Atmaca
İnsan en çok kimden korkar? Belki de kendinden korkmalıdır. Hükümenoğlu’nun her romanından sonra böyle değişik düşüncelere kapılıyorum. Roman kahramanlarının karanlık yönleriyle yüzleşirken, aslında kendi içimize bakmamız gerektiğinin bir kez daha farkına varıyorum. Kar Kuyusu, Körburun romanları ve Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri öykü kitabı yazarın daha önce okuduğum ve hayran olduğum kitapları. Kurgusuyla her seferinde ters köşe yapıyor. Onun için Atmaca’yı okurken yaptığım bir takım hesaplar sonucunda mantık hatası bulduğumu sanıyor fakat bunun yazar tarafından bilinçli kurgulandığını sonradan anlıyorum.
Yazarın sadık bir okuru olarak Atmaca beni şaşırtmadı. Sayfalar birbiri ardına kayıp gitti parmaklarımın arasından. Nitelikli okur için bu iyi bir tanımlama olmayabilir, onun için edebi tat aldığımı hemen ekleyeyim. Son zamanlarda yüz elli, iki yüz sayfayı geçen kitapları okumakta zorluk çekiyordum. Özellikle uzun romanlarda yapılan tekrarlar beni rahatsız ediyordu. Dört yüz sayfalık Atmaca’yı biraz beklettim o yüzden. Sonra akışına kapılıp gittim. O kadar hızlı okudum ki, sindirmek için birkaç gün bekleyip ondan sonra hakkında yazmaya karar verdim.
Atmaca kuşu, romanın kahramanı Ömer’in öfkesini simgeliyor. Şiddet konusu kitabın meselelerinden birisi. Şiddet nedir? Sadece başkasını fiziksel yaralamak mıdır? Kendimize zarar vererek de karşımızdakine şiddet uygulamış olur muyuz? Kendimizce haklı nedenlerimiz var diye, öfkeliyiz diye mazeretimiz mi var? Yoksa karısını döven adamdan farkımız yok mu öfkemizi kontrol edemediğimiz anlarda, o da bir şeylere sinirlenmemiş miydi, kendince mazeretleri yok muydu?
Roman dört bölümden, bölüm isimleri de yıllardan oluşuyor: 1995, 2001, 2015, 2019.
İlk bölümde Ömer lise sondadır, sonra üniversite yılları, çalışma yılları ve aşk hayatı. Aynı yıllarda ben de aynı yaşlardaydım, güçlü bir yakınlık hissettim. Kitap ben dilinde yazıldığı için Ömer’e yakınlık duymak çok doğal. Ancak belki cinsiyetimiz farklı olduğu için Ömer karakterine daha çok eleştiri ile yaklaştım. Bu romanı bir erkek yazmış belli, Erendiz Atasü gibi bir kadın yazar olsaydı daha farklı anlatılırdı diye düşündüğüm oldu. Ömer’in annesi yok, babası, erkek kardeşi Önder, ablası Ayfer ile bir aile apartmanında halalarının gözetiminde yaşarlar. Halası ve ablası anne yerine geçerek, ataerkil bir ailede kadına biçilmiş ne rol varsa hepsini üstlenirler. Ayfer’in gecikeceği bir akşam halaları “erkek halinize siz mi kuracaksınız sofrayı, bana gelin” diyerek onları çağırır. Bu örneği Ömer’in nasıl yetiştiğini görelim ve karakterini anlayalım diye verdim. Erkek olduğu için ev işlerinde sorumluluk almayan Ömer, yaşı ilerledikçe ilişkilerde sorumluluk almak istemeyecek, toplumun “erkek”e biçtiği role sığınarak işine geldiği gibi davranmaktan çekinmeyecektir. Mine’yle uzun süren bir birlikteliği varken, Derya her çağırdığında koşarak ona gitmesi diğer bir örnek. Derya, Ömer ona muğlak şeyler söylediği için Mine ile ilişkilerinin bittiğini sanmaktadır. Bir gün ona bir tablo hediye ettiğinde, almamasından durumu anlar, “bitti sanmıştım ilişkinizi, o zaman niye buradasın?” diye sorar. Ömer ise “sen yanında olmamı istediğin için.” diyerek yine kendi iradesini dışarıda bırakmıştır. Bu sahne Ömer’in karakterini gösterenlerden bir tanesi. Sözleri aklımda kaldığınca yazdım, romanda daha farklı ifade edilmiş olabilir. Son bölümde Ömer’in kendisiyle, ailesiyle, ilişkileriyle yüzleşmelerine tanık oluyoruz.
Hikmet Hükümenoğlu’nu bilmeyenler için Kar Kuyusu’ndan başlayarak tüm kitaplarını tavsiye ederim, pişman olmazsınız…
Atmaca, Can Yayınları, 1. Basım, Eylül 2020