FOTOĞRAFLARDAN FAL TUTULUR
Afili bir tabelaya aynen böyle yazdırdım, kırık beyaz üzerine sarı yaldızlı harflerle. Çerçevesini daha parlak yaldızlı yaptırıp duvara astım. Altına da mor renkli, tek kişilik koltuğumu çektim. Fotoğrafını kapan geliyor, karşımdaki tabureye oturup nefesini tutarak ağzımdan dökülecekleri bekliyor.
Her şey bir bahar temizliğinde çekmecelerimi düzenlerken eski fotoğraflarımdan birini bulmamla başladı. Hafifçe sararmış, köşelerinden yırtıklar yürümeye başlamış, siyah beyaz bir fotoğraf. Boş verin şimdi yılını mılını, eski dedik ya.
Aldım elime fotoğrafı, sağdan baktım, soldan baktım, evirip çevirip bir daha baktım. Bir yanımda Hale, diğer yanımda Jale, ortada bendeniz Lale. Gençliğimizin baharındayız. Etrafımızda kavak yelleri esiyor, sanırsın başlarımızı dağların karla kaplı doruklarına vermişiz de yükseklerde uçan kartallara göz kırpıyoruz.
Hale’yle Jale kardeşler, benim Lale olmam ve onlarla arkadaşlığa yürümem hayatın tatlı bir tesadüfü. Kardeş olup kafiyeli isimlerle anılıyor olmalarından mıdır nedir, ikisi birden nasıl uyumlu, nasıl hanımefendi ve mazbut, nasıl utangaçlar. Ben kafiyelerine uydum ama mazbutluk olsun, utangaçlık olsun pek yanından geçmiyorum. Hanımefendilik derseniz o zaman hepimizde vardı az çok, hakkımı da yemeyeyim şimdi.
Esen onca rüzgâra rağmen fotoğrafta Hale eteğine söz geçirmeyi başarmış. Sadece sol dizi ucundan azıcık boy vermiş. Bluzunun düğmeleri göğsünün üzerine kadar ilikli, öyle çatal matal bekleyenler çok beklemişlerdir. Jale desen eteğini güya salmış ama bir yanıyla duvara dayanıp çaktırmadan uçuş uçuş hallerini zapturapt altına almaya çalışmış. Onda düğme hiç yok, elbisesi boğazına kadar kapalı.
Beni hiç sormayın. Elbisemi de kendimi de bırakmışım rüzgâra, karşılıklı şakalaşıyoruz. Eteğim, üzerindeki bütün çiçeklerle birlikte göğsüme kadar havalanmış, tombul bacaklarımla çok affedersiniz donum kabak gibi ortaya çıkmış. İnsan elbiseyi toparlamaya çalışıyormuş gibi filan yapar, değil mi? Ben ne yapmışım? Poz verir gibi iki elimi saçlarıma götürmüşüm, güya düzeltmeye çalışıyorum. Hadi oradan!
Hale’yle Jale önlerine bakıp utangaç ve tatlı gülümsemişler. Ben fotoğrafı çekene bakıp otuz iki diş tekmil gülmüşüm.
Hale’yle Jale’nin içlerinde tutup etrafa ölçülü bir biçimde ufak ufak verdikleri neşe cümbüş bende işte hep böyle taşardı da cüret olup ete kemiğe bürünürdü. Mahallenin cümle gençleri, yakışıklı delikanlıları da onların değil de tüm tombulluğuma rağmen benim peşimden koşarlardı.
Sonra ne mi oldu? Hayır efendim, bilemediniz.
Vakti gelince, vakit de ne demekse, ikisine çok hayırlı kısmetler çıktı. Kendileri gibi mazbut adamlarla makul evlilikler yaptılar. Biri kız, biri oğlan ikişer çocuk doğurdular. Şimdi üç oda bir salon evlerinde şişman ve mesut yaşayıp gidiyorlar.
Peşimden koşan onca oğlana rağmen biri de çıkıp benimle evlenmeye niyetlenmedi. Artık anaları mı uygun görmedi yoksa cüretim onlara fazla mı geldi bilemiyorum ama bildiğiniz evde kaldım.
Artık o uçuşan kara saçlarımdan, tombul ama varissiz bacaklarımdan, bembeyaz gülümseyen dişlerimden eser yok. Neyse ki cüretim yerinde.
Efendim şimdi şöyle; baktım o fotoğraftaki her şey vaat ettiğinin tam tersine yürümüş, dedim ki kendi kendime, demek hayat öyle değil böyle de olabiliyor, ummadığın taşlar baş yarabiliyor, baharlar hep buralara değil oralara da gelebiliyor.
Başladım etrafımda gördüğüm eş dost fotoğraflarına yorumlar yapmaya. Gördüğümün tersini söylüyorum. Kalabalıklarda en utangaç görünene güzel bir gelecek vaat ediyorum, en siliğinin bahtını parlatıyorum, en geçerken uğramışına şan şöhret sunuyorum. Hiç beklemeyenlerle parlamayanlara hep güzel şeyler sıralıyorum.
Fotoğrafın tam ortasında gözlerini kısıp ufka bakarak kırıtan ya da beşlik simit gibi sırıtanların yerine yanında, arkasında, köşede kalmışlara göz dikmelerim önceleri şaşkınlıkla karşılandı tabii. Sonra bir söylenti aldı yürüdü. Vaat ettiklerim nasıl da bir bir gerçekleşiyormuş, bak şu Allah’ın işineymiş, bu bir mucizeymiş, ben nurlu bir âdem kızıymışım falan filan.
Burası bir muamma, vallahi ben de anlayamadım. Atıyordum, demek tesadüfen tutuyordu.
Eline fotoğrafını alan bütün kenardakiler, arkadakiler, sönükler, utangaçlar, eteklerini tutanlar, önlerine bakanlar kapıma gelmeye başladılar. Namım aldı yürüdü.
Zaten biliyordum ama iyice fark ettim ki fotoğrafa ister ortadan ister kenardan baksın herkes ama herkes kendisiyle ilgili bir şeyler ama mutlaka iyi şeyler duymak istiyor. Onlara istediklerini verdiğinde müdavimin oluyorlar.
Elime alıyorum bir fotoğrafı, bakıyorum ortada bir adam veya kadın, omuzlar dik, çene ileride, dosdoğru objektife, yani fotoğrafın şu an elinde tutan bize bakıyor. Gülümsemiş ya da gülmüş ama belli ki ipler onun elinde, dudaklarının ne kadar kıvrılacağına, dişlerinin kaç tanesinin görüneceğine o karar vermiş, kollar bazen kavuşturulmuş, bazen havaya kaldırılmış ya da hemen yanındakinin omzuna atılmış. Arka fonda hangi manzaranın ya da kaç kişinin yer alacağı bile onun onayından geçmiş.
Sonra hemen yanında omzuna el kol atılmış, çok değil de az gülümsemiş, şakacı biri tarafından kafasına arkadan iki kulak yapılmış, saçları sönük, gözleri mahsun kişiye bakıyorum. Karşımdaki taburede ellerini hafifçe sallanıp duran dizlerinin üzerine koymuş, nefes bile almadan bekleyen kişi o işte.
Sen diyorum, tez vakitte hayatının aşkını bulacaksın, ev alacaksın, işinde terfi edeceksin, bir çocuğun olacak, tatile çıkacaksın.
Ben bunları söyledikçe karşımdaki taburesinin üzerinde dikelmeye başlıyor, gözleri parlıyor, tuttuğu nefesini bırakıyor, dizlerinin sallanması duruyor.
Dinlediğim hikâyelerine göre görücü geleceğini, o hep hayal ettiği işi nihayet kuracağını, sağlık raporlarının temiz çıkacağını, hastalığını atlatacağını, kızı varsa oğlu, oğlu varsa bir de kızı olacağını söyleyip detaylandırdığım iddialarım oluyor.
Dedim ya, benimkisi bir tür tatlı su kehaneti ama hep iyi şeyler söyleyerek en azından yanımdan kendilerini iyi hissederek ayrılmalarını sağlıyorum.
Belki de kendilerine inanmalarına vesile olup fotoğrafların kenarından hayatlarının tam ortasına yürümelerine yardımcı oluyorumdur, kim bilir.
Fotoğrafın ortasında cüretle parlayıp hayatın kenarında sönen bendeniz böyle bir yol tutturdum işte.
En iyisi şu Hale Jale Lale fotoğrafımı da büyütüp çerçeveleteyim başucuma asayım. Ne de olsa bugün ekmek yiyorsam onun sayesindedir.
*Bu öykü ilk kez Panzehir Dergi’nin Dünya Öykü Günü 2025 etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.