JAKARANDA’NIN SESİ

Hayır! Bu bir yerel gazete ismi değil. Beni dinlemeniz için böyle bir başlık seçtim. Yoksa odun der geçerdiniz.

Kendimi bildim bileli buradayım. Ne zaman doğdum bilmiyorum ama kendime ilk geldiğimde hemen yanı başımdaki yeşil evi fark ettim. Önceleri evden kısaydım. Burada yaşayan sarışın kadın dallarıma dokunabiliyordu, nazikçe, incitmeden. Yanım yörem hep çiçek.  Bana da çiçeklere de aynı ilgiyi gösteriyordu. Anlamasam da bizimle konuşurken sesindeki müziğe bayılıyordum. Zamanla dilini öğrendim. Bizi seviyordu, evet. Boyum uzadıkça masmavi gökyüzüne yaklaşıyorum, büyüyorum yahu büyüyorum. İçimden çığlık atmak geliyor ama sesim çıkmıyor! Ben de ne yaptım, çiçek açtım. Meğer ağaçlar konuşamadıkları için çiçek açarlarmış. İlk mor goncamı gördüğünde kadının attığı çığlığı hiç unutmam. Benim sesim çıkmıyordu ama onunkisi gayet gür. İkimizin yerine sağa sola yayılıyor.

Ben büyüdüm, sarışın kadın mutlu oldu. Ben çiçek açtım, o çığlık attı. Ayıptır söylemesi uzunum ya, artık çiçeklerime ulaşamıyor. Ben de ne yaptım, usulca üstüne yollamaya başladım. Saçlarına, giysilerine, bahçesine mor yağmurlar yağdıkça kadın gülüyor, o güldükçe ben daha çok yağıyordum kahkahalarına. Rüzgâr da yardım ediyor tabii.   Ama benim bünye ters işliyor Sağımdakiler solumdakiler yapraklandığında ben çıplak kollarımla bekliyor, onlar dökülmeye başladığında ben önce yeşillenmeye sonra çiçeklenmeye başlıyordum. Bu işte bir tuhaflık vardı ama kadın buna daha da çok seviniyordu Artık o sevinsin diye mi yoksa mecburen mi bilmiyorum, ben de bu sürprizimi her sene tekrarlıyordum. En mutlu yıllarım.

Sonra bir gün saçlarına artık karlar yağmış kadın gitti. Bir arabaya bindirip götürdüler onu. Koca koca makinalar gelip evi yıktığında korktum önce. Beni de yıkacaklar sandım, buraya kadarmış dedim. Ama bana dokunmadılar, aylarca çalıştılar. Güzel bir ev yükselmeye başladı hemen yanı başımda. Ben merakla izliyorum onları. Kahkahalı kadını özlüyorum. Havalar serinlediğinde yeşillenmeye, ısındığında dökülmeye devam ediyorum. Bekliyorum, neyi beklediğimi bilmeden.

Ev büyüdü büyüdü, önce benim boyuma ulaştı, sonra geçti.  Kısa boylu yeşil ev kadar olmasa da bu da uzun ve zarifti, sevdim onu. Sağıma soluma beton döktüler ama bedenimi rahat bıraktılar.

Bir de limon ağacı diktiler bahçeye. Günler geçiyor ama limon ağacı hep aynı. Uzamıyor kısalmıyor, sadece çok konuşuyor.  Neyse ki sesi aşağılarda da uzaktan geliyor, ben başımı göğe veriyorum.

Sonra yeni bir kadın geldi eve. Tam da başımın olduğu yerde yaşıyor. O da sarışın, o da kahkaha atmaya bayılıyor, konuşmayı seviyor. Artık dillerini çok iyi anlıyorum ya, bana nasıl güzel şeyler söylüyor. Uzanıyor, kollarıma dokunuyor, ellerimi kokluyor. Ben de bu sefer ona yağdırmaya başladım çiçeklerimi, yapraklarımı. O benle, ben de onla mutluyuz.

Bir sabah yeni sarışın kadını ayaklarımın yanında beyaz saçlı bir adamla konuşurken duyduğumda başımı eğdim aşağılara. Üç beş çiçek yolladım kadına, fark etmedi. Baktım, adam sinirli, kadın da üzgün görünüyor. Dinledim sessizce, tuttum çiçeklerimi, yapraklarımı.

-Keselim bunu, arabayı rahat park edemiyorum, dedi adam.

-Senden bahsediyorlar, dedi limon.

-Ama beyefendi, bu çok değerli bir ağaç, çok da güzel, dedi kadın.

– Evet, benden bahsediyorlar, dedim limona.

-Olabilir ama hem balkonumuzu kirletiyor, hem de otopark girişini kapatıyor, dedi adam.

-Beni ufak tefek gördün de Karamürsel sepeti mi sandın? Dedim sana, savurma şu çiçeklerini dedim ama dinletemedim, dedi limon.

-Nasıl kapatıyor? Direksiyon biraz sağa kırıldığında rahatça girilebiliyor. Üç beş manevra fazla yaparız, ne var yani. Bunun için ağaç kesilir mi? dedi kadın. Sanırım artık sinirli.

-Senin tuzun kuru tabii! Bahçede istediğin gibi yayılıyorsun. Bense bu betonda sıkıştım kaldım, dedim limona.

-Hem neden değerliymiş ki bu ağaç? diye sordu adam.

– Sen mi değerlisin? dedi limon.

–  Güney Amerika’dan gelmiş, buralarda nadir bulunuyor, dedi kadın yılgın bir ses tonuyla.

-Güney Amerika neresi yahu? diye sordu limon.

– O zaman dönsün Güney Amerika’ya, burada ne işi var? dedi adam.

-Sanırım uzaklarda! diye cevap verdim limona.

Küçük dilim olsa oracıkta yutacaktım hani. Uzakların ağacıydım ben. Demek onun için kafam ters çalışıyordu benim. Tüm kardeşlerim yeşilken ben soluyor, onlar soluyorken bense renkleniyordum. Şimdi taşlar yerine oturuyordu da ben kendimi bildim bileli buralıydım. Buranın havasını solumuş, suyunu içmiş, sarışın kadınların kahkahalarıyla mutlu olmuş, şenlenmişim. Ayrıca ağacım ben yahu, nasıl gideyim. Ama çok korkmuştum. Galiba artık gidiciydim, gövdemi köklerimden ayıracaklardı. Yaşamımın tersi düzü kalmayacaktı. O güne kadar hiç düşünmemiştim ama galiba yaşlanarak, solarak gitmeyi tercih ediyordum.

-Galiba gidicisin, dedi bücür limon. Sesinde üzüntü mü vardı ne!

Birkaç çiçek de ona yolladım Ne yapayım, dalımdan başka şey gelmiyor.

Yeni sarışın kadın hışımla uzaklaştı. Az sonra pencereden gördüm. Bilgisayarının başına oturmuş, hızlıca çalışıyor, parmakları hiç durmuyor. Sonunda yüzünde bir zafer gülümsemesi belirdiğinde rahatladığını anladım. Bu sanırım beni de ilgilendiriyordu.

Telefonunu aldı eline, bir yerleri aradı. Çok kıymetli dedi, nasıl yapsak dedi, ne etsek dedi, evet dedi, hayır dedi, peki dedi, kapadı.

Ben yine rüzgârla hasbıhal ettim. Çiçeklerimi savurdum. Günü selamladım. Kollarımdaki kuşları kovaladım. Sarışın kadın bir süre ortalarda görünmedi. Korkuyla bekliyorum, neyi beklediğimi bilmeden.

-Hadi yine iyisin, dedi limon bir sabah. Sesi keyifli mi ne!

-Hayırdır? dedim.

-Plaket vereceklermiş sana.

-O nedir yahu?

– Ne bileyim ama seni kesmeyeceklermiş aslanım. Geçen gün konuşurlarken duydum. Senin tabii başın yükseklerde, bir afra bir tafra, şansını zorluyorsun. Sen de herkes çiçeklenirken çiçek açıp herkesle birlikte dökülsene. Yok, illaki farklı olacaksın.

Bu limon çok konuşuyor, sarışın kadına sorayım ben en iyisi.

Nihayet göründü balkonda, tam başıma yakın. Hemen en güzel çiçeklerimden birini aldım yolladım. Rüzgâr yine yardım etti tabii. O da aldı çiçeğimi, kabul etti, elindeki kitabın arasına koydu. Başını kaldırıp baktı bana. Ah canım benim,  nasıl da mutlu.

-Kurtuldun, sana dokunamayacaklar, dedi. Kültür Bakanlığı’na gittim, seni anlattım. Gelip bakacaklar, gövdene bir yazı asacaklar. Diyecek ki yazıda, bu ağaç değerlidir, kesilemez. Bu da ağacı, yeşili, çiçeği sevmeyenlere kapak olsun.

Bunları dedi ve ben hepsini anladım.

Gerçi “kapak olsun” ne demek bilmiyorum ama sarışının mutluluğu bana da bulaştı. Eğildim, usulca dokundum yanağına. Öpücük kondurmuş bile olabilirim.

Seviyorum bu kadını…

1 thoughts on “JAKARANDA’NIN SESİ/ Berrin Yelkenbiçer

  1. Emre Anılmış dedi ki:

    Ağaçları sevelim, koruyalım 🙂 Kaleminize sağlık, bir çırpıda okudum.

Emre Anılmış için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir