Esen yal.
Ahmet Günbaş

ESEN YEL’DEN, IŞIKLI BİR KİTAP: 2023

Aynı zamanda bir mizah yazarı olan öğretmen-yazar Esen Yel’in kaleme aldığı her öykü ya da roman, evrensel bir derinlik içinde gelişir. Bir bakıma kökleriyle birlikte yürüyen tarih ortaklığından söz edebiliriz. En azından yazılı insanlık tarihine hâkimdir. En ilkel insandan en modern insana doğru evirilen yolda gerek yaşam biçimleri gerekse düşünce farklığını bir çırpıda özetleyip kıyaslayan haliyle nereden gelip nereye gittiğimizi duyumsatır bize. Dahası hiçbir izi, hiçbir parçayı yabana atmaz, gerektiğinde taşı gediğine koyacak şekilde kullanır. Temeli oldukça sağlamdır. Fonda, anlatılanla uyumlu nesnel bir benzerlik göze çarpar. İnsanlığın büyük serüveni içindeki koordinatları oldukça belirgin ve inandırıcıdır. Onu çağdaşlarından ayıran belki de en önemli özelliği, ilerleyen yaşına karşın öğrenme sürecini inançla ve keyifle sürdürmesidir denebilir.

Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne adanmış 2003* yapıtında 18 öykü var birbiriyle ilintili. Evrimselliği merkez edinen öykülerdeki anlık zaman geçişleri kurgusal bir özellik taşımakla birlikte, dünle bugün arasında gidip gelen çok yönlü bir haraketliliğe sahip. Bunu, yapıtın ilk öyküsü Trenin Ayakları’nın ilk paragrafında fark ediyoruz hemen:
“Telaşla bindi trene… ‘Trenin ayakları raylara değmiyor.’ Doğanın, pencereden görünümü çizgi gibi. Öykü anlatıcısı motivasyonu sağlam yerden başlatıyor. Gözümün içine bakarak yarı tebessüm, hafif alaysı: ‘Makinisti değiştirmişler diyor.’” (s:11)
Kara trenle maglev treni arasındaki teknikte yapay zekâ farkı çok önemli bir ayrıntıdır. Trendeki evrimleşmeyi ‘zaman treni’ kavramıyla açıkladığımızda; kömürlüsü, mazotlusu, elektriklisi, mıknatıslısı (yani maglev treni), raylar boyunca bir uygarlık zinciri oluşturur.
Öykünün Evrimi, Evrimin Öyküsü’nde ise, yazarın evrim coşkusuna daha yakından tanık oluruz.
Bir yanda insanın, bir yanda araç gereçlerin evrimi!..  Dünyayı değiştirmeye, yaşama dokunmaya tutkuyla devam… Öyküler de aynı şekilde evrimleşmez mi, evrimleşir elbet. Aslında öyküleşme, insanlık tarihi kadar geniş bir varsıllığı kapsar. Sözüm ona “Anadolu’nun kadim öyküsü” dâhil, Mezopotamya uygarlığını içine alan süreçte, toprağı kazdıkça insanı da kazmış oluruz. Avcı-toplayıcı birliktelikle başlayan günlük mağara yaşamından Sümerlerdeki meyhane kültürüne erişmek işten bile değil. Ne var ki insanlığı ilgilendiren her serüvende ilkellikle gelişmişlik çatışma halindedir. Örneğin İskenderiye Üniversitesi’ne bağlı İskenderiye Kitaplığı’nın gericilerle yağmalanıp yakılması tarihin en büyük utançlarından biridir.  Yazara göre girişinde “Bilim, bizi tanrıların gazabından korusun” sözünün bulunduğu kütüphanenin yakılması; “bilimin öyküsü, sanatın öyküsü, yaşamın öyküsü, öykünün öyküsünü” (s:25) çiğneyerek “Taa Darwin’in Galapagos adalarında bu öykünün izlerini bulup gün yüzüne çıkarışına kadar” (s:26) üç bin yıllık birikimi de yakıp kül eylemişti. İlk kadın matematikçi, gökbilimci, filozof ve kütüphaneci Hypatia’nın linç edilerek öldürülmesi söz konusu utancı misliyle katlar.
Altamira / Evrimin Parmak İzi öyküsüne bakarsak, Altamira mağarasındaki resimlerden yansıyan ışığın önemini bir daha kavrarız. Yazarın yorumuna ekseninde Orta Çağ karanlığını yırtan olağanüstü bir güce sahiptir Altamira’dan yansıyanlar:
“Büyük büyük büyük atalardan bugüne bir ileti, bir mesaj vardır Altamira duvar resimlerinde… Bu mesaj, henüz Einstein’ın doğmadığı tarihte ‘zamanı bükmüştür.’ Kilisenin dünyaya meydan okuyan o kibirli megaloman çanını çatlatmıştır.” (s:29)
Ahmet Bar / Bir Neolitik Çağ Öyküsü’yle yönümüzü Aşıklı’ya çeviren zaman okumasında, avcı-toplayıcı yaşamdan tarıma ve dolayısıyla evcilleştirilmiş yaşama geçilen süredeki gelişmeler yakın çekim görüntülerle canlandırılır. Sonrasında bir ahlat çevresinde aşkla toplanmanın parıltısı uzun uzadıya anlatılır. Ahlat ağacının meyvesini yiyerek sazdan yapılmış bir flüt eşliğinde eğlenen kızlı erkekli topluluğun öpüşme büyüsüyle başlayan üreme zinciri, barışı ve sevgiyi de öncelemiş olmalıdır.
Aşkın vazgeçilmezliğini, Aşk Hiç Uzaklarda Olmadı öyküsünün kahramanı komşunun çilli kızı ile sümüklü oğlanın her türlü yasağı/günahı hiçe sayan ilişkisinde de görebilirsiniz. Ne yazıktır ki, binlerce yıl sonrasında iki gencin öpüşme faslı bir ayıp olarak işlenir insanlık siciline.
Malurus Splendens Kuşunun Aşk Öyküsü’nde ise eş seçimi öncesi dişi kuşun onayını almak için hızlı bir dans gösterisi yapmak zorunda kalan erkek kuşlar, -dişi kuş içlerinden sadece birini seçecek olsa da- aşk dönüşünü deneyimden sayarlar. Belki de bir incelik dersidir o dansın adı kim bilir! Yazar, dans etmeye hazır erkek kuşun halindeki fiziksel ve ruhsal uyumu şöyle tanımlar:
“İlkin bedensel düzgünlük…
Kanatların, ayakların, bedenin…
Beyninin tüm becerileri eni yansıtacaksın.
Dişi aden kuşu, senin gösterini bir bütünlük içinde görüp değerlendirecek. Sakın hafife almayın, dünyanın en acımasız sanat seçicilerinden biri gibi düşünün dişi adeni bana kalırsa.
Görüntü kesinlikle kusursuz olacak. “(s:66)
Dilerseniz aşk bahsine, yazarın gençlik aşkı Tülin’i de ekleyebilirsiniz.  İzmirli anılarda yer eden fuarlı bir buluşma sonrası Tülin’in bugüne yansıyan portresi hayli çağrışımlı ve coşkuludur:
“Öyküdeki Tülin yalnızca bir genç kız değil. Tülin, geçen yüzyılın ikinci yarısı. Yaşam biçimi, İzmir… Tülin, henüz selfi icat edilmeden çektiğim kendi imgelemle birlikte bir kent görseli. Daktiloyla yazılıp bilgisayara ulaşan bir öykünün yüzüncü yılı gören cumhuriyet kızı…” (s:74)
Bir de aşkla yapılan işler vardır ki, onları da saygıyla anmak gerekir. Örneğin, Kilim Desenli Çoban Çantası’nın sahibi olan öğretmen okulu öğrencisi Çilem Ilıca’nın çantasından çıkan şiir defteri, şiire ve aşka inanmanın günlüğü gibi dururken aynı çantada yer alan biri Max Beer’e, diğeri Sabahattin Ali’ye ait iki yasaklı kitap da ışıklarıyla ortalığı aydınlatmayı sürdürürler.
Kasabanın Sırrı Oralarda Bir Yerlerde öyküsünde, bin bir emekle ürettikleri şaraplarını diktatör Mussolini’ye vermek istemeyen Vittoria kasabasının sakinleri, saklama yöntemi olarak antik  bir mağaranın çıkış tünellerini kullanırlar. İşgalci birliğin yüzbaşısı durumu fark ettiğinde belediye başkanının yüz rengi değişir; ancak gerek Robert Crichto’nun 513 sayfalık The Secret of Santa Vittora adlı romanında, gerekse aynı romanın sinemaya uyarlanan filminde Esen Yel’in, tarihin işine karışarak eklediği korsan bölüm ne yazık ki hiçbir kayıtta yer almaz:
Gece şarapların başka bir zulaya taşındığından başkana henüz haber verilmemişti…” (s:43)
Benzer hinlik Alaaddin’in Sihirli Lambası’nda da varlığını sürdürerek, lambanın ciniyle yazarı karı karşıya getirir. Tüm sorun, din kavramını yeniden tartışmaya açmaktır. Bilgisayar simülasyonu sonucu modern giysilerle donatılan cin, Google aramasında hâlâ 4300 dinin varlığını öğrenince keyiflenir. Buradaki mizah öğesi, ne yazık ki cinden yana buruk bir ironiye dönüşür:
“Gülümsüyordu… Şu anda hâlâ aktif olan 4300’ün içinde ‘cin taifesinin de’ hâlâ aktif olduğunu algılamış gibiydi.
Gülümsüyordu…” (s:49)”
Esen Yel’in geçmişle diyalogu daima yürürlüktedir. Bir bakmışsınız telefonun mucidi Graham Bell’e “Alo” diyerek akranıymış gibi konuşmaya başlar; bir de bakmışsınız, Büyük Sahra ile Amazon ormanlarını yan yana getirir, hatta üst üste çakıştırırarak öncesi ve sonrası arasında farkı göstermeye çalışır.  Bunu sadece düş ya da hayalle açıklamak yetersiz kalır. O kıyaslamadan gelecekle ilgili çıkarılacak dersler vardır kuşkusuz. Sözgelimi, son yıllarda dillendirilen “iklim krizi” kavramı hakkında kafa yormanın zorunluluğu çıkarsamalarımız arasındadır. Ki asıl çölleştiğimiz nokta burasıdır. Tıpkı Büyük Sahra’nın son haline kafa yormadığımız gibi!.. Üstelik cayır cayır yanan/yakılan ormanlarla birlikte öykülerin de yandığını duyumsamayanlar pek dünyalı sayılmazlar!
Yazarın, cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne armağan ettiği öykü toplamında Simurgun Kuyruğu adını taşıyan bir öykü var ki, parıltısı ve işlerliğiyle en öne çıkar. Bu öyküyü özellikle orta öğrenim kurumun her kademesinde kılavuz kılmak gerek her öğrenciye. Kaldı ki yediden yetmişe herkes Simurgun Kuyruğu’ndan payını alabilir. Başta yazarımız Esen Yel, dur durak bilmeyen çağdaş bir Sİmurg görünümündedir zaten. Hedeflerden hedef beğendirir ileriye bakana. Ona göre, “Gider sapiensin gelişmiş beyin korteksindeki yerine yerleşir. Yine ölümsüz kanatları vardır. İnanılmaz devinimlidir. O artık idealdir, amaçtır. Çağdaş insanın uçuş rotasını belirleyen akıllı haritadaki simgesel varış noktasıdır.” (s:94-95)
Yazarın iddiası odur ki, 21. Yüzyılın teknolojik hızıyla kanatlanan bir kuştan rahatlıkla söz edebiliriz beynimizde. O kuş, insanlık tarihi kadar derin bilgiler taşır önümüz sıra. Aynı anda hem geriye hem ileriye bakabiliriz onun sayesinde. Bir bakıma “üç yaşında bilgisayar başında olan” bir kuşak için “Sapiens daha dünkü çocuk”tur.  Takıl peşine, zamanı yaşa. Velev ki hızına ayak uyduramadın. “Simurgu yakala. Hiç olmazsa kuyruğuna dokun…” (s:99) diyen o soylu sese doğru yürü. Asla pişman olmazsın!
Dilerseniz, yapay zekâca kurgulanan Flash Mob Yüzüncü Yıl Fantezisi mi, yoksa görkemli bir 100. Cumhuriyet Balosu mu dersin; (Balo fikrini ben uydurdum. Yazar uydurur da ben uyduramaz mıyım?) cumhuriyet değerlerini oluşturan güzel insanlardan bir karşılama hazırlayalım size! Bakınız, kimler toplanmış o hayal âleminde:
“Katılımcılar, inanılmaz bir topluluk oluşturuyor. Cumhuriyetin kurucuları. Kırk Kuşağı eksiksiz burada. Eğitimciler, sanatçılar. Hasan Ali Yücel’le İsmail Hakkı Tonguç mutlu görünüyorlar. Nâzım Hikmet, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Sabahattin Ali biraz arkalarda, sakin izliyorlar. Çağdaş giyimli Cumhuriyet kadınları, erkekleri…
Saniyeler içinde insan debisinin hızı zaman sığmıyor.” (s:118)
Dahası var elbet. Anlı şanlı 68 Kuşağı ve dönüşümün odağında bulunan sanatçılar gibi!… Yüzüncü Yıl Marşı’yla dünyayı sarsacak kadar müthiş bir kalabalık!..
2023, böylesi şenlikli bir kitap!.. Bellek arşivinde olması gerekeni özenle koruduğu gibi, olası bir yenilgide ya da yitiklikte sıfırdan başlamak konusunda her zaman azimli, kararlı ve sürükleyici!..
Siz, hey gelecekten umudu kesenler, bu şenlikli kitaba bir iyimserlik belgesi gözüyle de bakabilirsiniz. Canınız sıkıldığında ya da içiniz daraldığında şöyle bir gezinebilirsiniz sayfalarında. Kısaca Esen Yel’in okurdan beklentisi de budur sanırım: Işıklı bir kapı aralığından içeriye doğru süzülmek!.. Bence çok şeye değer!

*2023/öyküler– Esen Yel, Efeakademi Yayınları, 1.basım, 29 Ekim 2023

 

Diğer analiz yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Related Posts

1 thoughts on “ESEN YEL’DEN, IŞIKLI BİR KİTAP: 2023 / Ahmet Günbaş

  1. Esen Yel dedi ki:

    İyi günler sevgili Panzehir Okurları…
    2023’ün ilk açılımını Ahmet Günbaş arkadaşımın yazısında görmek büyük mutluluk oldu benim için. Yazıyya Hülya Duman arkadaşımın izinden giderek ulaşmak da çok güzeldi.
    Sevgili Günbaş, kitapla ilgili söylenecekleri söylemiş diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.
    Umarım, 21. Yüzyılın içinden hızla geçmekte olana “inglev” trenlerin ayrımında olanlar da olacaktır en azından.

    Sevgiler yolluyorum.
    Esen Yel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir