romantik müzikaller, aile melodramları, komünizm karşıtı filmler, ajanlık serüvenleri, romantik komediler, canavar filmleri, muhafazakâr ya da liberal çoğulcu türde Western filmleri, kadın cezalandırıcı korku hikâyeleri, toplumsal sorun filmleri gibi değişik türde yapımlar ağırlıktaydı. Toplumsal sorunların dile getirilmeye başlandığı bu dönemde geleneksel soyutlamacı temsil öğeleri ve gelenekler eleştiri amacı olarak kullanılmıştır. Tek bir ideolojisi olmayan Hollywood sineması gözden geçirildiğinde onun farklı amaçlara hizmet etmiş olabileceği düşünülmektedir.
Hollywood tarihinde Afro-Amerikalıların ötekileştirilmesine bakıldığında, karşımıza diğer ırkçı ayrıştırmalardan çok da farklı bir şey çıkmamaktadır.
Siyahilerin kendi kıtalarından Yeni Dünya’ya getirilmeleriyle başlayan kara tarihleri, güneyde pamuk tarlalarında köleleştirilmeleri ile devam eder. Kendi vatanlarına karşı olan aidiyetlerini kaybetmiş, kültür ve tarihlerini beraberlerinde taşıyamamışlardır. Geldikleri topraklardan sadece tenlerindeki rengi getirebilen bu köleleştirilmiş halk, yıllarca bu hayatı yaşamış, kuzeyin sanayi kapitalizmi ile birlikte tartışmalı bir şekilde özgürleşmişlerdir.
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Kuzey’deki sanayi patlamasıyla ortaya çıkan iş gücü açığı, güneyden gelen siyahilerle karşılanmıştır. Her dönem kendi kölelerini yaratmış, ama kölelerin rengi ve ırkı hiç değişmemiştir. Tıpkı bunun gibi Hollywood’da da bu kara talih değişmemiş, uzun yıllar süren ‘siyahi köle’ imgesi çekilen sinema filmlerinde de bu ırkı aşağılamaya devam etmiştir.
1950’lerde efsanevi beysbol oyuncusu olan Jackie Robinson, hayatını konu alan bir filmde oynamak için Hollywood’a davet edildiğinde, yapımcılar kendi hayatını konu alan bu filmde başrol oyuncusu olmasını teklif etmişlerdi. Hollywood’un Afro-Amerikalıları tasvirinde kayda değer bir adım olan The Jackie Robinson Story (1950) filmi önemli bir yere sahiptir. Fakat bu değişimin pozitif yönde olması uzun yıllar alacaktır.
Robinson Hollywood’u ziyareti sırasında, bir gazetede magazin yazarı olarak çalışan Helda Hopper ile röportaj için randevulaşır. Hopper’ın evine giden Robinson, yaşadığı olayla teni siyah olan insanlara karşı olan önyargının bir filmle değişmeyeceğini ve uzun yıllar süreceğini deneyimler. Robinson eve vardığında Hopper’ın Afro-Amerikalılara karşı oldukça olumsuz düşüncelere sahip bir bakış açısına sahip olduğunu anlar. Robinson’un eve geldiğinden haberi olmayan Hopper, yukarı kattan hizmetlisine şu şekilde bağırır: “Maude! Şayet evin içinde dolaşan bir zenci görürsen sakın bağırma. O sadece Jackie Robinson.”
Hopper’ın bu ırkçı ve aşağılayıcı söylemi Amerika’daki çoğu beyazın düşüncesinin bir tezahürü şeklindeydi o yıllarda. Bu ırkçı ifade Hollywood’un beyaz adam söylemlerinden çok da farklı değildi.
Hopper kariyerinin ilerleyen yıllarında Afro-Amerikalı aktör ve aktrisleri ile ilgili birçok yazı kaleme almıştır. Hopper’ın Hollywood filmlerindeki ırkçı söylemleri köşesine taşıması onu hem beyaz hem de Afro Amerikan okuyucuları tarafından oldukça tepki görmüş, birçok Afro-Amerikalıdan gelen mektup Hollywood sinemasındaki stereotip edilmiş, aşağılayıcı pozisyonlarda sunulan siyahilerin artık bu şekilde temsil edilmemesi gerektiği noktasında tartışmalara yol açmıştır. Hopper ve okuyucularının başlattığı bu politik söylem, Hollywood film yapımcılarının da dikkatini çekmiş ve kısa sürede siyahi insan hakları Amerika’da hızla büyüme başlamıştır. (Frost, 2008: 38-39).
Irk ilişkilerinin ve ırkçı temsillerin kesinlik kazandığı yıl olan 1946, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuyla birlikte Amerikan ırkçı söylemlerinin tekrardan düzenlendiği bir yıl olmuştur. Bu değişikliklerin yanı sıra NAACP Güneyin Şarkısı (Song of the South) filminde gelenekselleşmiş ırkçı sunumları tekrardan inşa etmiş ve 1915 yapımı Bir Ulusun Doğuşu (The Birth of a Nation) filmindeki Afro-Amerikan karakterin sunumuna bir tepki ve protesto olarak ön plana çıkmıştır.
Bir Ulusun Doğuşu filmi dönemi açısından ele alındığında, zamanı için büyük bir sinemasal gelişme olarak gösterilebilir. Amerikan kültüründe bir ikon olarak yerini alsa da, film aynı zamanda Amerika’nın ırkçı politikalarının da en önemli temsil unsurlarından biri olmuştur.
Beyazlar filmin kahramanları olarak karakterize edilirken, Güneyli ve siyah olanlar köle olarak ötekileştirilmişlerdir. Bu ötekileştirme olumsuz bir stereotipi meşrulaştırmıştır. Yönetmenliğini Griffth’in yaptığı 1915 yapımı film, Amerikan İç Savaşı ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yeniden yapılanma dönemi sırasındaki olayları ve iki aileyi konu olarak işler. Dönemi açısından büyük bir başarı olarak görülen film, ırkçılık üzerine yaptığı çıkarımlarla da büyük tepki toplamıştır. Beyaz oyuncuların zenci maskeleri takarak sergiledikleri Afro-Amerikan erkekler aptal ve beyaz kadınlara karşı saldırgan olarak gösterilmiştir. 190 dakika süren sessiz film, dönemin ırkçılık tartışmalarına da ön ayak olmuştur.
Filmde üç ana nokta dikkat çekmektedir: Birincisi yönetmen ‘beyaz kadını’ ‘mağdur’ olarak temsil etmektedir. İkinci olarak ‘beyaz erkek’ cesur ve kahramandır. Üçüncü olarak ‘siyah erkek’ aptallık ve korkunun temsilidir. Regester, filmin analizini yaparken, Amerikan filmlerinin birçoğunda olduğu gibi beyazların cesur ve kahraman, siyahların ise alçak ve korkunç olarak portre edildiklerini söylemektedir. Afro-Amerikalılar üzerine inşa edilmiş bu negatif algı oluşturma hareketi Bir Ulusun Doğuşu filminde de kendini gösterir. Griffith filmi kurgularken siyahlığı dehşetin, beyazlığı ise güvenliğin sembolleri olarak sunmaktadır. Savaş sonrası Hollywood’taki bu gelişmeler, Hopper gibi aktivistler tarafından desteklenmiş Disney gibi ırkçı söylemlerin hâkim olduğu film şirketleri de büyük ekranda bu tarz söylemlerden vazgeçmeye başlamışlardır.
Beyaz perde önünde görünen en belirgin Afro-Amerikan imajlarından biri de The Uncle Remus’du (Remus Amca).
Bu filme kadar genellikle Amerikalıların bu ırk için ötekileştirici sunumları şu şekildeydi: Birinci olarak, en baskın Afro-Amerikan karakterinin adı genellikle Tom olan bir köledir. Efendisine hizmet eden, itaatkâr, iyi kalpli, tahammüllü, cömert ve çok kibar olan bu köle olumlu karakter örnekleri sergilemektedir. İkinci örnek bunun tam zıddı bir karakter örneği içerir. Afro-Amerikalılar kurnaz, eğlencelik zenci ya da palyaço olarak resmedilmişlerdir. Siyahi maskeler takarak ya da makyaj ile beyaz tenini siyaha boyayan oyuncular ‘siyah adamı’ temsil ederlerdi. Bu oyuncular parçalı ve ezik İngilizce ile konuşup şarkı söyleyerek Afro-Amerikalıların konuşmalarını sunarlardı. Bununla birlikte, anlamsız, küçük düşürücü ve hayvani siyah maskeler takarak Afro-Amerikalılar ile ilgili ırkçı komediler ve şakalar yaparlardı. Walt Disney ve film yapımcıları her ne kadar Güney’in Şarkısı filminde başrolde Afro-Amerikalı birini oynatsa da bu stüdyolar ırkçı söylem ve üretimlerine devam etmişlerdir. (Frost, 2008: 41).
Hollywood’un Afro-Amerikalılar hakkında hikâye anlatış biçimi diğer endüstrilerdeki hikâye anlatım eğilimlerinden farksız olarak önceki kuşaklardan devralınmış bir miras gibi türevli olarak süregelmiştir.
19. yüzyılda sivil savaştan önce ozan geleneğinden gelen oyuncular yüzlerini siyaha boyayan beyaz Amerikalılardan oluşuyordu. Afro-Amerikalıları bu şekilde karikatürize eden ozanlar, konuşmalarında, şarkılarında ya da danslarında Afro-Amerikalılar gibi davranarak onları aşağılamaktaydılar. Bu durum ayrıca Amerikan kitle kültüründe bir eğlence formu haline gelmişti. Örneğin Disney’in yapımcılığını üstlendiği Güney’in Şarkısı filmi, Afro-Amerikalıların film endüstrisindeki içerideki ve dışarıdaki durumları için güçlü bir kritik unsuru olmuştur. Film Remus amca karakterinin canlandırıldığı rolde, Afro-Amerikalı imajına yeni bir bakış getirmekteydi. Fakat bu durum Afro-Amerikan filmleri üreten Hollywood yapımcılarını ve aktivistleri tedirgin etmiştir. Kendi oluşturdukları imajı altüst eden bu yeni karakter, mevcut algıyı ve durumu değiştireceği ve zayıflatacağı endişesini beraberinde getirmiştir. Hâlbuki bu tedirginliği gerektirecek bir durumdan bahsetmek mümkün bile değildi çünkü Remus Amca karakteri yine köle zihniyetini besleyen, onları ikincil sınıfta yorumlamaktan vazgeçmeyen Afro-Amerikalıları küçük düşürücü bir filmin ötesine geçememişti. Remus Amca karakterinin sadece iyi bir köle oluşu bile film yapımcılarını rahatsız etmeye yetmişti.
Beyaz perdede bu tarz imajlara tahammülü olmayan ‘beyaz adam’ filmi karşı taraf olarak izleyip eleştiren siyahilere karşı da savaş açmıştır. Filmin yapımcısı Walt Disney filmi eleştiren siyahi insan hakları savunucuları ve film eleştirmenlerine kulak vermeden bu filmi çekmiş ve Remus Amca karakterini eleştirenleri komünist olmakla suçlamıştır.
Çünkü Remus Amca, Afrikalıların ‘yeni dünya’ topraklarına getirildikleri tarihten bu yana beyaz Amerikalılar tarafından ötekileştirirken kullanılan stereotiplerin halkta oluşturdukları algının tekrar etmesiydi. Komünist bakış açısı ise bu oluşturulan sözde gerçekliğin karşıtlığı olarak gösterilmekteydi. Siyahi insanların haklarını savunanlar ve onların gerçekliğinin başka olduğunu ama sihirli ekranda farklı temsil edildiklerini savunanlar komünistlerdi.  Güneyin Şarkısı ise Hopper ve Disney gibi düşünen Amerikalıları temsil eden bir filmdi. Çünkü yüzyıllardan beri inşa edilen bir ötekinin sağlaması niteliğini taşımaktaydı. Onlar ırkçı sunumların değişimine karşı tereddüt içinde olmuş, komünist bakış açısı ile şekillendirdikleri algıyı destekleyerek işi filmi sevenleri ‘vatansever’ sevmeyenleri ‘hain’ ilan etmeye kadar götürmüşlerdir.
Güneyin Şarkısı filminde beyaz Amerikalılar kendi istedikleri Afro-Amerikan yaşam portresini görmüş, bundan da memnun olmuşlardır.
Siyah adamın tıpkı diğer filmlerdeki Tom ve Coon karakterlerinde olduğu gibi sistemin onaylayıcıları ve durması gereken yeri bilen karakterler olarak sunulması, Hollywood sinemasının bir politikası olarak 1970’li yıllara kadar devam etmiştir. Yine Güneyin Şarkısı filmindeki filozof ruhlu ve eğlenceli bir karakter olarak sunulan Remus Amca gibi 1939 yapımı Rüzgâr Gibi Geçti (Gone with the Wind) filmindeki Mammy karakteri de Afro-Amerikalılar ile ilgili daha önce belirtilen stereotipik sunumlarından biri olmuştur. Hopper gibi beyaz Amerikan ırk üstünlüğünü benimseyen ve Afro-Amerikalılar ile ilgili ‘kendisine verilen ile yetinmesini bilen’ politikasını benimseyen birçok Amerikan yapımcı da bu kampanyalara destek olmuştur. Mammy ve Uncle Remus gibi karakterler üreterek, Afro-Amerikalıların alt tabakaya ait oldukları vurgusu sürekli toplumun hafızasına kazınmıştır. Hopper için Uncle Remus ve Mammy Afro-Amerikalılar için ideal karakterlerdir. Onun perspektifinden bakıldığında sancısız ırk harmonisi tam da onların sunum şekliyle örtüşmektedir.
1970’lerden sonra Afro-Amerikalıların sunumunda Amerika’nın içinde bulunduğu döneminin de etkisiyle daha pozitif bir yaklaşımın yerleşmesiyle birlikte ötekileştirmenin şeklinde bir değişikliğe gidildiği söylenebilir.
1989 yapımı Glory ve 1997 yapımı Amistad filmleri, Afro-Amerikalıların USA tarihindeki konumları hakkında bilgi edinmek için Amerika’daki bazı okullarda eğitim amaçlı kullanılmaktadır. Amerikan tarihindeki siyahilere iade-i itibar gibi görünen Glory filmi, Amerikan sivil savaşındaki siyahilerin rolünü anlatırken, Amistad ise bir grup Afrikalı kölenin yurtlarından Amerika’ya götürüldükleri sırada çıkardıkları isyanı anlatan bir film olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu filmler 1900’lerin başından 1970’lere kadar olan süreçte Afro-Amerikalılar ile ilgili ötekileştirici filmlerin nasıl farklılaşıp değişime uğradığını göstermeleri açısından çok önemlidir. Irk, ırkçılık ve özgürlük temalı Amistad filmi, Afro-Amerikalılar hakkındaki baskın tarihi hikayeleri daha kompleks ve iki tarafın bakışı üzerine inşa etmiştir. (Stoddard & Marcus, 2006: 26).
Amerikan halkının bilgi edindiği kaynaklar üzerine çalışmalarda bulunan Stoddard ve Marcus, filmlerin ve televizyonun ana kaynak olarak Amerikan toplum hayatındaki önceliğine vurgu yapmaktadır. Hollywood’un ürettiği ırkçı filmlerin bu noktadaki önemine de işaret etmek gerekir. Film tarihinden bu yana Afro-Amerikalılar ile ilgili üretilen filmlerin ne kadarı objektif olarak tanımlanabilmektedir? Hollywood filmleri, tarih derslerinde eğitime yardımcı kaynak unsuru olduğu düşünüldüğünde yapılan her filmin içerdiği ideolojik söylem daha da önem kazanır. Tarih sınıfındaki bir öğrencinin Afro-Amerikan tarihi ile ilgili bilgileri bu filmlerden öğrendiği düşünüldüğünde, gösterilen filmin neyi hedefleyerek, nasıl mesaj ve temsiller içerdiği de bir başka sorunsal olarak karşımıza çıkar.
Glory ve Amistad filmlerine geri döndüğümüzde hikâye ve karakterlerin inşa edilmesinin dışında, tarihi anlatım dilini de analiz etmek gerekmektedir. 
Glory filmindeki Afro-Amerikalılara bakıldığında karakter kompozisyonlarını üçe ayırmak mümkündür. Her şeyden önce Afro-Amerikan karakter sinirli kaçak bir köledir. İkinci sunulan daha iyi, insancıl, “amca” görünümlü ve davranışlı bir karakterdir. Üçüncüsü ise orta sınıf özgür bir Afrikalıdır. Amistad filmi karakterler açısından ele alındığında, Afrikalıların gemiden kaçmasına yardımcı olan ana beyazların dışında, köleleri geminin içinde tutmak isteyen beyaz karakterler de mevcuttur. Bunun dışında gemide isyan çıkaran Afrikalılar özgürlükleri için mücadele veren birer direnişçi olarak temsil edilmektedir.
Filmlerdeki Afro-Amerikan karakterlerin inşa biçimlerine baktıktan sonra bu durumun bu alanda çalışanlar tarafından nasıl yorumlandığına göz atmak konuyu anlamak açısından oldukça yararlı olacaktır. Kritik ırkçı yaklaşım teorisyenleri, ırkçılık düşüncesinin Amerikan kurumlarını istila ettiğini ve Amerikan sosyal yaşamında oldukça yaygın bir düşünce biçimi olduğunu savunmaktadırlar. Bu, Hollywood film yapımcılarının da bilinçli ya da bilinçaltına yerleşmiş bu tarz ırkçı değerlere sahip oldukları anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra bir kurum olarak Hollywood film endüstrisi bu değerlerle yapılandırılmıştır. Bu da kurumun doğal olarak ırkçı değerlere sahip olduğunu göstermektedir (Yosso, 2002: 53).
Fakat film endüstrisinin finansman kaynaklarına ve stüdyo mantığına dayanmasından dolayı popüler filmlerin mali olarak başarılı olması yani ekonomik talepleri karşılaması gerektiği göz önüne alındığında Hollywood film endüstrisinin ırkçı tarihi belgelemesi çok da kolay değildir.
Ancak Peter Rollins Hollywood filmlerinin bilinçli “toplumsal ya da politik öneme sahip konularda karşı tutumu değiştirmek için farklı zamanlarda farklı filmleri ürettiğini” vurgulamaktadır. (Rollins, 1998: 1).
Afro-Amerikan temsilleri sadece sinemada değil Amerikan animasyon kısa filmlerinde de görülmektedir. 20. yüzyılın başlarından itibaren Amerika’da yaygınlaşan çizgi film karakterlerine bakıldığında ırkçı söylemleri destekleyen birçok çizgi film karakteri görülmektedir. Amerikan animasyonunun doğduğu zamanlar olan 1907 yılından itibaren Felix the Cat ve Mickey Mause gibi çizgi karakterlerin Afro-Amerikalılar gibi siyah yüzlü olarak sunuldukları görülmektedir. Daha birçok formda görünen Afro-Amerikalılar, “happy-go-lucky Uncle Tom” gibi insani özellikler taşıyan hayvanlar olarak karakterize edilmişlerdir. Örneğin Fred “Tex” Avery çizgi filmlerinin içine Afro-Amerikalıları aşağılamak için düzenbaz ruhlu aşağılık karakterler yerleştirilmiştir. Yine ördek Duffy ve Tavşan kreasyonları ahmak, korkunç, aşırı cinsel ilgisi olan ya da kirli karakterler olarak sunularak toplumdaki sosyal sözleşmeler ve normları hasara uğratmıştır. (Lehman, 2007: 199).

 

Yazarımızın diğer sinema yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir