Beyaz Gemi  – Cengiz Aytmatov

Pandemi nedeniyle uygulanan zorunlu kapanma döneminde, markete uğrama bahanesiyle her gün evden çıkıp mahallemizin sokaklarını ve evlerin bahçelerini güzelleştiren mayısın armağanı leylak, erguvan ve mor salkımları selamlayarak uzun yürüyüşler yaptım. Bu çok renkli ama bir o kadar da sessiz rotayı her gün aynı şekilde adımlamaktan tam sıkılmaya başlamıştım ki, bir anda bu yürüyüşü çok daha çekici hale getirmenin bir yolu olduğunu hatırladım.

Geçtiğimiz günlerde arkadaş gruplarının birinden gelen bir linki anımsamıştım. Bu link TRT Dinle adlı bir uygulamaya aitti. Bu uygulamayı telefonunuza indirdiğiniz anda her türlü müziğe ücretsiz ulaşabildiğiniz gibi, radyo tiyatrosu oyunlarını, öyküleri ve hatta romanları da dinleyebilmektesiniz. Tiyatro eğitimi almış kişiler tarafından okunan bu metinler “Sesli Kitap” olarak yürüyüşlerime eşlik etmeye başlamasından çok memnunum.

Bugüne kadar hiç sesli kitap dinlememiştim. Yazarla arama başka bir sesin girmesine doğrusu çok sıcak bakmıyordum. Daha ilk dakikalardan itibaren metnin ruhunu yakalamış, eğitimli bir okuyucunun kitabı daha da güzelleştirebileceğini fark ettim.

Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi adlı romanı benim ilk sesli kitabım olarak dijital kütüphanemde yerini almış oldu.

Bu roman okullarımızda 12-13 yaştan itibaren çocuklarımızın okumaları önerilen, hatta zorunlu dönem ödevi olarak verilen edebiyat metinleri arasındadır. Orta öğretim çağındaki gençlerimiz 7-8 yaşlarındaki bir erkek çocuğun gözünden anlatılan öyküyü okuduklarında iyilik ve kötülük kavramlarının bedenleşmiş hali ile karşılaşacaklardır. Ancak bu roman iki katmanlıdır ve sembollerle yüklü bir eserdir. İlk gençlik çağındaki çocukların uzun doğa betimlemelerinden sıkılması da olasıdır. Ayrıca Kırgız toplumunun çok eski dönemlerdeki kültürüne de yabancı oldukları için, bu romanda özel bir ağırlığı olan efsane ve masallarla da çok ilgilenmeyebilirler.

Keşke öğrencilere bu harika metni bilgili öğretmenler eşliğinde sınıfta, bölüm bölüm inceleme şansı verilebilse. Böylece hem Türk halkının Orta Asya’daki  geçmişi hakkında ilk elden bilgi sahibi olmaları mümkün olacak, Kırgız kültürü ile tanışmış olacaklar hem de genç yaşlarında çok önemli değer yargılarını tartışma, anlama ve içselleştirme şansı bulacaklardır. Bir çocuğun gözünden anlatıldığı için bir gençlik romanı olarak değerlendirilerek bu büyük romana haksızlık edildiğini düşünüyorum. Öyle ya, kaç erişkin kişi ortaokul lise öğrencisi çocuklarına verilen zorunlu bir okuma ödevine ilgi göstererek Beyaz Gemi romanını merak etmiş, okuma listesine eklemiştir ki?

Kırgız yazar Cengiz Aytmatov ülkemizde en çok Selvi Boylum Al Yazmalım, adlı eseri ile tanınmıştır. Sanmayınız ki, bu roman da çok okunmuştur. Sadece çok izlenmiştir. Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin’in aynı adlı sinema filminde başrolleri paylaştığı bu ölümsüz eser “emek en yüce değer” güzellemesi yapar. Emeğin önemini vurgular, emeğin aşk ve cinsel tutku karşısındaki zaferini anlatır.

Beyaz Gemi aslında bir sitem eleştirisidir. Bu romanda SSCB döneminde, Komünist Parti’nin katı kuralları içinde ulusların kimliğinin yok edilerek, bir potada eritilerek yaratılan yeni ortak kültürün o uçsuz bucaksız coğrafyada yaşayan tüm halklara zorla dayatıldığı bir dönemde Kırgız halkının içinde bulunduğu koşullar anlatılmaktadır.

Romanın ana karakteri koca kafalı, koca kulaklı (yabakulak) ince boyunlu, aşırı duyarlı oğlan çocuğunun romanda adı geçmez.  O, zor koşullarda yaşayan tüm çocukların isimsiz temsilcisidir.  Dedesinin giymediği orman korucusu kasketi hep başındadır.

Öykü Kırgızistan’ın dağlık bölgesinde, uzaktan Issık Gölü’nü gören yüksek bir bölgede büyük ve yaşlı bir ormanın yakınında geçmektedir. Çocuğun dedesi Kıvrak Mümin ve teyzesinin kocası Orozkul orman korucusu olarak çalışmaktadır ve hemen ormanın kıyısında toplam üç evlik bir yerleşim yerinde yaşamaktadırlar. Çocuğun anne ve babası o çok küçükken ayrılmıştır. Geçmiş bir günde dedesinin anlattığına göre babası çocuğu ve annesini bırakıp gemicilik yapmaya Issık Göle gitmiş, şimdi başka karısı ve çocukları varmış. Anne ise baba gittikten sonra çocuğu dedesine emanet ederek, şehre taşınmış, orada iş bulmuş ve yeniden evlenmiştir. Bir daha da çocuğu görmeye gelmemişler.

Çocuk; sevecen dedesi, huysuz üvey ninesi, kocası orman koruma şefi Orozkul’dan sürekli dayak yiyen teyzesi Bekey, kapı komşuları genç orman işçisi Seydali, karısı Gülcemal ve onların bebeğinden başka kimsenin olmadığı bir ortamda büyümektedir. Hiç arkadaşı olmayan çocuğun hayal dünyası çok zengindir. Evlerinin yakınındaki çayda dedesinin taşlarla çevreleyerek oluşturduğu küçük bir gölcükte yüzmekte, çayın kıyısındaki büyük kayalara şekillerini benzeterek, “deve”, “tank”, “kurt” gibi isimler vermiştir. Bu kayalarla arkadaşlık etmekte, onlarla konuşmaktadır.

Dedesi özverili çalışması nedeniyle kendisine ödül olarak verilen dürbünü torununa vermiştir. Çocuk bütün gün dürbünü ile çevreyi izlemekte, akşam saatlerinde Issık Gölde seyreden beyaz geminin yolunu gözlemektedir. Çocuk beyaz gemiyi izlerken hayaller kuruyordu. Babasının o gemide çalıştığına inanıyor, balık-çocuk olmak, evlerinin yakınından akan çayda yüzerek, göle ulaşmak ve beyaz gemiye çıkmak istiyordu. Gemiye çıkınca yeniden insan çocuk olacaktır. Babasına kendini gösterdiğini ve ona sarıldığını düşlüyordu. Balık-çocuk olmak onun için uzak bir hayal değildi. Bir gün yapacaktı bunu.

Babasına kavuşunca ona yaşadığı yerlerden söz edecektir. Dedesinin ne kadar iyiniyetli ve saf bir insan olduğunu, ötekilerin dedesine nasıl kötü davrandıklarını, ninesinin kendisine nasıl sanki bir yabancıymış gibi davrandığını, Orozkul enişteyi ve eniştesinin her sarhoş olduğunda kısırlıkla suçlayarak Bekey Teyzeyi dövüşünü, sonbaharda okula başlayacağını her şeyi anlatacaktır Ayrıca dedesinden duyduğu masalları da anlatacaktır. En çok da “Boynuzlu Maral Ana” efsanesi hakkında babası ile konuşmak istemektedir.

Beyaz Gemi

 

Çok eski tarihlerde bölgede yaşayan kabileler arasında savaş hiç eksik olmazmış. Kırgız halkı başbuğlarının cenaze törenindeyken düşman kabilenin baskınına uğramış, tek bir canlı insan kalmayıncaya kadar tüm Kırgızlar kılıçtan geçirilmiş, hayvan sürüleri de çalınıp, götürülmüştür. O sabah cenaze töreninden önce ormanda oynamaya giden iki küçük çocuk bu baskından sağ olarak kurtulmuştur. Masal uzun, kısaca söylersek; bir dişi geyik (Boynuzlu Maral Ana) tarafından ak sütü ile beslenerek ve Boynuzlu Maral Ana’nın rehberliğinde çok uzun bir yolculuktan sonra Issık Gölü kıyılarına ulaşan çocuklar burada büyür ve evlenirler. Onlardan yeni bir soy doğar. Tüm Kırgızlar bu soydan geldiklerine inanırlar ve soylarını koruyan geyiklere çok büyük saygı duyarlar.

Aradan uzun zaman geçer. Çok zengin bir Kırgız tüccar ölür. Çocukları babalarının şanı için görülmemiş büyüklükte ve şatafatta ziyafetler düzenler. Bununla da yetinmez, babalarının mezarlarını maral boynuzu ile süslemeye kalkarlar. Yaşlı Kırgızlar devreye girer, maralların önemin gençlere yeniden anlatırlar. Soylarını kurtaran ve koruyan Boynuzlu Maral Ana’ya ve onun çocuklarına yaşamlarını borçlu olduklarını hatırlatmak isterler. Ama yaşlı Kırgızları dinleyen, sözlerine önem veren olmaz.  Kısa sürede bir moda oluşur ve herkes atasının, babasının mezarını boynuzlarla donatma yarışına girer. Ormanlarda müthiş bir kıyım olur. Maral soyu tükenmeye yüz tutar. Son kalan bir iki maral da küserek, dağlara çekilir, başka diyarlara göçerler. Romanda geçen “paranın hüküm sürdüğü yerde, güzel söze ve güzelliğe yer kalmaz” ifadesi bu soykırımı kısaca özetlemektedir.

Bu soykırımdan utanan ve üzülen birkaç kişi hala maralları özlemekte ve yeniden görmeyi ummaktadırlar. Kıvrak Mümin Dede de bu iyi inanlardan biridir. Anası babası tarafından aranıp, sorulmayan biricik torununu bu eski öykülerle masallarla, efsanelerle avutmakta, bildiklerin inandıklarını ona aktarmaya gayret etmektedir. Romanda ana karakter olan oğlan çocuğu, yolda oynarken rastladığı askeri kamyonun sürücüsü Kazak gençle sohbet ederken ona ailesini, kimlerden olduğunu sorar. Asker genç dedesinden daha eskisini bilmiyordur. Çocuk Kazak şoföre şöyle der:  “Dedem diyor ki, atalarının adlarını, kim olduklarını unutanlar, kötülük yapmaktan utanmazlarmış. Çünkü o zaman insanın nasıl biri olduğunu ne çocukları bilirmiş ne de çocuklarının çocukları.”

Çocuk soyunun yedi nesil öncesini bilmenin önemini dedesinden öğrenmiştir. Kazak genç bu bilgi karşısında önce şaşırır ama nra kendisini toparlar ve büyüyünce bu dağlarda kalmamasını, okuyup, büyük kente gitmesini salık verir. “Şimdi Sovyet zamanı, biz uzaya gidiyoruz. Bırak bu eski zaman masallarını “der.

Çocuğun dedesi Kıvrak Mümin çok çalışkan bir insandır. Asla kimseye sesini yükseltmemiş, herkesin yardımına koşmuş, her türlü davet ve şölende asla konuk olmamış, hep hizmet etmiş,  elinden her iş gelen, kimseye itiraz etmeyen, sinik karakterli, yumak huylu, kendisinden istenilen her işe koşturan, yetmişli yaşların ortalarında, ömrü boyunca zor koşullarda kıt kanaat geçinmiş, hep iyilik düşünmüş, iyilik yapmış bir insandır. Bunca iyi ve saygılı bir kişi olmasına rağmen yaşına başına bile yeterince saygı gösterilmemiş, herkes tarafından horlanmış, küçük görülmüştür. Romanda geçen “kendisini saydırmasını bilmeyeni saymazlar” ifadesi Kıvrak Mümin’i doğru bir şekilde tanımlamaktadır.

Romanda bir de kötü adam Orozkul enişte vardır. Bitişik evde oturan annesinin ablasının yani çocuğun teyzesinin kocasıdır. Dedenin ve Seydali’nin işvereni ve patronu konumundadır. Kaba saba, tembel, kötü huyludur. Rüşvet almakta, kendisine içki ve yemek ısmarlayanlara ev yapmaları için ormanın koruma altındaki en görkemli ağaçlarını hediye etmektedir. Üstelik bu ağaçların kesilmesi ve ormandan indirilip, çaydan geçirilerek, yolda bekleyen kamyona yüklenmesi işini kayınpederinden ve orman işçici Seydali’den beklemektedir. Esip, gürleyerek, işten atmakla tehdit ederek, onları zorla kirli işlerine alet etmektedir. Romanda geçen “kendi ayıbını örtmek isteyen başkalarının yüzüne kara çalar” ifadesi Orozkul’un kişiliğini tam olarak anlatmaktadır.

Aslında Orozkul’da çok mutsuz bir adamdır. Yaşadığı bölgede ve kültürde evlat sahibi olmak çok önemlidir. Bir türlü çocuğu olmadığı için her gün bir bahane ile kısır olduğuna inandığı karısını dövmekte, aşır şiddet uygulamaktadır. Mümin Dede ve çocuk bu duruma çok üzülmekte ama bir çare de bulamamaktadır. Orozkul adı romandaki önemli sembollerden biridir. “Rus Kulu” anlamına gelen bu ismi aslında gerçek hayatta hiçbir Kırgız kullanmaz. Yazarımız sürekli çevresine terör estiren,  karısını döven,  hep sarhoş gezen karaktere Orozkul adı vererek, soyunu ulusal kimliğini unutan, iktidarın yardakçısı olan, bencil ve şiddet eğilimli bu kişi aracılığıyla baskıcı sosyalist rejimi ve Rusları üstü kapalı olarak eleştirmektedir.

Roman gezgin satış kamyonunun (maşin mağaza) orman korucularının yaşadığı yere gelmesiyle başlar. Mümin dede o sonbaharda okula başlayacak torunu için siyah bir okul çantası satın alır. Çocuk çok sevinmiştir. Artık dürbünün yanı sıra yeni bir arkadaşı daha olmuştur. Çantasını gece uyurken bile başucundan ayırmayacak, hep onunla konuşup dertleşecektir.

Beyaz Gemi aynı zamanda bir doğa şölenidir. Kırgızistan dağlarını, yaylalarını, yaz mevsimini, sonbahar ve kışı anlatan satırlar çok güzel yazılmış, tanımlamalar renkli ve şiirsel bir dille ve hiç süslemeden, abartılmadan, incelikle yapılmış. Bir okur olarak, büyük yazar Aytmatov’un sözcükleri ile Tengri (Tanrı)  Dağlarında, yüksek ağaçların gökyüzüne uzandığı koyu ormanlarda ve kışlık otların biçildiği yaylalarda dolaşıyor, deli deli akan çayın kenarında tatlı bir baş dönemsi yaşıyor, yükseklerden Issık Gölün gün boyu değişen renklerini izliyorsunuz.

Tam da bugünlerde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanını 35-40 yıl sonra yeniden okuyordum. O romandaki doğa betimlemeleri, bahar ve yaz aylarının Boğaziçi manzaraları, koruların güzelliği, mehtaplı gecelerde tekne ile deniz gezintilerindeki renkler, suyun, dalganın ay ışığının anlatımındaki şiirsellikle adeta çarpılmış, deyim yerindeyse ipnotize olmuştum. Sonra Aytmatov’un doğa betimlemeleri ile karşılaştım. Nasıl berrak, nasıl yalın ve nasıl etkileyici. İki büyük yazar. İki farklı üslûp. Her iki yazar da, iyi edebiyat seven okuru mutlu edecek metinlere imza atmış.

Beyaz Gemi romanında çocuğun yaşadığı çevre öylesine iyi anlatılmış ki, sanki kitaptan okumuyor, ya da benim gibi sesli kitaptan dinlemiyor da,  sinema perdesinden izliyorsunuz.

KIRGIZİSTAN - ISSIK GÖL

Bu yazı için bilgisayar başına oturduğumda, Beyaz Gemi romanının yazılmasından kısa bir süre sonra, yazarın yakın arkadaşı Bolot Şamşiyev tarafından 1973’te filme alındığını öğrendim. Film çekildikten sonra onay için bir yıl rafta bekletilmiş, Sovyet rejiminin propagandası niteliğinde bazı sahneler eklendikten sonra gösterime girmesine izin verilmiş. Film de, tıpkı roman gibi tüm dünyada övgü ile karşılanmış ve Kırgız sinemasının başyapıtları arasına girmiş.  Bununla da kalmamış,  yönetmeni dünya sinemasının 100. Yıldönümü nedeniyle Paris’te yayınlanan “tüm zamanların ve halkların en iyi 100 yönetmeni”  listesine alınmış. Yönetmen Bolot Şamşiyev ile yapılan bir söyleşinin linkini buraya ekliyorum: https://www.dunyabizim.com/dunyada-kultur/yonetmeni-beyaz-geminin-hikayesini-anlatti-video-h21560.html

Romanda fazla olay yoktur. Çocuğun hayalleri, yakın çevresinde bulunan altı yetişkine ilişkin gözlemleri ve Kırgız halkının geçmişine ait masallar, efsaneler romanın en önemli bölümleridir. Çocuğun anne ve babasından dolaylı olarak, sadece kırık bir-iki cümlede söz edilmektedir.

Beyaz Gemi’deki en önemli olaylardan biri, önceki kış tipide yolda kalan Kolhozun kamyon şoförlerinin bir gece orman korucularına zorunlu olarak konuk olmasıdır. Çocuk kendisi ile yakından ilgilenen ve Boynuzlu Maral Ana soyundan geldiğine inanan Kulubeg adlı genç adamdan çok etkilenmiştir. Onu çok sever. Onun güçlü ve kendine güvenli halini bir kurtarıcı olarak algılar. Evde işler yoluna gitmediğinde onun gelip sorunları kolayca çözebileceğini hayal eder.

Romanın son bölümünde dramatik anlatı iyice yoğunlaşır.  Orozkul kendisine rüşvet vermiş birisi için ormanda kaçak ağaç kesmiştir ve Dede ile birlikte kütüğü yola indirmek için uğraşmaktadır.  Orozkul’un acelesi nedeniyle işler ters gider ve ağaç kütüğü çayda bir taşa takılıp kalır. Torununu okuldan almak için geciken Mümin Dede ilk kez başkaldırır, damadını daha fazla dinlemez ve acele ile okula doğru yola çıkar. Yaklaşık iki saat geciken dedesinin yolunu gözleyen çocuk çok üzülmüştür, çok ağlamış ve dedesine küsmüştür. Eve dönerken Kıvrak Mümin torununa “o gün ormanda üç maral gördüklerini” anlatır. Çocuk çok heyecanlanır ve küslüğünü unutarak, dedesine gidip maralları ormanda aramak için yalvarır. Dede şimdi eve gitmeleri gerektiğini söyler. Çünkü evde onu büyük bir bela beklemektedir Orozkul işi yarım bırakıp gittiği için Mümin’e mutlaka kan kusturacak, onu cezalandıracaktır.

Romanın en gerilimli bölümünden daha fazla söz etmek istemiyorum. Mutlaka okumanızı veya benim gibi dinlemenizi öneriyorum.

Beyaz Gemi romanı şu cümle ile başlar: “İki masalı vardı. Biri kendi masalı idi. Onu kimse bilmezdi. Öteki dedenin anlattığı masaldı. Sonra hiçbir masal kalmamıştı.”

İlk masal çocuğun balık-çocuk olmak ve babasının çalıştığına inandığı gemiye kadar yüzmek, babasına ulaşmakla ilgiliydi ve bunu kimseye anlatmamıştı.

İkinci masal ise Kırgız soyunu kurtaran ve koruyanBoynuzlu Maral Anamasalıydı ama ne geçmişte ne de bugün o masala inanan maralları  seven ve koruyan kimse kalmamıştı. Çocuk için büyük bir düş kırıklığı söz konusuydu.

Roman yazarın çocuğa seslenişi olan şu cümle ile de sona erer : “Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. ve gök ebedidir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var, çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse, beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de ölmeyecek, var olacaktır.”

Romanın sonu çeşitli tartışmalara neden olmuş. Yazar sonradan uzun bir açıklama yazmak zorunda kalmıştır. Romanın yeni baskılarında bu açıklama da yer almaktadır.

Cengiz Aytmatov Dünya Edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından biridir. 1928 yılında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e bağlı olan ve Talas vadisinde yer alan Şeker Köyü’nde doğmuştur. Üst düzey memur olan babası 1937 yılında Stalin’in muhaliflerini insafsızca yok ettiği büyük temizlik harekâtı sırasında vatan hainliği ile suçlanarak tutuklanmıştı. 1938 yılında, Cengiz Aytmatov daha 10 yaşındayken babası 138 Kırgız aydın ile birlikte kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Cenazelerin gömülmesine izin verilmemiş, 138 Kırgız aydınının ölü bedenleri bugün başkent Bişkek’te Ata-Beyt (baba mezarı) olarak anıt- müze haline getirilen alanda, eski bir kerpiç fabrikasının içine atılmıştı.

Babasının tutuklanacağı anlaşılınca tiyatro sanatçısı olan annesi ile doğduğu köye dönmüş ve ilkokulu orada okumuştur. İkinci dünya savaşı yıllarında köylerde sadece kadınlar ve çocuklar kalmış olduğu için küçük yaşlardan itibaren tarlada ve Sovyet yönetim birimi olan köy kolhozunda memur olarak çalışmıştır.

Aydın bir kadın olan annesinin desteği ile eğitime yönelen Aytmatov 1946’da Kazakistan’ın Cambul şehrinde veteriner teknik okuluna girmiş, 1948’de Kırgızistan Tarım Enstitüsüne başlamış, 1953 yılında veteriner olarak mezun olmuştur. 1956-1958 yılları arasında Moskova’da Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsünde eğitim gördüğü dönemde Pravda gazetesinde yazmaya başlamıştır. Yazarlık dönemi ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgilere bu linkten ulaşmak mümkündür. https://tr.wikipedia.org/wiki/Cengiz_Aytmatov

Babaannesi beş altı yaşlarından itibaren Aytmatov’u ninniler, masallar, efsaneler anlatarak, türküler söyleyerek büyütmüştür. Aytmatov çok küçük yaşlardan itibaren ozanların atışmalarını dinlemiş, sohbetlerine katılmıştır. Sözlü kültürün devam ettiği ata topraklarında büyüyen yazarımız bu toprakların destansı havasından çok etkilenmiş, iç dünyası çok zenginleşmiştir. Halkını yakından tanımış, yazdığı öykülerde romanlarda Kırgız halkını anlatmıştır. Kırgız halkının tarih boyunca yaşadıklarından esinlenmiş, Kırgız coğrafyasında anlatılan kahramanlık hikâyelerine, yenilgilere, acılarına, milli değerlerine,  insanların günlük yaşamlarına, karşılaştıkları zorluklara eserlerinde detaylı olarak yer vermiş, sıradan insanı anlatmıştır.  Cengiz Aytmatov, Kırgız edebiyatını dolayısıyla Kırgız kültürünü, acılarını, hayatlarını, sevinçlerini dünyaya tanıtan değerli bir aydın, çok önemli bir yazardır.

1995 yılında Kırgızistan’ın bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmasından itibaren Luxemburg, Hollanda ve Belçika’da Büyükelçi olarak ülkesini temsil etmiştir. Kitapları 150’den fazla dile çevrilen Cengiz Aytmatov, seksen yaşındayken, “Gün Olur Asra Bedel” romanının film çekimleri için gittiği Rusya Federasyonu Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da 16 Mayıs 2008 tarihinde hastalanmış, böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavi için Almanya’ya götürülmüş, 10 Haziran 2008 tarihinde Nürnberg’de hayatını kaybetmiştir.

Cengiz Aytmatov henüz 9 yaşında iken babası tutuklanmış, baba hasreti ile geçen seksen yıllık ömrünün sonunda, ancak Kırgızistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bir mezar taşı olabilen babasının yanı başına defnedildiğinde sonunda babasına kavuşmuştur. Aytmatov çektiği onca acı ve yok sayılmaya direnmiş, güçlü kalemi ile her öyküsünde sevgiyi, direnmeyi, Kırgız ulusal kültürüne duyduğu bağlılığı anlatmış, tüm dünyada Kırgız halkının sesi olmayı başarmıştır.

 

2 thoughts on “Beyaz Gemi  – Cengiz Aytmatov/ Birsen Karaloğlu

  1. Melek Koç dedi ki:

    Sevgili Birsen hanım, sayenizde Beyaz Gemi’yi okumuş kadar oldum. Kaleminize, emeğinize sağlık. Size teşekkürler, büyük ustanın anısına saygılar…

  2. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Asıl ben teşekkür ederim edebiyat yolculuğumda tanıdığım kıymetli Hanımefendi. Siz sağ olun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir