MARQUEZ ve BÜYÜK, BEYAZ TRANSATLANTİK
“ Acıyla dolu bir yaşamın sonunda, ölümün habercisi olan rüya, aynı zamanda yaşanmaya değer “o an” ın da habercisidir.”
.
Işık DEMİRTAŞ
2014 yılında kaybettiğimiz Kolombiya’lı yazar Gabriel Garcia Marquez, 1979 yılında yazdığı “Maria Dos Prazeres” (*) adlı öyküsünde bizi Maria Dos Prazeres’in Barcelona’ki evine, diğer yaşamına yaptığı hazırlık sürecinin tanıklığına davet ediyor. Öykü boyunca “Altın Çağ” özleminin kaybediliş ezgisinin uzak, belli belirsiz tınılarını duyacak, taht ve servet için öldürüp yok edenlere inat “Varolmak” ve “Var etmek” için ölenlerin yüreklerde kurduğu tahtın, her gün nasıl yenilendiğini okuyacaksınız.
Öykünün ilmek ilmek motiflenen satırları, GABO ‘nun (Gabriel Garcia Marquez’i dostları ve yakın çevresi bu isimle çağırmaktadır.) Güney Amerikalı yazarların yarattığı “Büyülü Gerçekçilik” akımının en önemli temsilcilerinden biri olduğunu, önümüze seriyor. Öykü bizi; hayalle gerçeğin, ölümle yaşamın iç içe geçtiği büyülü bir dünyaya götürüyor.
Öyküde, rüyasında ne zaman öleceğini öğrenen Maria Dos Prazeres yaşamının geri kalanını en ince ayrıntısına kadar planlar. On dört yaşındayken Manaos Limanında annesi tarafından gemicilere satılan bu Afrikalı küçük kızın sürüklendiği altmış iki çileli yıla inat, ölümüyle onu kucaklayacak yepyeni, mutlu bir “varoluş” u olacaktır.
Kahramanımız Maria Dos Prazeres’in kimi özellikleri yazarımızın izlerini taşır. Gabo da bir yaşındayken anne babası tarafından terk edilmiş ve albay olan dedesi tarafından büyütülmüştür. Doğduğu Aracata dışında Bogota’ya ilk yolculuğunu yaptığı gemide tanıştığı avukat, ona, dans ederken söylediği bolerolarından birinin sözlerini not etmesi karşılığında, Dostoyevski’nin “Öteki” sini armağan etmiştir. Maria da güzel Afrika’lı sesiyle şarkılar söylemekte ve dans etmektedir. Maria Dos Prazeres mesleğini icra ederken son durağı Barcelona’ya gelene kadar pek çok yer gezmiştir. Gabo da yazarlık macerasında, ülkesinin karanlık iklimini değiştirmek uğruna Kolombiya, Meksika ve Küba’da yaşamıştır. Bu yüzden 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü aldığında her üç ülke de onun kendi yazarı olduğunu iddia etmiştir. Dergi ve gazete yazarlığı onu Roma, Polonya, Macaristan, Paris, Moskova, Karakas ve New York’la da tanıştırmıştır.
1979 ‘da yazılan öyküdeki zengin ve yalın anlatım; örneğin kabristan sahnelerindeki : “Az sonra, hepsi gittiklerinde martıları ürküten, böğürtüye benzer bir ses duydu ve denizde Brezilya bandıralı koskocaman beyaz bir transatlantik gördü; Pernambuco Hapishanesi’nde onun uğruna ölen birinden kendisine mektup getiriyor olmasını ne kadar isterdi.” (Syf:114) Anlatımı, yazarımızın 1980’lerde başlayacağı sinemacılığın işaretleri gibidir. 1990’lara kadar sürecek sinema tutkusu onu, Havana’da Yeni Latin Amerika Sineması Vakfını ve San Antonio de Los Banos’da Uluslararası Sinema ve Televizyon Okulu kurmaya kadar götürür.
Siyasi duruşuyla kıtasının iktidar sahibi diktatörlerini zorlayan yazarımızın 1989 ‘da yazdığı “Labirentteki General” adlı kitabı, Venezüela’lı kurtarıcı, büyük lider Simon Bolivar’ın gayri resmi biyografisidir.
Yaşamı boyunca pek çok esere imzasını atan Gabrel Garcia Marquez’den söz ederken 1967’de yayınlanan romanı “Yüzyıllık Yalnızlık” ı anmamak olmaz. On milyon adetten fazla satan bu roman, yirminci yüzyıl Latin Amerika edebiyatının da ekseni, kıtanın dünya tarihi ve dünya çapındaki tartışmasız tek romanı olarak değerlendirilir. Romanla ilgili olarak Gerald Martin’in şu sözleri çok yerindedir: Martin’e göre Yüzyıllık Yalnızlık , “ Üçüncü Dünya’nın ve onun edebiyatlarının sömürge sonrası dönemde dünya sahnesinde yerini almasıyla bütün ‘modernliğin’ sonunu getiren dünya çapında bir olgunun parçasıdır.” (**) 2004 yılında Cervantes’in Don Kişot’unun yeni bir baskısını yayınlayan İspanya Kraliyet Akademisi, 2007 yılında Gabriel Garcia Marquez’in 70. Yaşı onuruna Yüzyıllık Yalnızlık’ın yeni eleştirel basımını çıkarmıştır. Kitapta Marquez’in edebiyat dünyasındaki en iyi iki dostu olan Alvaro Mutis’le, Carlos Fuentes’in yazılarının bulunması olağan karşılanmıştır. Aralarının pek iyi olmadığı söylenen Mario Vargas Llosa’nın da uzun bir yazısının kitapta yer alması ise herkes için sürpriz olmuştur. İçinde bulunduğumuz 2015 yılında yazarımız ile ilgili en taze bilgi ise, The Washington Post’un bulduğu ve gün ışığına çıkardığı arşivlere göre FBI’ın, 1961’den 1985’e kadar 24 yıl boyunca Marquez’i takip ettiğinin ortaya çıkarılmasıdır.
Şimdi de yazarımız Marquez ‘in Maria Dos Prazeres adlı öyküsüne bir göz atalım.
Öykü, Nisan ayında Barcelona’da 76 yaşındaki Maria Dos Prazeres’in evinin kapısının erken saatte çalınmasıyla başlar. Gelen, isteği üzerine cenaze ve defin işlerini görüşüp sözleşme imzalamakla görevli kişidir. Noelden önce öleceğinden emin olan Maria Dos Prazeres’in Kabristanın yeri ve özellikleri konusunda hassasiyetleri vardır. Kabristanda, iç savaşta ölen Bueneventura Durruti adlı anarşist ve iki arkadaşının yakınında bir yeri istemektedir Ayrıca sel tehlikesi olmayan, bol ağaçlı ve bir süre sonra çöpe atılmak için mezarının açılıp çıkarılmayacağı bir yer istediğini söyler. Satıcı ile yapılan konuşmalar tamamlanırken evin küçük epanyol köpeği Noi de gelir. Köpeğin duygularını belli edecek şekilde eğitilmiş olması satıcıyı şaşırtır. Evin zengin ve özenli döşemesi satıcıyı ayrıca etkiler ve kadına ne iş yaptığını sorar. Kadın kahkaha atarak orospu olduğunu söyler. Satıcı özür diler, kadın önemli olmadığını söyleyerek onu yolcu eder.
Maria Dos Prazeres yaşamakta olduğu evi, yıllar boyunca tek tek üst üste koyarak biriktirdiği servetle kendi isteğiyle emekli olduktan sonra satın almış ve yenilemiştir. Ev, Barcelona’nın çok eski ve soylu bir mahallesi olan Gracia’dadır ve duvarlarında hala eski bir çatışmanın izlerini taşımaktadır. Bu bölümde geçmişle olan tek bağlantısını; her ayın son cumartesi akşam yemeği yediği ve sonrasında da isteksizce birlikte olduğu Cardona kontu ile olan gizli ilişkisini öğreniyoruz. Oturduğu binada yegane tanıdığı, karşı dairesinde oturan 9 yaşlarında kızları olan genç bir çifttir.
Maria Dos Prazeres vasiyetini noterde hazırlattıktan sonra, kendi kabristanını her Pazar günü ziyarete gider. Mevsimlik çiçekler diker, bakımını yapar. Üç hafta sonra gittiğinde başında bekçinin beklediği üç isimsiz mezarın en başındakine Durruti’nin adını yazmayı başarır. Ve sonraki gidişlerinde aynı şeyi yüreği özlemle coşarak yapar. Böylece sonbahar ve kış geçip havalar yeniden ısındığında garip rüyalarına rağmen kendini hayata daha bağlı hisseder. Yılın en sıcak aylarını dağlarda geçiren kont geri döndüğünde onu kırk yıl öncekinden bile daha çekici bulur. Geçen zaman sürecince her Pazar kabristana götürdüğü Noi de sonunda tek başına kabristanda onun yerini bulmayı başarır.
Ertesi sonbahar ne olduğunu anlayamadığı kötü birtakım duygular hissetmeye başlar. Gezdiği ve gittiği her yerde bu duygularının belirtilerini görür. Belirtiler Ramblas’daki kuş satıcısı kadının gevezeliklerinde, kitap standlarında yıllardan beri ilk kez futboldan söz etmeyen erkeklerin fısıldaşmalarında, güvercinlere ekmek atan savaş gazilerinin derin sessizliğindedir. Noel geldiğinde bile o tasasız hareketliliğin arkasına saklanmış daha önceden iyi bildiği, bastırılmış gerginliği hissetmeyi sürdürür. İçindeki engelleyemediği huzursuzlukla uyuduğu bir gece korkunun dürtmesiyle uyandığında, penceresinin önüne “Yaşasın özgür Katalunya” yazan öğrenciyi vurarak öldüren devlet ajanlarını görür. Benzer bir huzursuzluğu Manaos’da küçük bir kızken Amazon ormanının sessizliğinde de hissettiğini hatırlar.
Bu dayanılmaz gerilimin ortasındayken Nisan ayının son cuması Cardona Kontu her zamanki gibi akşam yemeği için evine gelir. Buluşmaları daha önce sorgulamadıkları beraberliklerinin bilançosu gibidir. Gracia mahallesindeki nezih yaşlılığın yolunu gösterenin Kont olduğunu da bu bölümde öğreniyoruz. Uzun yıllardır birbirlerinden ne kadar çok ve ne kadar sevecenlikle nefret ettiklerini aynı anda fark etmeleri için ulusal bir sarsıntı gereklidir. Mutfakta yemek hazırlarken radyodaki haberlerde ölüme mahkum edilen ayrılıkçı üç Bask militanının hayatının diktatör Fransico Franco’nun kararına bağlı olduğunu duyarlar. Kont rahat bir nefes alarak onların kurşuna dizilmiş olacaklarını söyler. Çünkü başkan adil bir adamdır diye ekler. Dua et de öyle olmasın der Maria Dos Prazeres. “onlardan birini bile kurşuna dizerlerse, ben de senin çorbana zehir koyarım.” (Syf:117) Korkuyla nedenini soran Konta : “çünkü ben de adil bir orospuyum da ondan “ (Syf:117) diye cevap verir. Cardona kontu o günden sonra hayatından çıkar.
Hayatının son döneminin bu şekilde kapandığının bilincinde olan Maria Dos Prazeres’i gündelik yaşamında çevresindekilerin değişen davranışları da doğrulamaktadır. Artık, ona otobüste yer vermeye, yolda karşıdan karşıya geçmesine yardım etmeye, merdivenleri çıkarken koluna girmeye başlamışlardır. “Bunun üzerine kendisine anarşistlerinki gibi adsız ve tarihsiz bir mezar taşı yaptırmış, uykusunda ölecek olursa Noi’nin haberi vermek üzere dışarı çıkabilmesi için kapıları sürgülemeden yatmaya başlamıştır.” (Syf:117) Noi’yi de Pazar günleri hiç bir şeyiyle ilgilenmeden onu serbest bırakması koşuluyla, karşı dairede oturan kıza emanet etmiştir.
Sonunda Kasım ayının çok soğuk bir öğleden sonrası üç mezar taşına da adları yazmış otobüs durağına giderken Maria Dos Prazeres sırılsıklam ıslanır. Köpeği kucağına bastırıp zorlukla yürür. Ne dolu otobüsler ne de boş taksiler onun varlığını fark ederler. Tamamen umudunu yitirmişken gri metalik renkli şahane bir otomobil adeta hiç ses çıkarmadan önünde durur ve onu gideceği yere götürmeyi teklif eder. Otomobilin içindeki buz gibi soğuk ilaç kokusu, kendisini her şeyin önceden düşünülüp halledildiği mutlu bir alemde hissetmesini etkilemez. Nihayet o beyaz transatlantiğin içindedir. Sürücü, aracın sahibi olmadığını söyleyen genç bir emekçi Katalandır. Araç yolda sessizce süzülürken sürücüyü inceler…. Kendisine öleceğini haber vermiş ve üç yıl boyunca hayatını değiştirmiş olan o ilk rüyayı bir saniyeden daha az bir süre içinde yeniden, baştan sona gözünün önüne getirir. Evinin önüne geldiklerinde, otomobilin kapısını açan genç adamla gözleri birbirlerine kenetlenir. Adamın kararlı bir sesle sorduğu “yukarı çıkayım mı?” teklifine “nasıl isterseniz öyle yapın” diye cevap verir. “Karanlığın içinde tek tek saydığı adımlara kulak vererek ve karanlıktan kendisi kadar korka korka yaklaşmakta olan birinin giderek artan solumasını duyarak, sonunda kilidi buldu ve işte o zaman, yalnızca o anı yaşamak için dahi olsa, onca yıl beklemesine ve karanlıkta onca acı çekmesine değdiğini anladı. “ (Syf:121) Satırlarıyla öykü son bulur.
Gabriel Garcia Marquez’in şu cümlesini eklemeliyim:
“ Hayat, insanın ne yaşadığı değildir, ne hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.”
Son söz yerine; yazarımızın 6 Eylül 1980’de Espectador Dergisinde yayınlanan röportajında Edebiyat üzerine söyledikleri ile bitirelim:
“ Hikaye yazmak; harcı betonla karmak gibidir, aşk ilişkisine benzer. Yürümüyorsa onarılmaz.”
“ Roman yazmak; tuğla örmek gibidir, evliliğe benzer. Her gün onararak sürdürebilirsiniz.”
(*) “On iki Gezici Öykü” adlı kitap Gabriel Garcia Marquez ( Mart/1927 – Nisan/2014)’in on sekiz yıllık bir zaman diliminde aralıklarla tekrar tekrar kaleme aldığı kısa öykülerini bir araya getiriyor. “Maria Dos Prazeres “ adlı öykü de bunlardan biri. (Can Yayınları )
(**) Gerald Martin ; Gabriel Garcia Marquez . (T.İş Bankası Kültür Yayınları)
Bu yazı daha önce Papirüs Derginin Kasım-Aralık 2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
Elinize sağlık. Güzel ve bilgilendirici bir çalışma olmuş. Paylaştığınız için çok teşekkür ederim. İzin verirseniz, Marquez okumanın kötü yanının, onu bir kez okuduktan sonra, ruhunuzda bıraktığı o tadın bir daha asla unutulamaz olduğunu, okurda ama özellikle yazan ya da yazma gayreti gösteren kişilerde meydana getirdiği ruh sıçramasının kişiyi geri dönülemez bir yere evirdiğini söylemek isterim. Bununla birlikte, yazarın Can Yayınları’ndan çıkan ‘Yüz Yıllık Yanlızlık’ adlı kitabının arka yüzünün okunmasını özellikle tavsiye ederim. Orada Marquez kitabını nasıl yazdığını anlatırken, en sonunda ‘Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız’ demiş. Hem de bunu ‘Yüz Yıllık Yanlızlık’ gibi bir yerlere konulması oldukça zor bir romanı için söylemiş. Bence Marquez’i unutulmaz kılan, Homeros, Cervantes ve Sheakespear’i aynı potada eritip kendi, özgün sesiyle gerçekliğe dayanmayan tek cümle yazmamış olmasında gizli. Bu çalışmanızın, bugüne kadar Marquez okumamış olanların bu tat ve keyiften kendilerini daha fazla mahrum bırakmamalarına neden olmasını umuyorum. Paylaştığınız çalışmanız için tekrar teşekkür ederim.