thumbs_b_c_9b90306d8a6d4946464e9db12c715357
Birsen Yalçın

AKÇA KIRTASİYE

Kapıyı açtığında, büyükçe bir saksıdaki muhteşem güzellikteki kamelyanın arkasında duruyordu kocası.

Hayırdır Fuat?!”

Yanımızdaki dükkânın açılışı vardı da hayırlı olsuna gittim. ‘Amca çok çiçek geldi, istersen bunu da sen al’ dediler.” 

 “Tamam, ellerini yıka da gel. Soğumasın yemek.”

Çiçeği alıp salondaki eski televizyonun yanına, yere koydu. Çok ağırdı saksı, taşırken elleri ağrıdı kadının.
“Yemekte ne var?”
“Sen seversin; etli nohut” dedi Hülya.
Fuat iki elini birbirine vurup “Turşu da açsaydın” dedi. Sandalyesini hızlıca çekip yemeğe koyuldu. Yemek bitip salona geçince çiçeği nereye koyacaklarını tartışmaya başladılar.
“Nereye koysak hanım? Pencere kenarına mı; güneş mi ister bu?”
“Dur bir bakayım.”
“Bir bardak su versek mi?”
“Önce yerini bulalım da sonra” derken kadın, gözleri ışıldayarak devam etti.
“Çiçekler de çocuklar gibi değil mi, sevilmekten ne de hoşlanırlar. En iyisi cam kenarına koyalım, hem yeterince güneş alırsa belki çabuk da çiçek açar.”
Çiçeği kaloriferin yanındaki zigon sehpanın üstüne koydu.
Fuat “Hadi dizimiz başlayacak, gel otur yanıma” deyip televizyonu açtı.
“Sence ne dersin, yavrucak bu bölümde ailesini bulabilecek mi?’’
“Amaan annesi de ne sorumsuz çıktı, çocuğa günah” dedi Fuat. Çiçeğe dönüp “Ah, ah! Bu da inşallah açar” diye ekledi umutla.
Sabah Hülya ve Fuat her zamanki gibi yüzleri birbirlerine dönük uyandılar.
“Çayı sen demlesene’’dedi Hülya Fuat’a.
“Olur demleyeyim hanım, tabii. Sen de iyice tembelleştin bu arada” dedi. Gülüştüler.
“Aaa Fuat Bey olmadı ama şimdi. Tuzlu peynirden alma demiştim, ne zaman aldın?’’
“Böyle de yaşanmıyor ki, tatsız tuzsuz.’’
“Sana bir şey olursa ne yapacağım? Doktoru dinlemen lazım.’’
Öğle saatlerinde gözlüklü bir çocuk ve arkadaşı dükkâna geldiler. İçeri girer girmez tezgâhın üstüne bir kalem kutusu çıkarıp “Harçlığımla kalem almak istiyorum. Bu kalem kutuyu babam Ankara’dan getirdi, herkeste yok bundan, her tarafı otomatik. Basıyorum kalemtıraş çıkıyor, basıyorum silgi. Mıknatıslı bunlar Fuat amca’’ deyip heyecanla iki tane kalem seçti, yeni gıcır gıcır kalem kutusunun içine koydu.
Fuat başı önündeki diğer çocuğa dönüp “Oğlum sen?’’ dedi. Çocuk sesiz kaldı. Onun yerine gözlüklü olanı “Abbas’ın babası bizim apartmanda kapıcı. Onda para ne gezsin, alamaz’’ dedi. Kendi kalem kutusunu övmeye devam etti. Fuat kavanozdan bir silgi çıkarıp Abbas’a uzattı. Abbas önü başparmağından yırtılmış, boyası yer yer kalmış ayakkabılarını saklamaya çalışarak kısık bir sesle “Teşekkürler’’ diyebildi.
Çocuklar kırtasiyeden çıkacakken, beyaz yakası sarıya dönmüş, siyah önlüğünün sökükleri belli olan çocuğa “Sen bekle çocuğum, arkadaşın gitsin” dedi Hülya. Diğer çocuğu gönderdikten sonra “Gel bakalım. Fuat amcanla her ay bize gelen çocuklardan birini seçer, buradan istediği bir oyuncağı ya da kırtasiye malzemesini hediye ederiz. Bu ay da sensin o şanslı. Ne istersin söyle?’’ deyince çocuğun o iri kara gözleri açıldı.
“Ne istersem mi? Parasız mı?’’
Karı koca birbirlerine bakıp başlarıyla onay verdiler.
Mahcup ama bir o kadar heyecanlı çocuğun yüzünde tarifi olmayan bir sevinç belirdi ve bir anda ”Selim’in, Selim’in kalem kutusundan da olur mu?’’ dedi.
Hülya ve Fuat birbirlerine bakıp güldüler. “Olur tabii” deyip tezgâhın arkasına geçen Fuat, yeni gelen kalem kutusunu Abbas’a verince çocuk sevinçle Fuat’ın elini öptü. Dükkândan “Anama göstermeliyim” deyip hızlıca çıkıp gitti.
Akşam evlerine dönerken mahallenin köşesindeki çiçekçiye uğrayıp yeni toprak aldılar. Eve geldiklerinde salondaki lambayı açıp “Bak sana yeni toprak aldık, belki daha çok yaprak verirsin” dedi kadın. Eğilip kamelyaya bir öpücük kondurdu.
Ertesi gün Abbas zil çalınca soluğu Akça Kırtasiye’de almıştı. Dükkânın camına yansıyan yüzünde mutluluk vardı. Okul çıkışları her gün uğrar olmuştu.
Kamelyanın yaprağının açmasından kısa bir süre sonra çiçeği de belirmişti. Ama bir türlü çiçek açmıyordu.
“Sence niye açmadı günlerdir hanım, bir derdi mi var?’’
“İlahi Fuat, şımarıklığından açmıyordur.’’
“İnsan mı ki şımarsın; sen de…’’
“Eee prensesim diye suyunu veriyorsun ya, naz yapıyordur sana.’’
Belli etmeseler de ikisinin de canı sıkılmıştı. O aralar Abbas da ayağını dükkândan çekmişti. Selim o gün gelmese, mahallede arayıp evini bulacaklardı. O kadar çok merak etmişlerdi. Çocuk içeri girince, ikisi birden Abbas’ı sordular.
“Hoş geldin delikanlı, sen Abbas’ın arkadaşıydın. O nerelerde, gelmiyor?”
“Hırsız Abbas nerden benim arkadaşım olacak?”
Karı koca bir birlerine bakakaldılar.
“Yapmaz öyle şey arkadaşın, günahtır konuşulur mu öyle?’’ diyerek Hülya çocuğa çıkıştı.
“Vallahi billahi, benim kalem kutumu çaldı.’’
“Denmez öyle arkadaşa oğlum.’’
Çocuk “Onun babası nerden alsın o kalem kutudan, her gün bizim ekmeğimizi taşıyan adam? Çaldı o, benimkini çaldı. Hem bütün okul biliyor, öğretmen de biliyor, ceza bile verdi ona. Oh iyi de oldu” deyince, Hülya ile Fuat oğlanın ardından el ele okulun yolunu tuttular.
Zil çalmış, bahçede bütün öğrenciler güneşli günün tadını çıkarıyordu. Koşturanlar, ip atlayanlar, sek sek oynayanlar, kenarda bankın üstünde tost yiyenler, bahçede cıvıl cıvıl görünüyorlardı fakat Abbas ortada yoktu. Okulun boyası kavlamış mavi koridorlarında yürürken, tepe saçları dökülmüş bıyıklı öğretmenle karşılaştılar. Olayı anlatıp Abbas’ın suçsuzluğunu dile getirdiler. Öğretmen de “Ben de ne hata ettim, hiç araştırmadan etmeden Selim’in dediklerine inandım. Olayların böyle olduğunu bilmiyordum. Vaktiniz varsa sınıfa beraber gitsek, çocuklara bir de siz anlatsanız” deyip karı kocayı sınıfa davet etti.
Uğultu ile bekleyen sınıfa girdiklerinde öğretmen çocuklara döndü.
“Bakın size kimleri getirdim. İki gündür yaşanan tatsız olay hakkında size anlatacakları varmış Akça Kırtasiye’nin.”
Kara tahtanın önünde, güneş ışıklarının tebeşir tozlarını karıştığı 4-C sınıfında bir anda sessizlik oldu. Merakla bütün gözler karı kocaya döndüğü sırada “Abbas, gel oğlum buraya. Sen de Selim” deyip olayın iki tarafını birden kara tahtanın önüne çağırdı öğretmen. Sonra da dönüp ‘’Ben kendi adıma senden çok özür dilerim, çok da üzgünüm Abbas” dedi.
“Sabırlı ol Selim. Sana da söz vereceğim.’’
“Ama öğretmenim.’’
“Çocuklar hepiniz bizi tanıyorsunuz, bazen küçük hediyeler veririz birbirimize. Selim’in Abbas’la kalem aldığı gün biz hediye ettik Abbas’a’’ deyince çocuk Fuat’a sarıldı. Öğretmen “Hadi hep birlikte özür diliyoruz değil mi çocuklar?” diye sordu.
“Özür dileriz Abbas’’ dediler hep bir ağızdan.
Selim’e döndü.
“Eee Selim, sen de arkadaşından özür diliyorsun herhalde? Anlamadan, dinlemeden kimse kimseyi yargılamamalı, suçlu ilan etmemeli, hele hırsız hiç dememeli.”
Selim “Özür dilerim” dedi ama sesi o kadar kısıktı ki kimse duymamıştı. Öğretmen “Biraz daha yüksek sesle söyler misin Selim, hepimiz duyalım” deyince Selim bu sefer yüksek sesle özür diledi.
Abbas haklı olmanın ve temize çıkmanın gururuyla “Tamam önemli değil” dedi.
“Olayı çözdüğümüze göre herkes sırasına. Size de çok teşekkürler” deyip kırtasiyeci karı kocayı nazikçe sınıftan çıkardı öğretmen.
Karı koca birbirlerinin elini sıkıca tuttular.
“Artık dükkâna gitmeyelim, eve gidip dinlenelim” dedi Fuat.
“Olur, öyle yapalım. Hem belki dünkü tomurcuk çiçek de açmıştır, yanına oturur çay demleriz.”
Kapıyı açtıklarında kamelyayı görünce gülümsediler. Fuat “Çayın yanına atıştıracak bir şeyler var mı?” diye keyifle sordu.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir