ABUK VİRÜSÜ VE “SICAK KAFA”
Aralık ayı başında, şehrin ana caddelerinde Sıcak Kafa dizisinin kahramanlarının yer aldığı soluk renkli afişlerin sergilenmesi ve Netflix’in “İlk Türk distopik dizisi” diye reklamlara başlaması doğru bir pazarlama taktiğiyle, olması gerektiği gibi aynı zamana denk getirildi.
Afşin Kum’un 2016’da çıkan aynı adlı romanından uyarlandığını öğrendiğimde ilk iki bölümünü izlemiştim, sonraki bölümlere devam etmenin zamanını yaratmaya çalışıyordum.
Dizinin senarist ve yönetmenlerinden Mert Baykal Sıcak Kafa’yı 2018 yılında sesli kitap olarak dinlemiş. Sonra basılı halini tekrar okumuş. Fikri, hikâyesi, atmosferi, dili, içinde yaşadığı şehrin distopik tasviri onu çok etkilemiş. Afşin Kum’a ulaşıp kitabın haklarını almış. Aynı yılın sonunda Netflix’e kendi kafasındaki Sıcak Kafa’yı anlatmış.
Netflix’in diziyle ilgili ilk duyuruyu yaptığı 10 Mart 2020’den bir gün sonra ülkemizdeki ilk covid vakasının açıklanması manidar bir tesadüf olsa gerek.
Olaylar yakın bir gelecekte İstanbul’da geçiyor.
Konuşma yoluyla yayılan bir hastalık dünyayı ele geçirmiş ve her şey rayından çıkmış. Hastalığa yakalanan, gerçeklikle bağını yitiriyor ve saçma sapan konuşup davranmaya yani “abuklamaya” başlıyor.
Şehirde karantina bölgeleri oluşturulmuş ve bu bölgeleri rakamlarla ayırmışlar. Abuklar, duvarların ardında tutulmaya çalışılıyor ve diğerleri hastalığa yakalanmamak için kulaklık takıyor.
Osman Sonant’ın canlandırdığı dilbilimci Murat Siyavuş, hastalığa karşı bağışıklığı olan tek kişi.
Abuk virüsünü aldığı zaman kafası aşırı derecede ısınıyor. Sanrılar, gündüz rüyaları görüp çok sıkıntı çekiyor ama sonra iyileşiyor. Tilbe Saran’ın canlandırdığı annesinin evinde saklanırken Salgınla Mücadele Kurumu (SMK) bu durumunu öğrenip peşine düşüyor. Onlardan kaçıp eski ProjeX arkadaşı Özgür’ü bularak sıcak kafasından kurtulmanın yollarını ararken öğrenciler, doktorlar, öğretim üyelerinden oluşan, insani yollardan hastalığa çare arayan muhalif +Bir’cilerle tanışıyor ve önceleri gönülsüzce de olsa onlarla iş birliği yapıyor.
Oyunculuk kariyerinde Leyla ile Mecnun, Beş Kardeş gibi çok iyi işleri olan ve Fi dizisindeki muhteşem Sadık Murat Kolhan karakteriyle akıllarda yer eden Osman Sonant bu dizide de çok iyi.
“Uzun yıllardır distopya izleyip neden biz böyle işler yapmıyoruz diyen biri olarak, bu ilk örneğin ana karakterini oynamak büyük bir şans benim için” demiş. Seni izlemek de biz seyirciler için şans sevgili Osman Sonant.
Murat’ın annesi rolündeki Tilbe Saran ve SMK’nın bölge sorumlusu Fazıl’ı oynayan Kubilay Tunçer, tiyatro ve/veya illüzyonist kökenlerinden midir bilemeyeceğim ama seyir keyfini artıracak derecede iyiler.
Arka Sokaklar’da on altı yıl aynı karakteri canlandıran Şevket Çoruh, Anton rolünde yine bir kolluk kuvveti ama tekrara düşmüyor. Bu dizide daha az fevri, daha az bağırıyor.
Dizinin âşık taraflarından Şule rolünde Hazal Subaşı, güzellik kraliçeliğinden oyunculuğa geçiş yolculuğunda epey yol almış. Proje X’in beyinlerinden Özgür’ü oynayan Özgür Emre Yıldırım, siyah kalem çekilmiş gözleri, siyah ojeli tırnakları, deli bakışlarıyla sıra dışı, özgün bir karakteri başarıyla canlandırıyor.
Gonca Vuslateri’yi en çok Vasfiye Teyze rolünde beğenmiş bir izleyici olarak bu dizideki Yasemin halini sıradan buldum. Mimiksiz yüzü, dümdüz konuşmasıyla Yalan Dünya dizisindeki Eylem’i akıllara getiriyor. Bu durumda da Yasemin’in inandırıcılığı zedeleniyor.
Haluk Bilginer, üstün abukta çok az konuşuyor.
Konuşursa bulaştıracağının bilincinde. Hastalığını kontrol etme gücüyle diğer abuklardan farklılaşıyor.
Mert Baykal; hikâyenin genişleyebilmesi ve dramaya uygun hale gelmesi için adaptasyona gidilmesi gereken yerin kitaptan farklı olacağını bildiklerini, bu nedenle diziyle kitap arasında doğal olarak farklar olduğunu, önemli olanın kitabın ruhunun, fikrinin ve edebi güzelliklerinin aktarılması olduğunu ifade etmiş ve şöyle devam etmiş:
“Sıcak Kafa’da birçok evrensel eleştiri, tespit, çözüm önerisi var. Dünya tekno-totaliter bir düzene doğru hızla koşuyor. SMK gibi duvarlar örerek, bölerek, ayırarak varlık gösteren mekanizmalar bugün global olarak benzer şekilde mevcut. Özellikle, Çin’e, Rusya’ya, İran’a baktığımızda ne görüyorsak distopyamızda da bunların izdüşümlerini görmek mümkün. Abuklama, zaten tek başına, insanlığın geldiği nokta ile ilgili çok derin bir eleştiri. Tabii bir de umut var. Ezilenlerin, ötekilerin, güzel günler arayışında olanların yan yana geldiğinde ortaya çıkardığı sinerji var.”
Hikâye, Saramago’nun Körlük romanında hastalığa bağışık tek bir karakter olmasıyla benzerlikler gösteriyor.
Abukların kapatıldığı karantina bölgesinde geçen bazı sahneler de bende Ben Hur filminde cüzzamlıların kapatıldığı çukuru çağrıştırdı. Ama hepsinin ortak yanının bulaşıcı bir hastalık olduğunu göz önüne aldığımızda bu benzerlikler kabul edilebilir hale geliyor.
Romanın yazılması ve diziye uyarlanma fikri her ne kadar küresel covid salgınından önce gerçekleşmiş olsa da dizide abuklamadan korunmak için takılması gereken kulaklıkların güvenli yerlerde kollarda taşınması, son iki yılın distopik gerçekliğinden esinlenilmiş olsa gerek. Aslında böyle küçük ayrıntılar hikâyeyi daha inandırıcı, daha ikna edici hale getiriyor. Bu da dizinin çekim zamanlamasının şansı olmalı.
Ulusal kanallardaki sığ dizilerde asla küfretmeyen, öpüşmeyen, sevişmeyen ama insana dair her türlü rezilliği bağıra çağıra yapan karikatür tiplemelerden sonra dijital kanallarda dibine kadar küfredip tutkuyla sevişen kahramanlar bana göre daha gerçekler, daha inandırıcılar.
Küfür hayata dâhil ve yeri geldiğinde ruhun sigortası kimliğiyle ağız dolusu dillendirilmeli. Sıcak Kafa tam da öyle yapılıyor ve cuk oturtuyor.
Hep merak ederim, bizim dilimize özgü güzellikler, oyunlar, köşe kapmacalar uluslararası kanallarda nasıl çevriliyor diye. Netflix’te yayımlanan Sıcak Kafa’nın İngilizce alt yazılarına baktım da vallahi olmuş; hem de pek güzel, pek oyunbaz olmuş.
Netflix Türkiye’nin İçerik Direktörü Pelin Distaş platformun yarattığı etkileri şöyle açıklamış:
“Türk yapımlarını izleyen Netflix kullanıcılarının Türkiye’yi ziyaret etme isteği 2.6, Türkçe öğrenme istekleri 4.6 kat artıyor. Kültürümüze ilgide yüzde 29, edebiyatımıza ilgide ise yüzde 22 artış var.”
Bu oranlar iyi midir bilemiyorum ama ilginin ve bilginin artması pek güzel.
Sıcak Kafa dizisinde her ne kadar karantina altında distopik bir şehir sergileniyorsa da İstanbul güçlü aurasıyla yine de İstanbul; her daim muhteşem, her daim şahane.
Dizi sekiz bölümde bitti ama hikâye sona ermedi ve en heyecanlı yerinde kaldı. Haluk Bilginer’in asıl bundan sonra devreye gireceğini düşündüğüm ikinci sezonu merakla bekliyorum.
To be continued! Türkçe’ye çevirirsek; dizi de yazı da umuyorum ki devam edecek!
Kaynaklar: 2-5 Aralık 2022 tarihli Oksijen Gazetesi
Yazarımızın diğer yazılarını okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.