YÜKSEK EDEBİYAT GÜNLERİNDE II

 

BİR MNEMOTEKNİ DALGASINDA

Yaşam için küçük çareler arayan ceza paspası örücüsü ve renk büyücüsü sevgilim: Sen yaramaz bir çocuksun dedi, zamansal ve mekânsal çıkarları sevgi saygıyla birbirine bağlayan, yine alışkanlıklarda çatlakları büyüten okumalara açık, fırından yeni çıkmış hercai yazımı okuyunca.

 

Oysa ben, büyülü karanlığıyla betimlenmiş bazı şiirsel cinayetlerin içinde, kendine uzak düşmüş yalın ve imge yoğun bir huzursuzluğun içsel çatışmalarını kopçalı bir alev gibi asmıştım, şiirsel yürüyüşlerin ilan panosuna.

 

Sonra, gülümsedi ve beni, benliğimle birlikte, modern ortaçağ dönemi için bazı huyları siyaha boyamaya davet etti.

 

Neyse, bu oluşun sonuçlarını yan etkileriyle birlikte sonra anlatırım.

 

BELLEKTE İZ BIRAKAN ŞEYLERLE BAŞLIYORUM

Bundan böyle, entel sektörel bir düşünür, entel sektörel bir centilmen olarak şiirsel konuları ele alıp değerlendirirken, eleştirirken, referansım, XV. ve XVI. Yüzyıl İtalyan ve Fransız Edebiyatı olacak. İlgililer hazırlıklarını buna göre yapsınlar. Yanına, bir de ev baklavası açtım mı değmeyin e-ortam görüntümün keyfine.

 

Bir ara, şu ünlü mektuplaşma kültürünün ateşini yeniden yakmayı düşündüm ki şair dediğin düşünür. Ancak, bir şiir dostunun da uyarısıyla bu çiftetelli zamanda ilgisi de görseli de zayıf kalır diye,  vazgeçtim.

 

Pek sevmem edebi birikimimi dillendirmeyi ama bugünlere gelmek için 6 ay her sabah 6’da kalkıp 1 saat, Yeni Çağ Siyasal Düşünceler Tarihi’ni okudum. Güzel günlerdi! O okuma ve yorum biriktirme edimimi sütlaç ve revani ile süslemiştim. Fotoğrafları hâlâ 2 nolu deneyimler çantamda durur. Zaman zaman çıkarır bakarım.

 

Biliniz ki: Yaşamla ve yeni gerçekle olan bağımı perçinleme ve yansıtma çalışmam çok öncelere dayanır. Yıllar önce de İlk Çağ ve Orta Çağ’ı işe giderken yolda ve yaz tatillerinde Bitez’de mavi bir şezlongda buzlu bardakta bira içerken okumuştum. Ama en çok Antiphon’a sinir olmuştum. Fragmenti anlamsız fikirler barındırıyordu.

 

|Bu noktaya bir boşluk açayım: Günümüz 80-90-100-110-120 nolu şiir kuşaklarının bu düşüncelerden ziyadesiyle etkilendiğini düşünüyorum.|

 

Facebook Edebiyatı Çağı’nda yaşasaydı sanıyorum yırtar atardı o manasızlığı. Neyse! Bu bölümü de çoğunlukla kıymalı makarna, Özbek pilavı ve bardakta ev yapımı karışık dondurma ile renklendirmiştim. Hatta üstüne üstlük baklava yufkasından bir börek tarifi de vermiştim.

 

Özellikle Nietzsche’den başlayıp ki severim kendisini, Kierkegaard, Adorno, Husserl,  Derrida, Camus, Faucault, Sartre, Wittgenstein ve Arendt ve Kant’a |ve isimlerini unuttuklarım lütfen kusura bakmasın|uzanan okumaları da anahtar birer im olarak belirteyim. Bu durakları, daha çok kâğıt kebabı, çöp şiş, pastırmalı kuru fasulye, kuyu kebabı, dilberdudağı, ekmek kadayıfı, ev usulü fıstık ezmesi ve künefe ile görüntülemiştim.

 

Ayrıca, okuyan var okumayan var, diyerek, duygudaşlıkla dillendirmediğim eylemlerim de dâhil olmak üzere şiirsel birikimimin yorum bölümünü işgal eden şiddetli tartışmalarını bazen kutu bira, tuzlu fıstık, bazen fıstıklı çikolata, çikolatalı sufle, bazen beyti veya ortaya karışık kebap ama finalin gece yarısında çoğunlukla mojito ile sevinçlendirerek okurlarımın algısına ve takdirine sunmuştum.

 

Aradaki çağ açıp çağ kapatan rakı balık ziyafetlerini hiç saymıyorum. Galiba rakı balığın, “şair, diplomat, filolog, moralist, denemeci…” bir kişiliği var, akıldan akıla, tartışmadan tartışmaya güzelliklerle yürüyen.

 

Lafı uzatmıyorum! Demem o ki: Bu zamanda edebi bir düşünce ve eylem insanı kolay yetişmiyor. Ama inanıyorum ki manası derin anlam çoğaltan barikatlar (Ah, her şair bir barikattır!) şiiri ve eleştiriyi düzlüğe çıkaracaktır.

 

Evet, sakıncası yoksa devam etmek istiyorum.

 

Bu da ŞİİRSEL ARDAK BİLDİRİSİ olsun.

Doğma büyüme şairim işte! İşin doğrusu günlerdir kendime sorup duruyordum: Lirik katlamalı deneyimle olgunlaşmış bir kuşak aktörü olarak benden başka ‘Bizim Gibi İyi Şairler Kuşağı’nda ve kuşak dışı daha şair olan bir şair var mı diye! Yok galiba!

 

Ki ışıldayan bu sonuç, sancılı yerel geçişlere yol açabilir ama katlanacağız!

 

Artık iyiliğin ve kötülüğün terk ettiği bir yalnızlığın içindeyim.

Artık tel çemberini şiirlerle çevirebilir öz farkındalık çağının gülümseyen nesnesiyim.

 

Açıldı, Ölüler Kitabı.

 

Sonra toplumsal ve bireysel bir baskıyla, yazmanın tılsımını bozmaya çalıştım. Olağan küçük ayrışmalar için olağan küçük alınganlıklar yazdım. Sonra durup dururken akşamdan kanatlanan kuşlar incelikli uçuşa ilginç ve önemli boşluklar açtı.

 

Ah kâğıtta güzel duran şeyler var: Bir keyfin eleştirisi ve aklı, hesap vermeyen. Sonra ‘Tutkulu, seksi Kedi Maggie’yi gördüm. Şenlenir günüm.

 

Bu akşam tebdil alıp halkın arasına karışarak, fotoğraf paylaşımlı, bir güzel kafayı çekelim. Çekilsin imgeler, düş delisi çaylak zaman söylencesi dilimizden, ketum alışkanlıklar doğuran. Gülümsesin, sırsız aynada panzehir kuraklığıyla beynimizin içindeki o suare, dedi, Kedi.

 

Bak, dedim, kalemi kâğıdı çağırmış, estetik bilincin esin perisi, gülümsüyor karanlığın içinden. Bak yine bir haz kaynağında acılara biçimlenecek dramatik ve teatral yalnızlık, açacak pencereyi akıl çelen az gelişmiş yenilginin rüzgârına. Evet, seviyorum böyle özenli karşılıklarla ses veren vurguları!

 

DALGAKIRANDA

Ah, şiirsel etkinlik gülüşlü şairim benim!.. Ah, dozunda öfkeli ustam!.. Veya ey flâneur! Edebi körlüğe kıskançlığa karşı en çarpıcı soğutulmuş yanıt: “Meyve veren ağaç taşlanır.” olsun: 12 saatte 1, aç karnına. Aile hekimine yazdırabilirsin. Bak şaraptır, Mavi Nil’inde kendini arayan.

 

Not al: Oluşlara çakıl taşı olsun. Abi, şairlerin soyu, tanrılara dayanıyor. Olsun. Ama bugün en sevdiğin gün olsun: Diyet reçetesine küçük bir kaçamak gülümsesin. Üstüne Les Feuilles Mortes ve yazıyla 2 damla gözyaşı. Sonra savunma için bir iltifatlar etiği: Mürekkebe karışan kalabalık ve gürültü. Ve şeytanın tanrıdan türemesi: Lezzetli İmge.

 

Abi, sana kötülük olacağız, genelde ve özelde. Fonda hep başı dönene eşlik eden bir miktar alıntıyla ters yüz edilmiş şeylerin şey çıkmazı, korkunç bir etki altındayız, köpüren sözcüklerle. Arıyoruz!

 

Anlam yoğun! Parçalar arası ilişkileri saptamaya çalışıyorum. Denedim, deneyeceğim.  Sonra kim demişti ki: “Tereyağı eksik bir kurabiyeyi yutmaya çalışıyorum hissine kapıldım.” diyen. Aldırma yavrum devam et! Ustam, kral abim, hadi bana nesnenin açılımında imgenin niteliği için yekvücut bir yorum yaz.

 

De ki: İşte, depresif boşluk şenliği: Siyaha, leke: Şiirsel makyajı ölçüsünü ve uyumunu yakalamış bir kayış. Bak ilk hız önemli! Kedi de tetiklesin manik hâlleri! Büyü için şaşırtıcı olanı kovalayalım. Abi ben yoğunluğun değerini artırırken sen hacısı hocası olan new şiirselliğe, Kovalev’in burnunu hediye et.

 

Şairim, müsaade ederseniz bu entelektüel eylemi beğenip paylaşmak istiyorum. Avlu, paylaşanlar için. Neyse ya! Ara sıra “benimle bir dönem bitecek” diye üzüldüğüm de olmuyor değil yani!

 

Bu üzüntümü hafifletmek için beni bir kat, okurlarımı üç kat sarsacak olan “uzun zamandır beklenen” yeni şahane estetiğinde uluyan, işte her bir sözcüğünü ince eleyip sık dokuduğum bir şiir yazdım.

 

Ah, 5 dile çevrildi, çılgın bakışlı düşüm. Ruhu, soyutta aranacak olan, küçük tatlı bir cv ile birlikte zarfladım. Şiire çok aç bir yılda açılmasını vasiyet ettim. İsterim ki bilge şairlerin yönetiminde, geleceğin okuru, yitik bir belleğin gölgesinde sürüklenen “en uzak geçmiş”i yakalasın. Abi, çevir bakalım şiirçarkını nerede duracak ibre? Belki bu yazıyı sonra daha da güzelleştireceğim, aklım pusuda.

 

DEĞER BİLİRLİĞE GİRİŞ DERSLERİ

Var olsun bir şiir sevdalısı arkadaşım, bir grup şiir dostu duyarlı özneyle birlikte, dün gece, ülkemiz saatiyle 02.00 sularında, Europa’nın şiir mekânlarından Prag’da ruhu hırçın ve bohem ve lirik, hüznü layıkıyla biçimlendiren Vltava’nın kenarında Çekçeye de çevrilen ussal olanı yıkmak için yazdığım üç şiirimi ve acımasız estetiğin yüz akı yaratımcı eylemler karşısında derin düşüncelerle yoğrulmuş şiirsel yazılarımdan şirin melankolik iki paragrafı geceye ayin küçük bir şiir etkinliği ile müzik eşliğinde Türkçe ve Çekçe olarak iki dilde de okumuşlar ve eserlerimi çelişkisine gül bırakarak sonsuzluğa açılan yeşil bir şarap şişenin içine koyarak başka kalp diyarlarını okşasın diye şiire süslenmiş nehrin tutkulu soğuk sularına bırakmışlardır.

Şiirsel tarihime kendiliğinden işlenen kıymet bilmiş bu incelik için kendilerine teşekkür ediyorum.

Ah, akıyor gecenin koynuna ıhlamur kokuları!

Manuela’nın dudaklarını yalıyor ölü kedi.

 

KIŞ GÜNEŞİ

Müessir Şeyler: İki soru hazırladım, tünesin yalnızlığına. Şöyle oldu: Kişi başına kaç şiir düşer ki? Bu soru, 30X25 suluboya olsun. Ve hevesli başına düşen şiirsel emek kaç bitcoin ki? Bu da kara kalem bir bıçak darbesi olsun kayıt altına.

 

Ah, edebiyat dünyasında bir yankı da ben uyandırayım, dikenini cilalasın güller, dedim ki lirizmi kovalıyorum. Ve aşk alacakaranlıktır. İşte taze öfkeyle kuruldum alerjime.  Bir gürültü kopsun, küçük bir gürültü. Yeri olsun bu iyiliğin.

 

Ama huzur içinde uyuduğumda havalı bir boşluk oluşuyor. Ve masada kaplanlar, şiir tarihini yeniden yazdıracak olan, bellekteki acıları çağırıyor kış manzarasına, tatlı düşleri sevindiren. Ah, “ayakta şiir okuyan”lar da duysun: Ben takla atarak yazan hazır ola geçerek okuyan bi üslupla şiire bulaştım: Gizemli depderin derinliklerindeyim. İyileşmek istemiyorum. Kükrüyor masada kaplanlar. Yüzlerde balçığa saplanan kuşlar, kasvet ve övgü. Taşınıyor kül ve toz, etiketli kaplarla.

 

Kopmasın zincir, sevimli ve cana yakın kalsın, Övgü ve Ödül Kuşağı. “Olup bitenleri sonradan anlatmak marifet değil.” demişler ama bir maymun felsefesiyle önceden şair sonradan eleştirmen olan sulasın, alıntılarla anlam tarlasını, kafasının içinde kurumuş imge ağaçları. Kilitli kapıları açsın çentik atan kıdemli varyeteler, algısıyla tanıştığım.

 

Dedim ki: Gençlerden bir iki isim sayıp bir iki dize paylaşın da becerinizi sağlamlaştırsınlar. Şiirsel klan iyidir. Desinler ki: Hocam, inceliğiniz için çok teşekkürler. Veya eyvallah kardeş! Hadi, keselim şiir pastasını. Gülümsesin çitlerle çevrili yaramazlıklar, durmadan çatlayan. Hadi, ömrü söyleşi ve imza günüyle geçen şairlere de bir selam gönderelim. Hayırlı işler olsun.

 

Hocam, bana şiir okuma, bana nasıl şiir yazılır onu öğret! Bitsin bu açlık! Dondurucu akıllı bir soğuğun çevrimiçi anlam yorgunluğundayız.

 

Hadi zumba da rumba olsun: Birazdan, doğal sevgisi yoğun bir ihtirasla kuşatılmış duygusal zekâmı geliştirmek için “şiir ve zihinsel fitness” eğitimine katılacağım.

 

Bak, ortam vasat ister istemez etkileniyorum tabii. İlk dize uçursun son dize parça pincik etsin. Ortadakiler nü çelişkileri boyasın. Şimdi bu estetik noktada sistemli düşünce ile kuramsal düşünceyi çarpıp çıkanı ideolojik düşünce ile toplarsan… İçtenlikle imzalıyorum.

 

Bak, laf kalabalığı şairler var. Bir şiir filmi çeksek: Yıpranmış bir kuyruğun peşine takılarak, tepeden inme şeylerle beslenmiş, güdülenmiş öznelerle gıdık gidik güdük. Hadi ayın monad tümcesi olsun: Şiirle direniyoruz. Gülümse çekiyorlar.

2 thoughts on “YÜKSEK EDEBİYAT GÜNLERİNDE II- Bir Mnemotekni Dalgasında/ Oresay Özgür DOĞAN

  1. Nesrin Pekcan dedi ki:

    Oresay Özgür Doğan, çok farklı ve fazlasıyla yetkin bir kalem. Üretkenliğinin devamı ve yazılarının daha çok kişiye ulaşması dileğimdir. Teşekkürler…

    1. oresay özgür doğan dedi ki:

      Nesrin Hanım, teşekkür ederim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir