atlar
Ömer Mutlu

BABİL KUZGUNLARI

Birinci Sürgün
 
Kuşların gölgesi düşmüş göğsüne
Üç kuş sahrayı geçerse artık hiçbir tapınakta yer kalmaz bana
Sen Keldani bir gülüşsün Nippur’da
Gece şimşeklere, ben gözlerine rehin kaldım ey Ningal’ın kızı!
Senin boynunun deltasında Tanrıların mührü var
Hani sen nehirlerden bir inci, defnelerden bir taç örmüştün rüyalarıma
Ve de bütün çöllerin kokusunu
Sana kehribari bir gökyüzü ve ateşe atılmış bir putla karşılık vereceğim!
Yoksa bir daha nasıl yükselirim seninle safran sarısı zamanlara
Bakışların kartal, sözlerin ışık
Güney rüzgârlarında Anzû’nun kanatlarından düşürdün beni
Ningal’ın kızı, Ereşkigal’ın kız kardeşi, sazlıkların tanrıçası
Sen Uruk’ta ceylan avlarken yerin altında
Sana tuzaklar kurardı babanın kızı Ereşkigal
Yedinci kapıda çıplaklığından başka sunaklara hediye edecek bir şeyin kalmamıştı
Öyle güzeldin ki çıplaklığın utandırırdı neşe kapısındaki herkesi
Durmadan çapkın atlarla koşardın göğün geniş ufuklarında
Kıskanç Tanrılar yüzünü tahriş ederlerdi
Nehir geçitlerinde kıskıvrak tutar öperdin bir toy kuşu gibi çerağımı
Havila’da dehşetin ve altınlarda çürüyen akiklerin
Gihon’da kuzguni bir şeytandın melekler katından
Ne de olsa maviliğin atlasında papatyaların baharı vardı
Durmadan çapaya ve sabana öten şafak horozları
Su kemerlerinde düşerdi köle kadınların toynakları
Ah Ninürta, hangi küheylana yaslansam bütün kuşların sürgünü düşer ellerime
İkinci Sürgün
Boğazıma geçirdiğim yemeniye Zeus’un kahkahası düşmüştür
Dilek tepelerine attığım her muska da
Bulutsuz bir çingenenin uçarı gülüşünü dudaklarımda kanırtıyor
Sen yamaçlarımın İdris’i
Kendimi büyük ölümlere bırakarak soruyorum sana:
Bana ne kalabilir senden başka?
Üçüncü Sürgün
Bir zigguratın taşına dayadığın alnın
Bir nar gibi dağıtıyor gülüşünü bütün zamanlara
Dudakların her zaman eğik bir takvim gibi kıvrılıyor mezmurların içinde
Ey gözlerime kehkeşanlar taşıyan ürperiş, beni dağlara kaldır ki
Ayın taçlı burçlarında seninle yükseleyim göğün zağarlarına
Hani benim üç yüzüğüm vardı Afrika gibi netameli
Zengibar’da çakallar kum falına bakıyordu ben sana düşüyordum
Düşe kalka boynuna samanyolu takıyordum
Ah o zaman ellerin ne güzel oluyordu
Ay taşıyordu rüzgâr taşıyordu
Koca bir Afrika’yı taşıyordu

 

Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir